Prof. Dr. Eflatun Neimetzade’nin Otobiyografik Romanı

Eflatun Neimetzade

(Aziz dostum,dünyaca ünlü bilim adamı, Gaziantep Üniversitesi Devlet Konservatuarı geçmiş Öğretim Üyesi, merhum Prof. Dr. Babek Gurbanov “Uyanış” romanım hakkında yazdığı kritiği sizlere takdim ediyorum).                     

Uzun bir zaman tiyatro ve opera sanatı ile ilgili pek çok ilmi makale ve kitaplar yazmış ve beni her defasında sevindirmiş aziz dostum, Prof. Dr. Eflatun Nemetzade, bu defasında da beni sevindirdi ve hayretler içinde bıraktı. Bana gönderdiği son kitabı, beklediğim gibi hiçte önceleri olduğu gibi sahne sanatının sosyal-estetik, teorik ve eğitici fonksiyonu ve problemlerine ait değildi.  Eser tam bir sanatsal (bediî) eser idi, daha doğrusu edebiyatın en mürekkep türü olan roman janrında yazılmıştır.

Eseri okuduktan sonra anlıyorsan ki, o uzun yılların meyvesidir. Çünkü burada yer bulmuş hadise ve olaylar kahramanın en küçük yaşlarından tanık olduğu ve günümüze kadar uzanan geniş bir dönemi kapsamaktadır. Burada bütün hadiseler, bu sırada aile-maişet problemleri, insanların adet-ananeleri, istek-arzuları, sevinç ve kederleri, karşılarına çıkan maddi ve manevi çetinlikler yazarı derinden düşündüren sorunlardandır. Eserin kahramanı Famil (aslında yazarın kendisinin olmasını ihtimal etmek mümkündür)  en küçük yaşlarından bu sorunlara yanıt aktarmağa çalışıyor, insanlar arsındaki anlaşmazlıkların, düşmanlığın, bedbahtlıkların, bazen çaresizliklerin vs. sebeplerini anlamağa çalışıyor. Kahramanın çocukluk yılları Azerbaycan’ın kırsal bir bölgesinde, daha doğrusu Astara İlinin Ercivan ilçesinde geçiyor. Dünyanın cennet bölgelerinden olan bu arazide köy insanlarının neden böyle mutsuz, ümitsiz, sabaha inanmayarak yaşamaları uşağı her an düşündüren meselelerdendir. Hatırlatalım ki, aslında bu sosyal-ideolojik sorunlar ve onların halli yolları her zaman eser boyu özünü göstermektedir. Romanda yer almış hadiseler daha çok İran İslam Cumhuriyeti ile sınır bölgesinde yerleşen Ercivan ilçesinde baş vermektedir. Bu hassas, önemli bölgede yaşayan köylülerin yaşamı özellikle ağırdır. Çünkü bölge sınır bölgesi olduğundan her zaman Rus askerleri tarafından kontrol altında tutulmaktadır. Bundan göre burada geçmiş dönemlerde mevcut olan canlılık, coşkun iktisadi yaşam,  akrabalık, tanışlık ilişkileri sönmüştür, özellikle de İlçe insanlarının Astara nehrinin o tayında, sınırın karşı tarafında  yaşayan akrabaları ile görüşmeleri bile  yasaklanmıştır.

Azerbaycan Ruslar tarafından işgal olundu

Yazar çocuk gözü ile bir çok dramatik sahnelere tanış oluyor ve okurlarını hadiselerin sosyal-tarihsel köklerini daha iyi anlamalarına  çalışır. Her şeyden önce uşağın öz-özüne, aslında biz okurlara, verdiği sorular bir daha bu sınır bölgesinde yaşayan cesur, mağrur, hoşgörülü, erdemli, zahmet seven İlçe ve köy insanlarının geçmiş Sovyetler zamanlarında karşılarına çıkan çetinliklerin sebeplerinin üze çıkarılmasına hizmet etmektedir. Tabii ki, yazar uşağın hele tam anlamadığı birçok tezatlı, mürekkep sosyal-ideolojik meselelerin aslinde muasır okurlarının dikkatini çekmek maksadı ile ortaya atıyor. Örneğin, çocuğun yasakların, neden ve kime gerek olduğu, Rus askerlerinin neden bu bölgelerde kontrolü ellerinde tuttuğunu, yaşlılarla birlikte, hatta çocukların bile özgürce hareket etmelerine engel olduklarını, yeri geldikde ise “biz sizi düşmanlardan koruyoruz”,  demeleri kimi sorulara cevap araması tabii ki, uşaklardan daha çok Vatanını seven her bir insanı bir daha düşündürmeye mecbur ediyor.

