Hala Sovyetler döneminde, babam, orman kıyılarında bostan salardı. Neler ekmezdi ki? Kavun, karpuz, çeşit-çeşit sebzeler, balkabak, kertof, soğan ve saire. Evimizde Selman adında uşak vardı. Babam onu II. Dünya savaşı yıllarında bir ağaçlıkta ac, susuz bayılmışken bulmuz, kucağına almış evimize getirmiştir. Büyük binamızın önunde iki odalı saman damlı evimiz vardı. Orada iki tendir, iki ocag ve evimizin bütün kışlık potatesi, kertofu, unu, pirinç ve yiyecekleri bulunuyordu. Yan odada iki ocak ve iki tandır vardı. Oda devamlı sıcak oluyordu. Annem oraya bir döşek, yorgan ve yastık götürdü, Selman adını verdiğimiz ucağ orada yatıp kalkıyordu ve annem sabah, öğlen ve akşam yemeğini orada yiyordu. Sonra o odaya Gülverdi ve Şahverdi kardeşleri de eklendiler. Bağ ve bostanımızı, tüm teserrüfatı üç çalışan idare ediyordu. Onları babam tıpkı Selman gibi açlıktan bayılmız halde bir çukurda görmüş, canı sıkılmış ve alıp Selman’ın odasına getirmişdi... Zavallı annem onları deva, dermanla sağaltmıştır. Bu iki kardeş için de geniş bir göşek sarmış, geniş yorğan ve alil acele iki küşük yastık yapıp Selmanın yanına bırakmıştır...
Bu üç adam, evimizin bütün teserrüfat işlerini yapıyorlardı... İki inek, iki camış, büyük toprak sahesi, yüzün üzerinde tavuk ve horozlar, on beş ördeğimize bakıyorlardı... Babam okul öğretmeniydi, yazda okul kapalıydı ve babam devlete ait Kolhoz’un patatesini, kavun, karpuzunu büyük yük arabalarıyla Bakü’ye götürüyordu. Orada devlet depolarına teslim ediyor geri dönerdi. Bu işlerde Selman, Şahverdi ve Gülverdi ona destek oluyordu ve evimizin bütün çalışmalarını yaparlardı... Ben coçukken bunları görüyordum... Arada bizler de Selman’a yardım ediyorduk. Ayrıca her gün erkenden Selman ormana giderdi, büyük odun yığınını ipe sarıyıp beline alıyor, eve getiriyordu. Sonra Şahverdi ve Gülverdi de onunla giderlerdi...
Babam, Pazar günlerinde devletten resmi izin belgesi alıp ormana toplu halde giderdik: baltalarla odun doğrardık ve babam büyük tır arabası kiralardı ve odunları bahçemize getiriyorduk. Genelde Selman, Gülverdi ve kardeşi Şahverdi odunları baltalardı ve tır arabasına yüklüyorlardı... Böylece kış için hazırlıklar yapılıyordu. Odunlar cift katlı büyük binamızın zemin katına sırayla diziliyordu ve kışta çelik sobamızın içine dolduruyor, yakardı babam. Odalar böylece güzelce isiniyordu. Abilerim sobanın etrafında oturuyor, ellerinde kitaplar Okul derslerimizi okuyardık. Tevfik, Mutaalim ve ben, zaman-zaman halı üzerindeki lampanın etrafında sinelerimiz üzerinde uzanıyor, derslerimizi okuyor-yazardık. Sinelerimiz halının renkleriyle kızarıyordu zaman-zaman... Yaz aylarında hemen-hemen her gün annem bizleri bahçemizde sıraya büyük tasın içine alır, tüm bedenimizi sabunla yıkıyordu. Kış aylarında Selmanın yattığı yan oda ile ocağın tam yanında yıkanıyorduk. Annemizin denetiminde oluyordu, elbette.
MACERALI COÇUKLUK YILLARINI YAŞADIK
Çok maceralı ve değişik bir Çocukluk yılları yaşadığımı söyleye bilirim. Ormanda odun toplamak, Deniz kıyısına yakında iki hektarlık bostan sahalarında zaman zaman rahmetlik amca oğulları Celal, Vagif ile birlikte gecelerdik... Sabah erkenden bostandaki kavunların benzersiz güzel kokularıyla uyanıyorduk... Çok romantik ve macera dolu bir çoçukluk yılları yaşadığımı söyleyebilirim...
Ahmed, Mirzalı amcalarımı göremedim... II. Dünya Harbinde iştirak ettiler, yaralandılar ve rahmete gitmişlerdir. Şair Gulam amcam Doktordu ve ayrıca evleri vardı. Rahmetlik amcamın evlatları ile aynı binada yaşıyorduk ve babam onlara da maddi yardım ediyordu.
