Panzehir; zehrin etkisini ortadan kaldırabilme özelliği bulunan madde demektir. Antidot diye de bilinir. Genellikle zehiri bağlayıcı, ona benzer ama onun tersi maddelerdir. Farsça pad zahrdan gelir.
Şimdi sizlere günlük yaşantımızdaki zehir ve bunun panzehirleri nelerdir? ya da her zehrin panzehiri var mıdır? sorularına yanıtlar arayacağız. Ne kadar cevap buluruz bilemiyorum…
“Bir zaman gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir.
Fikirlerimi inkar edenler ve beni çekiştirenler çıkabilir.
Hatta bunlar benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir.
Fakat ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidir ki bu fikirler Hint’ten, Mısır’dan döner dolaşır gene gelir, feyizli neticeleri kalpleri doldurur.”
(Mustafa Kemal ATATÜRK)
Atatürk, 19 Ocak 1923 tarihinde yaptığı İzmit konuşmasında şöyle diyor: “Efendiler, hayatın felsefesi, tarihin garip tecellisi şudur ki, her iyi, her güzel, her faydalı şey karşısında onu yok edecek bir kuvvet belirir. Bizim dilimizde buna irtica (gericilik) derler. İyi bir şey yaptınız mı biliniz ki, bunu yok etmek için karşınıza muhalif, mürteci, gerici bir kuvvet çıkacaktır.”
Evet sevgili dostlar, hakikaten de geçmiş ve yakın tarihimize baktığımızda bunun hep böyle olduğunu görürüz. Öyle ki; insanlığa büyük hizmetleri geçmiş pek çok düşünür, sanatkar, bilim ve devlet adamı, komutan, hatta peygamber bile bu tür gerici saldırılardan nasiplerini almışlardır.
Atalarımız bunu birebir yaşamışlar ki, bakın şu güzel sözü ortaya çıkarmışlardır: “Meyve veren ağacı taşlarlar” ya da buna benzer “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” sözüyle bu vaziyeti ne de güzel ifade etmişlerdir.
Yurdumuzun kurtarıcısı ve Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve eseri de elbette söz konusu yasanın bir istisnası olmayacaktı. O kadar ki saldırılar, yalanlar ve iftiralar daha Milli Mücadele yıllarında başlamış, bugüne kadar devam etmiştir. Günümüzde diyebilirim ki, doruk noktasına ulaşmış olup, ne yazıktır ki devam edecek gibi de görünmektedir.
Ancak, herkesin bildiği, apaçık bir gerçeğin, yalan yanlış sözlerle değiştirilemeyeceğini, ört bas edilemeyeceğini ve gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkma gibi bir huyunun olduğunu anlatan “Güneş balçıkla sıvanmaz” diye öyle bir söz var ki, sanki bu günleri öngörmüş ve bu gibi durumlar için söylemiş sevgili atalarımız.
Bu karşı duruşlara, kısaca dimağ zehirlenmesi diyebilir miyiz? Evet diyebiliriz. Peki bunun karşı atağı var mıdır? Yani bu zehirlenmenin panzehiri var mıdır? diye bir sorunun cevap arayışına girilebilir aslında.
Peki nasıl oluyor bu? Elbette bence bu, erdemli insanların sağduyusu sayesinde, yurtsever, namuslu ve gerçek sever aydınların, yazarların çalışmalarıyla oluyor/olacak…
Ülkemizde Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti aleyhine doksan beş yıldır süren “Yalan, çarpıtma ve iftira” kampanyalarının, toplum ve devlet bünyesinde büyük tahribatlar oluşturduğu malumdur. Zaten bu tür olumsuzlukların ortaya atılmalarının asıl gayesi de budur. Maalesef o zehirli tohumların birçok yerde, her alanda ve toplumun her kesiminde ürün verdiğini görüyoruz. Hani “Sinek pis değil ama mide bulandırır” diye bir atasözümüz vardır ya… Bazen hayatımızdaki küçük sanılan şeyler gün gelir kocaman bir yırtığa dönüşerek, artık hiçbir yama tutmaz hale gelir…
Ancak zararın neresinden dönülürse kardır... İşte bu gibi hallerde en önemli bir panzehir niteliğinde olabilecek bir şey daha vardır. Topraklarımızda yaşayan tüm insanlarımızla, olabilen bütün farklılıkları, zenginlikleri, eskiden olduğu gibi içimize çekip, onları bir bir sindirerek yani Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Laz, Arap, Çerkez diye ayrımcılık, mezhepçilik ve ırkçılık yapmadan, birlik beraberlik ve huzur içinde yaşamayı öğrenmeli, kulaktan dolma bilgilerle ve ön yargılarla kardeşlerimize bırakın zarar vermeyi, onları asla incitmemeliyiz bile…
Zira onların hepsinin ataları/dedeleri bizimkilerle birlikte yoğrulmuş, harmanlanmış, omuz omuza vererek bu ülkenin kurtuluşunda büyük özverilerde bulunmuşlar, yurdun her metrekaresine birer tuğla koyarak adeta mihenk taşını oluşturmuşlardır.
Aslında hepimizin de gayet iyi bildiği öyle bir panzehir üstü bir antidot daha var ki… Ama bazı çevreler nedense bu gerçeği, kısaca bu panzehiri kendilerine bile itiraf etmekten çekinirler. Ülkem ve ülkem gibi olan diğer ülkelerin de başvurması, hatta başucu kitabı yapmaları gereken işte bu panzehir bence Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten başkası değildir! Onun bilime, ilime ve fenne olan inancının yanı sıra bu yolda aydınlanma yetisine sahip olmaktır.
Zaten bu Ülke insanının başına ne geldi ise ilimden, bilimden ve fenden kısacası Atatürk’ün izinden ayrıldığı, ya da gereğince O’nun izinden gitmediği için gelmedi mi?