Yazar Ercivan köyünde baş veren aile-maişet hadiselerini, sosyal-psikolojik problemleri, millî münasebetlerdeki ikili yaklaşımın, ekonomide baş veren çöküş hallerini, aynı zamanda asırların süzgecinden gelen ahlak, etik kanunların  yok olması hallerinin sebeplerini geçmiş Sovyet sisteminin anti hümanist mahiyetinde, insan liyakatini, insan haklarını, insan özgürlüğünü  hiçe sayan şoveniz  ideolojisinde aramağa çalışıyor.

Dramatik hadiseler, kollayalar küçük bir kırsal bölgede baş verse bile aslinde yazar burada yer almış haksızlıkların bir fokuz halinde bütün Sovyetler İttifakı ülkesi için karakterlik bir hal olduğunu da ispat etmek istemektedir. Eserde yazar Sovyet sisteminin burada yaşayan halklara, özellikle de Türk soylu halklara getirdiği belaları, yasakları, özgürlük, bağımsızlık haklarını hiçe saymasını ifade etmekle birlikte, aynı zamanda o “karanlık devrin” millî, iktisadi siyasetinin anti hümanist mahiyetini açığa çıkarmaktan öteri İlçede yaşayan ihtiyar, yaşlı insanların, dünya görmüş ve yaşa dolmuş insanların hatıralarını, fikirlerini, hayat hakkındaki düşüncelerini, onların özlerine has bir dille ifade etmeyi önemli sayıyor. Yaşlı insanların Rus Çarı ve Sovyet rejiminden önce bu bölge insanlarının huzur ve refah içerisinde yaşadıkları, verimli ve faydalı topraklarının mahsurlarından faydalandıklarını, hayvancılıkla meşgul olduklarını; Hazar Denizi’nde özgürce balık tuttuklarını, ticaret yaptıklarını, sınırın o tayında dost ve akrabaları ile serbestçe görüşebilmeleri vs. hakkında söyledikleri gerçekler bir daha Rusların getirdikleri “Demir perde” ideolojisinin gerici mahiyetinin açıklanmasına hizmet etmektedir.

Örf adetlerimiz, gelenekler yasaklanmıştır

Eflatun bey geçmişle günümüzü mukayeseli bir şekilde kaleme almakla, aynı zamanda yukarıda zikr ettiğimiz bir çok ekonomi, ticari, milli, hukuki, bu sırada özellikle de manevi-etik problemlerin geriye, pisliye doğru gitmesinin sebeplerinin ilk önce doğrudan doğruya bu “Demir perde” ideolojisinin, Sovyet ekonomi sisteminin anti hümanist, militer, totaliter, şoveniz mahiyeti ile bağlı olduğunu ispatlamaya çalışmaktadır. Bu eleştirel, tenkidi, siyasi, hatta polemik karakterli ifade üslubu ile demek oluyor ki, bütün eser boyu kendisini açık bir şekilde göstermektedir.

