Özbekistan’ın Cizzah ve Sirideya şehirlerinde baraj-su ambarı patladı. Geçmiş olsun. Bu iki şehirde sebze-meyve, kavun, karpuz yetişirdi. Uçsuz bucaksız topraklar Seyhun nehrinin suyu ile buluşunca bereket fışkırırdı. Tarım yapmak isteyenlere Kerimov döneminde 40 hektar toprak dağıtılmıştı. Çünkü her yer sulamaya uygun her yer yeşildi. Su kanallarının-arklarının kenarı tamamen dut ağacıydı. Çünkü ipek böcekçiliği yapılıyordu. Resmi araçla Taşkent’ten Buhara’ya giderken aracın benzini kalmamıştı. Şoför elinde benzin kuponuyla benzinliğe girdi. Benzinci, “Burası Kazakistan,10 km ileride tekrar Özbekistan topraklarına girersiniz oradan alınız. Burada ötmez” demiş. Meğer sınır ihlali yapmışsız bilmeden. Sovyet zamanında öyle yapılmış. Buhara yolu bu şehirlerden geçmektedir. Bir müddet gittikten sonra tahminen 100 dekarlık bir arazinin etrafı toprak set ile çevrilmiş içi su dolu. Bu büyük havuz da nedir” dediğimde ”o havuz değil tarla. Toprak tuzlu olduğundan su ile doldurulup bekletilir ki üstteki tuz çorak su ile beraber aşağıya insin. Toprak verimli hale gelsin” dediler. Bizim hemen yanı başından kanallar dolusu su akan tarlalarımıza tembel ekimi olan buğday ve arpayı ekip sulamadan yan gelip yatanların halini düşündüm.
Baraj, Çinli işadamlarına yaptırılmış. Daha yeniymiş. 2017yılıda yapılmış. Zaten bütün inşa işleri onlarda. Taşkent-Andican arasındaki demiryolunu da Çinli müteahhitler yapmışlar. 40 kilometre uzunluğundaki Pirvali Dağının altındaki tünel de elbette onların işi. Karşılığında ise her şehirdeki 60-70 yıllık çınar ağaçlarını kesip götürmüşler. Şehirler güneş görmeyen yollar yeşile muhtaç olmuş. Şehirlerdeki kentsel dönüşümü de Çinliler yapıyor. Çünkü ucuza yapıyorlar. Halk biliyor sağlam yapmadıklarını. Çünkü daha inşa aşamasında çökmeler oluyormuş. İnşallah baraj misali kötü bir olay yaşamazlar. Halk “Türkler sağlam yaparlar. Lakin pahalı yaparlar. Bu sebeple inşaatı çoğunlukla Çinliler yapmaktadırlar” diyorlar. Sovyet dönemindeki avlulu tek katlı evler yıkılıp yerine çok katlı apartmanlar yapılıyor. İnsanlar evini veriyor, bir kısmını da dolar cinsinden borçlandırılıyor. O kadar doları ayda ödemek imkansız olduğundan çoğu Türkiye’ye, Rusya’ya, Güney Kore’ye çalışmaya gidiyorlar kadınlı erkekli.
1994 yılında Andican’a bağlı Hanabad şehrindeki barajı da gezdirmişlerdi. Dönüşte okulda konuşurken bu barajdan bahsettim. İngilizce öğretmeni İbrahim bey “O barajın altına Ruslar öyle bir sistem yapmışlar ki baraj patlasa bir damla su akmayacak şekilde. Çünkü su o anda donup buz olup kalıyormuş” dedi. Bir üniversite mezunu adamın akılsızlığına gülmüştük. Fizik kurallarına aykırı bu yalanı sıkılmadan söyleyebiliyordu. Keşke bu barajı da Ruslara yaptırsalardı da şimdi patlayınca sular etrafı yıkmasaydı, buz kesilseydi” dedim. Yine aynı yılda Ermenistan’da deprem olmuştu. Bir Ahıskalı doktor arkadaş ki aynı zamanda Tıp Fakültesinde doçent bu adam, “Ruslar Hazar denizinin altında nükleer deneme yaptılar. O kadar şiddetliydi ki bin km uzaktaki Erivan’ı yıktı” demişti. Ben de “bre ahmak Hazar’ın hemen kıyısındaki Bakü’yü yıkmaz da bin km ilerideki Erivan’ı mı yıkar deneme” demiştim. Bunları başka bir zaman Ahıskalı Prof. Dr. o da tıp Fakültesinde hoca. Şöyle demişti: “Ağabey bunlar KGB ajanı. Öyle yetiştiriliyorlar. Gerçeklerden uzaklaştıklarını dahi anlamıyorlar. Sovyet-Rus devleti işte böyle güçlü, böyle her şeye gücü yeten üstesinden gelinemeyecek bir güç” olarak anlatıyorlar. Barajı anlatan da ajan, diğer nüler denemeyi anlatan (arkadaşı) da ajan. Bunların aklı ancak öğretilenleri anlatmaya yeter” demişti.