Bugün herkesin uzaktan yakından müptela olduğu, bir şekilde tahribatlarına maruz kaldığı hastalıklardan bir tanesi de övmek ve övünmektir. Övmekte ölçü aşılınca nefsin uyuyan hücrelerini harekete geçirmiş olursunuz. Nefis kötülüğü emreder, övülmekten ve övünmekten hoşlanır. Onu uyandıracak, besleyecek her şeyden kaçınmak gerekir. Övmedeki aşırılık öveni yalana ve zillete, övüleni riyaya hatta kibre kadar götürür. Övülen insan bundan sevinir, kendini beğenir, gösterişe meyleder, diğer insanlardan kendisini üstün görmeye başlar ki buda kibre ve bencilliğe insanı sürükler.
Bu nedenle bir insanı aşırı derecede öven birisini Peygamberimiz gördüğünde şöyle uyarmıştır.
“An dolsun ki onu (kibre sevk ederek) helak ettiniz veya bu adamı sırtından bıçakladınız.” (Müslim)
Bu hastalığın en ileri derecesi budur; kibir ve bencillik... Kibir, insanın ruhunda yer edince onu besleyen kaynaklar daha bir coşkuyla akmaya başlar. Böyle bir insanın zamanla gözü hakikat adına hiçbir şeyi görmez, kulakları duymaz, varı yoğu kendini yüceltmek kendi nefsini beslemek olur. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Övülmeyi sevmek, insanı kör ve sağır eder. Doğru sözleri ve nasihatleri işitmez olur”
Halbuki şeytanı, şeytan eden insana karşı övünmesi, kendini büyük görmesi değil midir? insan sahip olduklarının gerçek sahibinin Allah olduğunu düşünmeli yeri ve zamanı geldiğinden hesap vereceğini bilmelidir.
İnsan kendisini başkalarından hep aşağıda görmeli. Bunu yaparken tevazu ile zilleti, vakar ile kibri birbirine karıştırmamak da gerekli. “Taş yerinde ağırdır.” Vakar ve ciddiyet, asalet ve izzet insanların övgüsüyle değil, Allah’ın takdiriyle mümkündür. Böyle insanların güzel davranışları şartlar ve zamana göre değişmez, insanına göre farklılık arz etmez, zorluk ve kolaylıklar karşısında sarsılmaz. Övülmekten hoşlanmak, hele hele kendini övme gereği duymak hafiflik olduğu kadar haram bir şeydir. İnsanın itibarını kayıp ettirir, Allah’a karşı olan ihlas ve samimiyetini bulandırır. Övülmek nefsin kamçısı, övünmek nefsin kılıcıdır. Övülmek nefsi uyandırmak, övünmek nefse boyun eğmektir.
Nefsi terbiye etmemizi, ona uymamamızı emreden, onun tuzaklarına dikkatleri çeken İslam dini, onunla mücadele ederken hiçbir açığımızın olmamasına özen göstermemizi istemiştir. İşte asıl cihat budur; yani nefisle amansız bir şekilde mücadele etmek... Çünkü kötülük kadar kötülüğe ve günaha götürecek her şeyden uzak durmakta mücadelenin bir parçasıdır. Bu nedenle başkaları tarafından övülmek nefsin eline fırsat vermek anlamına gelmektedir.
Rızai ilahiden başka hedefi olmayan insanın övülmesi o insan nazarında pek muteber değildir. Hatta ihlası ve samimiyeti zedeleyeceğinden iyi bir davranış olarak kabul edilmez. Bu nedenle samimi ve ihlaslı insanlar hiçbir zaman övülmekten hoşlanmazlar. Hz. Ebu Bekir kendisini övdükleri zaman utanırdı, “Ey alemlerin Rabbi! Halkın bende zannettiği iyilik ve güzellikleri bana nasip et. Bende olup halkın bilmedikleri günahları affet “diye dua ederdi. “Cennetin ebedi nimetlerini isteyen övünmekten hoşlanmasın. “(Deylemi)buyurarak bizi Peygamberimizde bizi uyarıyor.
İnsan başkalarının ne yergisine üzülmeli nede övgüsüne sevinmeli çünkü insanı insana muhtaç olmaktan kurtaran şey sadece Allah’ın rızasını gözetmektir. Allah için üzülmemize ve sevinmemize vesile olan şeyler ise başkalarının ne sevgisi nede nefreti nedeniyledir. Asıl üstünlük takvadadır. Övülecekse de iltifat edilecekse de -bir insanın yüzüne olmamak şartıyla- amellerini güzel ahlakını övmeli, onun başkaları tarafından örnek alınmasına yardımcı olunmalı. Çünkü makam mevki, dünya malı, fiziksel güzellik gerçek bir üstünlük olmadığından övmeye değmez. Belki bu durumda yaratana dikkatleri döndürmeli, o malı verene karşı şükrü telkin etmeli, maşallah, diyerek malın bereketini temenni etmeli.
Birbirlerini överek günlerini geçirenler adeta birbirlerini yıkmaya çalışan, birbirleriyle deve güreşi yapan insanlar gibidirler. Karşılıklı İslam’ın razı olmadığı alışverişi yaparlar. Verdikçe alır, aldıkça kendilerini tatmin edeceklerini düşünürler. Bazen tevazu görüntüsüyle karşıdaki insanı göklere çıkarıp aynı oranda kendini büyük göstermekte, gizliden gizliye övünmek anlamına gelir. Bundan da sakınmalı. Peygamberimiz(s.a.v.) buyuruyor ki:“Karşılıklı övüşmelerden sakının. Zira bu hiç şüphesiz birbirini boğazlamaktır.” (İbni Mace)
Bazen de yeri ve zamanı değilken menfaat umulan insanlar göklere çıkarılır. Menfaatin bittiği yerde ise o insan alaşağı edilir, yerden yere vurulur. Bazen de hiç layık olunmadığı halde, belli bir beklenti nedeniyle övülmeler bunun neticesinde övünmeler havayı kirletir. Memur amirini, işçi işverenini, fakir zengini, sıradan birisi makam sahibini yüzüne övüyor, bunu da abartıyorsa burada iyi niyetten söz etmek mümkün olmaz. Bu öyle ileriye gider ki yaranmak adına, olan şeyler abartılarak, olmayan şeyler de varmış gibi anlatılır.
Peygamberimiz bu nedenle insanları yüzüne karşı övmeyi nehyetmiştir. Buyurmuştur ki,Din kardeşinden bir ihtiyacını isterken onu övmekle söze başlamayın böyle yapan onun belini kırmıştır.” (ibni Lal)
Özet olarak dikkat ederseniz İslam’ın bütün emirleri nerede ve nasıl hareket etmemiz gerektiğiyle ilgili hep ölçü ve kuralar koymuştur. Haram, helal doğrudan belirlenmiş, meşru davranışlara dahi ölçü konmuş ki helal olanı haram hale getirmeyelim, mubah olanı mekruh hale sokmayalım. İslam dini Müslümandan vasat bir çizgi de olmayı emretmektedir. Buda istikamet üzere olmak anlamına gelir. Allah bizi istikametten ayırmasın. (Âmin)