Yaşadığımız binayı tanınmış doktor, dedem Mirza Mutallimi Erdebili inşa etmiştir. Sekiz odalı bina, kırmızı tülelerden inşa olunmuştu... Geniş eyvanı, yüksek tavanı vardı. İlçemişde ilk kırmızı tülelerden inşa olunan bizim binayı Astara ve Lenkeran İllerinde her birey tanıyordu. Bahçemize sanki Hastaneye gidiyormuş gibi her gün onlarca insan geliyormuş. Babam da, annem de, babaannem İncibeyim Hanım da bunu devamlı söylerdi...
Dedem, Mirza Mutallimi Erdebili, bir zaman Almanya’da Doğa Tıppını okumuş, dünyadaki tüm Doğa otlarının genetiğini öğrenmiş, her türlü Hastalığa karşı ilaçları, otları karıştırarak günlerce bişitiyor onları karıştırarak ilaçlarını hazırlıyordu. Otların sihirli bilicisiydi babam...
İran’da, Bakü’de, Gencede, Tiflis ve Kafkas’ta onun ismini biliyorlardı ve faytonu ile bu İl ve İlçelerine devamlı davet ediliyordu. Şıfalı elleriyle binlerce insanları tedavi etmiş muazzam bir doktordu...
Bakü Tiyatro Üniversitesinde öğrenciyken sınıf arkadaşım Sefa İsmayıloğlu ile Zabrat’taki evlerine aralıklarla birlikte giderdim. Sefa ile Astara İli Erçivan ilçesine de giderdik. Zabrat’ta iken komşuları Hacı Alekper kişi benimle ilgilendi ve doktor Mirza Mutallimi Erdebil’inin torunu olduğumu duyanda adam yerinden adeta zıplandı ve beni kucakladı:
-Sen Mirza’nın torunusun? O, benim babamı, annemi ölümden kurtarmıştır... 1926 yıllarında faytonu ve uşağıyla evimizde misafir oluyordu. Ailemizi çiçek hastalığından kurtarmıştır. O yıllarda köylerde çiçek hastalığından insanlar kırılıyordu, diyebilirim... Senin baban (deden) İlçemizde pekçok ansanları ölümden kurtarmıştır... Allah ona rahmet etsin. Senin deden ender doktordu ve güzel de şair olmuştur. Onu İran’dan özel davet ediyorlardı... Hatta Bakü şiir gecelerinde de şiir söylerdi. Heşterhana, Kafkas’a, Gence’ye, Tiflis’e tez-tez davet ediyorlardı, kendisini... Allah ona geni-geni rahmet etsin. Böyle doktorlar yüz yılda tek-tek yetişiyorlar. Adam konuşuyordu, arada bir beni de kucaklıyor ve kokluyordu... Senden de Mirza’nın kokusu geliyor, vallahi...
AMCA ÇOCUKLARINI DA BABAM OKUTTURMUŞTUR
Amca çoçukları Bakü’de okudular, eğitim aldılar, evlendiler... Dedemizin binası zamanla boşaldı... Sadece bizler kaldık...
Ağabeyim, Cerrah Doktor, Tevfik, 1971-72 yılında babamın eskimiz binasını söktü ve yerinde yeni, daha büyük bina inşa etti... Binanın zemin katından bir kutu bulundu. İçinde sadece Arap elifbasıyla yazılı, kaşelı Belgeler bulundu... Hepimiz şaşırıp kaldık... Ağabeyim, doktor Tevfik, İran’dan gelmiş bir Tüccarı evimize davet etti ve kağıtları okumaya başladı. Bunlar dedemin Azerbaycan’ın Bakü, Gence, Maştağa ve başka illerdeki mülklerin, toprakların Tapularıydı... Adam şöyle dedi:
- Doktor bey, bu kağıtlar, dedeniz Mirza Mutallim’in İran’da, Azerbaycan ve başka şehirlerdeki mülklerinin, topraklarının Tapularıdır... Eğer, devletten bunları talep etseniz, siz dünyadaki zenginlerden biri olacaksınız. Bütün neslinize yetişecek miktarda mülk ve topraklarınız vardır... Hepimiz şaşırıp kaldık. Babam ilçemizdeki ortaokulda zooloji ve ilkokul muallimi çalışıyordu. Ağabeyime şöyle dedi:
-Oğlum, al bunları ve elçatmaz yerde dursun. Sovyet devleti tüm mülk ve evlerimize, topraklarımıza el koymuştur. Bunu aklından bile geçirme... Aksi halde hepimizi topyekun buralardan Sibirya’ya sürğün edecekler... Bu konu burada da kapanmıştır ve hiç kimseyle konuşma bunları... Ağabeyim Tevfik, Tapuları topladı yukarı odasına doğru gitti...
