Bir anda bir dağın tepesinde bulmuştum kendimi. Anlamıyordum nasıl bir yerdi burası. Upuzun sarmaşıklar önümde bir bir uzanıyordu. O sarmaşıklar beni benden almıştı sanki. O kadar mutluluk ve heyecan verici bir şeydi ki! İnanın anlatamıyorum. Kokusu mis gibi ve de yumuşacıktı. Cennette miyim ne? Sarmaşıklar o kadar güzel ve de ahenkli idi ki! Ellerimin arasında kayıveriyordu. Dudaklarım kurumuştu iyice susamıştım. Bakmaya doyamadığım ellerimdeki sarmaşıkların tatlılığı beni cezp ediyordu. Sarmaşıklara dolandım aşağıya doğru sallanmaya başladığım. Ayaklarımı sağlam bir yere basana kadar indim. Öyle değişik bir kayalık büyükçe bir yaprağa benziyordu. Kayaların yanından aşağı indim. Öne tarafa doğru geçtiğimde. Biçimli düz bir ok gibi uzanan çalılar gördüm. Çalıların altından parlayan harika bir şey görünüyordu. Merak ettim iyice yanaştım. O ok gibi uzayan şeyleri yukarı doğru hafifçe kaldırdım. Aman Allah’ım safirdi bunlar yan yana hem de iki taneydi. Tahminime göre çokta kıymetliydi. Ancak hafifçe tozlanmışlardı. Toz değil de sanki bir buğulanmışlardı. Üzerine örtülen ok gibi şeyler aslında yumuşacıktı artık neden yapılmıştı bilemiyorum. Üzerini kaplayan çalılar müthiş derecede korumuştu safirleri. Safirleri yerinden söküp çıkarmak istiyordum. Ancak çok susamıştım. Neyse o ok gibi olan yumuşacık çalıları üstüne tekrar kapattım. Tabii ki safirleri kimsenin görmesini istemiyordum. Ardından su aramaya koyuldum. Aşağılara doğru inmeye başladım. Önümde uzunca bir duvar uzanıyordu sanki. Yapısı biraz olsun üçgene benziyordu. Üzerine doğru çıktım aşağı doğru baktım. Aşağıda iki tane birbirinin aynı mağara vardı. Neyse çevresini dolaşıp mağara ağzına geldim. İçi karanlıktı içeriye girmeyi düşündüm ama hoşuma gitmedi açıkçası. Arkamı dönüp az biraz aşağılara doğru baktım. Bu ikiz mağaranın hemen altında büyükçe bir mağara daha vardı. Hemen o mağaraya doğru yöneldim. Bu mağara daha büyükçe bir mağaraydı. İçine girdim içinde önce irkildim. Mağaranın içinde kocaman bir yılan vardı. Yılan sağa sola hareket ettiğini fark ettim. Anladığım kadarıyla yılan zehirli değildi. Çokta zararsız görünüyordu. Yılanın çevresinde bir dolu inci duruyordu. Belki de yılan bu incileri koruyordu. Mağara içeriye doğru uzanıyordu. İçeride küçük bir yılan daha fark ettim. Sanırım yavrusu olmalıydı. Karanlıktı ister istemez çekindim. İçeriye girmedim, su bulmalıydım. Girdiğim mağara biraz nemliydi. Su bulabilirim ümidiyle hemen yanımdaki kazmayı çıkardım, vurmaya başladım. Mağaranın içi biraz nemlendi bende epeyce bir yoruldum. Su çıkmasa da az da olsa oluşan nemi emdim. Dışarı çıktım. Çok yorulmuştum dinleniyordum. Biraz dinlendikten sonra tekrar yola koyuldum.