Yüce Önder, yine bu konuyla ilgili “Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin” diyerek tevazuluğunu ve Büyük Devlet Adamlığını bir kez daha göstermiştir. Yani, “Ben gidersem Devlet yıkılır” dememiştir. Çünkü devlet süreklidir ve asla bir kişiye bağımlı değildir, olamaz da... Ve son olarak diyorum ki bu panzehirin içindeki en etkin madde ise Atatürk’ün ‘Nutuk Kitabı’dır.
O Kitap ki; içinde seni ve gelecek nesillerini, torunlarını kurtaracak akıl, fikir, ilim, bilim, irfan vatan, millet, din, özgürlük, mevcudiyet, son zamanların moda sözü beka sorunu gibi her türlü konuları barındırmaktadır. O senin yegane kurtuluşundur esasında…
Bence bu kitap okullarda ders kitabı olarak okutulmalı ve dolayısıyla bilinçli bir halk ortaya çıkmalıdır ki, dünyaya sesimizi duyurabilelim… Valla görüldüğü üzere, elimizde un var, şeker var, yağ da var, ama ne hikmetse yıllardan beri bir türlü güzel bir helva yapıp da ortaya çıkaramadık. Yani varlık içinde, yokluk çekmek tam da bu olsa gerek, öyle değil mi sevgili dostlar…
Çok önemli bir panzehiri daha söylemek istiyorum. Aslında bu panzehirin ilk sıralarda olması gerekir diye düşünüyorum. Bu gibi zehirlenmelerde, en büyük, en etkili, en güzel panzehirimiz Kutsal Kitabımız ‘KUR’AN-I KERİM’dir.
Ama içeriğinin Türkçe olduğu bir Kur’an-ı Kerim… Herkes tarafından anlaşılabilir ve bu sayede sahte şeyhler, şıhlar ülkesi olmadığımız, Allah/Peygamberle aldatılmadığımız ve indirilmiş bir Kur’an-ı Kerim… Maalesef son zamanlarda bilinçli olarak içi boşaltılmaya çalışılan, hadis-i şerif, hatta ayetlerinin bile menfaat uğruna değiştirilmeye çalışıldığı, bindirilmiş Kur’an-ı Kerim’in söylemlerle ortalarda dolaştırılıyor olması nedeniyle söyledim ben o sözü…
Manasını bilerek, içimize çekerek bu Kutsal Kitabımızın okunması halinde, malum güruhun ekmeklerinin kesileceğini bilmem söylememe gerek var mıdır? Bir de son zamanlarda Kur’an ve Araplaşma adeta eşleştirilmeye başlandı ki, bence bu çok büyük bir tehlike arz etmektedir. Arap seviciliği neredeyse Kur’an-ı Kerim ile eşleştirilir hale gelmiştir. Üstün ırk söylemleri yükselmektedir. Bu savaş çığırtkanlığından başka bir şey değildir bence. Kimse kimseden üstün bir ırk değildir…
Almanların ‘Biz üstün ırkız’ düşüncesiyle, İkinci Dünya Savaşı’nı çıkarmaları sonuçlarının tüm dünya kamuoyunun gözleri önünde nasıl cereyan ettiğini hatırlayalım isterseniz… Bu yüzdendir ki, bence bir an önce tehlikeli sularda yüzmeyi bırakmalıyız…
Evet güzel dostlar, velhasıl kelam diyorum ki; bu iki kitabı yani ‘KUR’AN-I KERİM ve NUTUK’ kitabını anlayarak, içtenlikle ve sindirerek okur/okutur isek tüm dünya ülkeleri bir araya gelse bizi biiznillah yıkamayacakları gibi bilakis refah seviyesi yüksek ve süper bir ülke konumunda oluruz evvel Allah!..
Buraya kadar anlattıklarımı özetleyecek olursam; bizlerin bu halimize ister güç zehirlenmesi diyelim, ister dimağ zehirlenmesi diyelim, isterseniz korku diyelim… İşte bu zehirlenmenin iki panzehiri bulunmaktadır: Birincisi, “Kur’an-ı Kerim, arada hiçbir aracı olmadan sadece Allah, Peygamber” ikincisi ise, “Atatürk, onun devrim ve ilkeleri ile Nutuk kitabıdır.” Bundan gayrısı sadece teferruattır sevgili dostlar…
Burada kısa bir dip not düşmek istiyorum. Bu iki kitap da leb-i deryadır esasında… O kitapları böyle gazete köşesine sıkıştırmayı başlı başına, onların önemine, şiarına (özelliğine) bendeniz saygısızlık bir nevi haksızlık addederim aslında. Allah’ın izniyle, ilerde bu nadide kitaplarımız hakkında daha uzun ve detaylıca araştırma yaparak bir yazı kaleme almayı ve sizlerle paylaşmayı arzu ederim.
Ve şimdi sadece diyebilirim ki; bu iki kitaptan başka hiçbir şeye ve hiçbir kimseye asla ve asla itibar etmeyiniz. Hatta, bu kitapların kafanıza yatmayan kısımlarını dahi usulünce sorgulayınız. Zaten, sormak, sorgulamak, merak etmek ve öğrenmek insan olmamızın en önemli bir gereği değil midir?
Evet, sadece bu iki kitap her konuda bizim yol göstericimiz olmalıdır. Ve yalnızca bu iki kitabı hayatımızda düstur edinmeliyiz. Şayet, dünyada son derece saygın, sözü geçen ve müreffeh bir seviyeye ulaşmak istiyor isek…
Umutlarınızın hep yeşerdiği, mutluluk ve sıkı kardeşliklerle bezeli aydınlık yarınlar diliyorum…