Sovyetler çöktü... İlçe ve köylerde insanlar toprakları alil acele tuttular, böldüler. Köy muhtarı kapı kapı dolaşıyordu, insanlardan soruyordu:
-Toprak isteyen var mıdır? İnsanlar toprakları aldılar, paylaştılar...
Birgün Ağabeyime sordum: O Tapular hakkında neler düşünüyorsun? İlçemizdeki topraklar insanlar arasında mühürlü olarak paylandı... Adamlardan toprakları nasıl ala biliriz ki? dedi ve sustu. Öyle ise o Tapulardan bana iki-üç adet ver. Ben yukarılarla konuşacağım... Bana bakt baktı, sustu... Cevap vemedi... Bir daha bu konuyu hiç açmadı....
Ağabeyim, ailemize büyük fedakarlık etmiştir. Babam emekli olduktan sonra büyük ailemizin bütün maddi sıkıntılarını zahmeti ve kazancı sayesinde hall etmiştir. Ailemiz manen ona borçludur... Amma onun cevap vermediğine hala da anlam veremiyorum.
AĞABEYİM TEVFİK-AİLEMİZİN FEDAKAR KURTARICISIYDI...
Rahmetlik Ağabeyimi hepimiz çok seviyorduk... Saint-Petersburg’da Öğrenciyken üç yıl bana her ay maaşından para gönderiyordu... Bunları unutamam... Üçüncü sınıfta arkadaşlarım Pertopavlsk Yeraltı Gemi Eğitim Merkezinde Halk Teatrında Yönetmen işyeri buldular, iyi de maaş alıyordum. Orada eğitim alan Kursant gençlerle Operetlerden parçalar sergiliyor, onları eğlendiriyor, güldürüyordum. Haftada iki gün Tramvay’la Puşkino’da yerleşen Eğitim Merkezine gidiyordum... Ağabeyim Tevfik’ten rica ettim ki bana para göndermesin...
Çok kalabalık ailede büyüdüm... Beş erkek, altı kızkardeş idik... Ağabeyim ve Eldar erkek kardeşim rahmetlik oldular... Kardeşim Mutaalim de Bakü’dekı kardeşlerime hamilik yapmıştır, onun zahmetini de unutamayız... Bakü’de, Doktora İlmi Danışmanım, Cafer Caferov’un (Azerbaycan Komunist Partisi Genel Sekreter Yardımcısıydı) sayesinde devlet bana resmi olarak tek odalı menzil verdi... Duvar konşum, Akim adında bir Ermeni milliyetcisi ve Türk duşmanı, eşiyle birlikte yaşıyordu.
Koridorun başında özel mini Atölyesi açmış, balta, bıçak, testere aletleri belirliyor, yapıyor ve satıyordu... Bu şahıs katı Türk karşıtı, hainin tekiydi. Kardeşim Eldarı yanıma aldım, ekmek fabrikinde işe koydum, böylece güzel yaşıyorduk... Ermeni komşum, haftada, bazen de on günde bir evinde toplantılar düzenliyordu ve biz Azerbaycan Türklerine karşı hakaretler ediyorlardı... Kendisini uyardım... Oğlu Moskova’da yaşıyordu. Geldi ve onunla da konuştum, “Bu toplantılara son verin...” dedim.
Ben Saint-Petersburg Konservatuvarında Öğrenciyken, satkın Ermeni konşum, öldü... Hemen Bakü’ye geldim. Resmi gaydada devlet odayı bana tesis etti...
Böylece satkın komşum Ermeni’den hilas olduk. Sonradan duydum ki, Bakü’nün Ermenikent bölgesinde, her mahallede Ermeniler-Türk düşmanlığı toplantıları sergileniyorlar ve Azerbaycan Türklerine karşı konuşmalar yapılıyordur... Yakın çevre dostlarıma, resmilere bunu yeniden söyledim, fakat ilgilenen olmadı.
1990 olaylarında bu Toplantı Evlerine de baskınlar düzenlendi ve onları göçmeye zorladılar. Burada rahmetlik dostum – Elçibey’in büyük rolu olduğunu vurgulamak isterim. Böylece hain, Vandal, satkın, ikiyüzlü Ermenilerin bir kısmı - Bakü ve çevre reyonlarından Moskova, Rostov ve Özbekistan’a ve diğer bölğelere taşındılar, yok oldular... Amma otuz binden fazla Ermeniler bu gün de Bakü’de yaşıyorlar (?)...
Fakat, tarih boyunca İrevan ve çevresinde ezeli topraklarında yaşayan Azerbaycan Türkleri, Ruslar tarafından dede-baba topraklarından sürülmüşler...
Ruslar her defasında Türk düşmanlıklarını gösteriyorlar...