Çevreyi analiz etmeye çalışıyordum. Karşımda iki tane tepe vardı. Tepenin birine çıktım. O kadar güzel biçimli bir tepeydi ki! Yusyuvarlaktı özenle yapılmış sanki dolguydu. İçinde hazine olabilirdi. Tam tepeye çıktım. Tepenin üzerinde yuvarlak su oluğu gibi bir şey vardı. Önceden buradan su aktığı ihtimalini düşünerek oluktan dudaklarımla oluğu kavrayıp iyice emdim. Ben emdikçe sanki bana su vermek istemez gibi sertleşiyordu. Bende tepenin içinden su çıksın diye avuçlarımla çaresizce toprağı sıkıyordum. Ardından çok az bir su geldi. Yorulmuştum sonra öteki tepeye yöneldim birbirinin aynı büyüklükte bir tepeydi. Onun üzerinde de su oluğu gibi bir şey uzanıyordu. Aynı şeyleri ona da yaptım çok az bir suda ondan içtim ama doymamıştım. Susuzluğum hâlâ gitmemişti.
Aşağılara doğru gidiyordum sonra önüme hafif bir rampalı bir yer çıktı. Üzerinde küçük bir delik vardı. Yanılmışım küçük bir çukur varmış. Delik değilmiş enteresan. Neyse aşağılara doğru inmeye devam ettim. Aşağıda çalılarla örtülü bir mağara daha buldum. Çalıları araladım içeri girdim. Çok harika bir yerdi. Çalılar içeri girmeme resmen engel oluyordu. Biraz zorla da olsa içeri girdim. Kazmamı yeniden çıkardım. Su aramak için kazmamı vurdukça vuruyordum. Su çıkmak bilmiyordu. Kazmayı vurdukça su bulma ümidiyle daha çok vuruyordum. Bu ara yukarılardan bir ses gelmeye başladı sanki. Safir adası bağırıyordu. Kafamı yukarı kaldırdığımda yukarıdaki mağaradan anlaşılmaz inleme sesi gibi sesler geliyordu. Safir adası resmen bana su vermek istemiyor inliyordu. O safirlerin üzerindeki ince oklar sanki yukarı kalkmış safirler pırıl, pırıl yanıyordu. Kazmayı vurmaya devam ettim. Duramazdım çünkü çok susamıştım. Ne oluyordu anlamadım önce bir haykırış sesi duyar gibi oldum. Ardından mağaranın içinde önce kızılca bir su akmaya başladı. Ümitlenmiştim. Kazmayı vurdukça vuruyordum. Sanki suyu bulacaktım ben kazmayı vurdukça kızılca su arttı. Ve yukarıdaki mağaradan sesler artık iyice artmaya başlamıştı. Sanki safir adası bana su vermek istemiyordu. Arazi iyice sertleşmişti. Neyse kızılca su azalmış artık daha güzel bir su akamaya başlamıştı. Evet, harika bir suydu bu. Doya doya içiyordum. Mağaranın içinden su akıyordu artık. Susuzluğumu giderecekti sanki. Suyu içtikçe içiyordum. Artık mağaradan sesler gelmiyordu. O safirlerin üzeri tekrar kapanmıştı. Kazma vurmaya benimde dermanım kalmamıştı. Oracıkta bir yere mağaranın önüne yattım. Oracıkta uyuyakalmıştım. Saatlerce uyuduktan sonra yine susamıştım. Ancak her ne hikmetse su yine kesilmişti. Anlayamadığım ama harika tatlı bir suydu yeniden kazmayı çıkardım. Vurdukça vurdum, vurdukça vurdum. Sonunda yine o harika su çıkınca doya doya o suyu içtim. Susuzluğumu gidermiştim. Çok geçmeden tekrar yukarı çıktım. Önceden dolaştığım yerleri tek tek gezdim. Ellerimle her yere dokundum harika bir mutluluktu. Safir adasındaki o safirleri, incileri olduğu yerde bıraktım. Onları alıp gitmek içime sinmedi. Bu bakir toprakların artık tek sahibi bendim. Susadıkça o tatlı sudan içmek için safir adasına daima ziyarete gidiyorum. Önceden bana suyu vermeyen safir adasının sularını artık istediğim gibi içiyorum.