Eserin kahramanı Famil’in daima zorluklarla, çok çetinliklerle dolu yaşam yolu, kendi benliğini, onurunu, insani hukuk ve haklarını, liyakatini müdafiye etmesi sürecinde verdiyi mücadeleler, mübarezeler, aslinde o devrin zor şartlarında, özellikle de represiyanın, cezaların, baskıların, hiddetin, takiplerin, sürgünlerin sık sık gerçekleştirildiği keçen esrin 30-40-cı illerinde bile birçok önder ziyalılarımıza has mübareze yolu idi. Bu meseleye dikkat eden yazar, haklı olarak özünün bütünleştirmesinde bu gebilden olan senet ve bilim adamlarının Sovet sistemi tarafından sonuna kadar takip edilmesini, aşağılanmasını, tahkir olunmasını, Sibirya’ya sürgün edilmesini, hatta idam edildiklerini bile ifade edebilmiştir.  Hüseyin Cavid, Mikayıl Müşfik, Heyder Hüseynov, aynı zamanda  Pasternak, Blok, Sakharov, Soljenitsın, Rastropoviç ve başkalarının akıbeti bir daha bu sistemin kendi gerici ideolojisini yerine getirmek yolunda mensup olduğu hiçbir milliyete, otorite vs. tanımadığını ispat etmektedir. Bu bir daha Sovet ideolojisinin aslinde Rus milletinin sadece özü üçün de gözlenemez ve zararlı olduğunu göstermekte idi. Tesadüfi değil ki, yazar eserin ilk bölümlerinde her ne kadar “pis Ruslar”, “domuz Ruslar” kelimesi işletse de (aslında bu kelimeler uzak bir ilçede yaşayan ve gerçeklerle o kadar da tanış olmayan, özellikle de bütün olup keçenler sınırda kontrolü elinde tutan Rus askerlerinin kaba hareketlerine, münasebetlerine bağlı olan insanların dilinden işitilse de)  sonralar böyle bir fikrin doğru olmadığını, onların arasında da merhametli, gerçekleri arayan, sosyal adaleti üstün tutan insanların olduğunu, onların çoğunluğunun da yanlış bir ideoloji prensiplerin kurbanı olduğu fikrini ifade etmeye çalışmıştır.

Romanda kahramanın Rusya’da, Leningrad’da (Sankt-Petersburg’da) teshil aldığı yıllarda onunla yakın temasta olan dostlarının, dost-tanışlarının, özellikle de muallimlerinin ona olan kaygısı, insancıl münasebetleri eserde olduğu kimi ve sanatsal bir şekilde ele alınmıştır.  Genel olarak romanı bir tarihi eser kimi de kıymetlendirmek mümkündür. Müellifin burada tasvir olunmuş birçok tiplerin hakikatte de medeniyet tarihimizde yeri olan, özellikle de bu yakın tarihi geçmişte gerçek yaşamış ve yaşamakta devam eden, aynı zamanda yazarla yakınlığı, tanışlıkları olan bir çok tanınmış şahıslar olduğunu açık bir şekilde his etmek mümkündür.  Yazar bu şahısların adlarını, “durgunluk dönemlerinde” onların faydalı-faydasız faaliyetlerini, daha çok da anti demokratik hâkim ideolojiye karşı mübarezelerini açık bir şekilde, aynı zamanda tarihi hakikatlere bağlı bir şekilde yansıta bilmiştir. Böyle bir ifade yöntemi eseri daha inandırıcı, daha gerçekçi, hakikate uygun olduğunu ispatlıyor.

Köy insanlarına zulüm ve şiddet uygulanıyordu

 Zorbalığa, güce, şiddete, hele-korkuya dayanan komünist ideolojisinin ebedi olmayacağını, geniş kütlelerin arzu ve isteklerine ters olduğunu sonuna qadar müdafiye eden müellif, aynı zamanda eserin kahramanının da birçok şahsen tanıdığı dostları, arkadaşları gibi KGB-in “toruna düştüğünü” ve oradan canını zor bela ile kurtarabilmesini tabii olarak, hakiki bir şekilde yazmıştır. Eserin kahramanı bu beladan kurtulduğunu, onun o zamanın hâkim kanunlarını, adetlerini derinden anlamış olması ile de ilişkili olmasına bağlıyor. Bu kanunlar sözde her ne kadar hümanist, insancıl, demokratik görünseler bile onların hakikatle, dürüstlükle hiçbir bağları olmadığın eserin bir çok bölümlerinde, çok zaman da tarihi hakikatlere, kaynakçalara dayanarak ispat eden yazar, bununla birlikte eserin kahramanının KGB-de soruşturma zamanı bir daha bu kuralların ülke dâhilinde hiç de adaletli, adil bir şekilde onlara riayet olunmadığına dikkat çeke bilir. Kahramanın yalnız familyasının sonuncu “ov” harflerinin değiştirilmesi isteğinden onun hakkında resmi araştırma ve sorgulama açılması sahnesini tasvir eden yazar bir daha bu ülkede “Ruslaşma siyasetinin” aşırı derecede geniş derinlere dek gittiğini göstere biliyor.

Eserde lirik, psikolojik, dramatik sahneler de az değil, özellikle de yakın akrabalarının, hem yaşıtlarının ve ilçedeki yaşlıların hayata münasebetlerini, aile-maişet meseleleri ile bağlı fikirlerini, dillerine, dinlerine, adet-ananelerine, manevi, ahlak ve kültür miraslarına bağlı olduğunu gösteren sahneleri görmek mümkündür. Bu sahnelerde, özellikle de kahramanın hayat-gün dostu, eşi Şahnaz Hanımın hastalığı ile bağlı gerçekleri, geçirdiği heyecan dolu acı günler, onun karmakarışık psikolojik halı, düşünceleri, bu ağır günde yakınlarının, annesinin bile onun yanında olmadıklarına göre küskünlük hisleri oldukça canlı, poetik bir dille ifade olunmuştur. Böyle bir tesirli, sanatsal- ifade başarısının olması kitabın ilk bölümlerinde, Famil’in çocukluğunun, onun hayat hadiselerine hayranlıkla, merakla dolu derin bakışlarla yaklaştığı bir dönemi ifade ettiği sayfalarında özellikle duymak, görmek, his etmek mümkündür. Bu sayfaların emisyonel-estetik gücü büyüktür ve romanın merakla okunmasını temin ediyor. Bu meraklı ve tumtulu sahnelerde yazarın müşahede kabiliyeti, hakiki yeteneği, real görüşleri,  hayata, yaşamaya olan sevgi dolu felsefi bakışı okuyucu dikkatini kitaba bağlayan özelliklerindendir.

Eserin ilk sayfalarından esas kahramanın, aslında yazarın kendisinin bu marifetleri dikkat çekmektedir. Halkın adet-ananeleri, muhtelif, renkli törenleri, şenlikleri, düğün merasimleri, aynı zamanda hatta geyim kültürü bile etnografı bir şekilde kendi ifadesini tapmaktadır. Eserde birçok olumsuz manevi-etik davranış kaidelerinin tenkit olunması da yazar tarafından güçlü yazılmıştır.

 Para kazanmak hırsı, her neyin bahasına olursa olsun zengin, varlanmag isteği, bu yolda geçmişin manevi-etik değerlerinden vaz geçmek, ata-baba, kardeş, akraba, geçmiş medeni varlıklarımıza olan bağların hiçe indirilmesi kimi hallerin çoğaldığını gösteren müellif, aynı zamanda onların bize bir miras olarak eski komünist rejiminden kalması hakikatini göstermeye çalışır. En pis ahlaki davranışlar içerisinde rüşvet, onun insan maneviyatını sonuna kadar bozmasına özel dikkat çeken müellif bu negatif halın günümüzde de oldukça tehlikeli olabileceği fikrini hatırlatmak istiyor.  Tabii ki, bu fikirler slogan şeklinde değil, eserin esas idea-mevzusunun açıklanması sürecinde, tedricen ve eserde yer almış tiplerin davranışları, bu veya diğer ahlaki-manevi sorulara olan münasebetlerinin usta bir şekilde açığa çıkarılması yolu ile çözülüyor.

Prof. Dr. Eflatun Nemetzade’nin üzerinde söz ettiğim “UYANIŞ” (Ankara, Çetin Medya Yayınevi, 2007) romanı, yakın geçmişimizi, Sovyet İttifakı zamanında birçok halklar kimi Azerbaycan Türklerinin de “Demir perde” arkasındaki yaşam tarzını, azap-eziyetlerini, ıstıraplarını, sosyal haksızlıklarla yüz yüze geldiğini vs. bu gibi hakikatleri daha derinden anlamağa ışık tutuyor.

Bu kitabın sevgili okuyucularımızın seveceğini, yazara büyük şöhret getireceğinden şüphe etmiyorum. Çünkü yazarın ilk romanı gerçekten de kıymetli bir edebi eserdir. 

 

 Prof. Dr. Eflatun Neimetzade’nin “Uyanış” romanı.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.