Ankara elinizden tutmuşsa sizi önce şair yapar! Sonra da sokağa salar. Ne görür ne işitirsen yaz babam yaz…
***
Melih Cevdet Anday’ın “Rahatı Kaçan Ağaç”ını herhangi birinin bulması mümkün değildir. Çünkü;
Tanıdığım bir ağaç var
Etlik bağlarına yakın
Saadetin adını bile duymamış
Tanrının işine bakın
***
Mustafa Miyasoğlu’nun “Efkâri” havalarında dalmışsanız Ankara’nın içine dilinizden dökülecekler de bellidir:
Bağrıma taşlar basmışım
Gecem gündüze karışmış
Farkında olmamışım
(…)
III
(…)
Mağrip şaşkın bir attır
Bağdad kanayan yara
Kahire çekilmez kahır
Tahran’sa yeni ufuklara
Kaygısızca uzanır
Dökülür sokaklara
Ah Ankara Ankara
Kalbin nasıl dayansın
Ba’de harab’il Basra
Ve “Fetret Mesnevisi’nden”
II
Ankara’nın ilk günleri her şey yeni
Yenişehir’e gelir harp zenginleri
(…)
Zoraki adımlarla demokrasi dönemi
Sürekli darbelerle su alıyor bu gemi
Yeni dünya düzeni böyle ister hep bizi
Büyüdükçe gölgemiz keserler sesimizi
***
Hüseyin Atabaş, “Bir Yılbaşı Kartı” göndersin de Ankara’nın kişiyi ne hallere düşürdüğünü görün:
Altındağ’ın göz göz ışıklarıyla
bir kış gecesidir şimdi Ankara’da;
şimdi yaşamak yaşamak kar yağıyor dışarıda.
Kalemi, kağıdı çıkarıyorum önce cebimden
şairliği bir yana bırakarak
bir pencere resmi çiziyorum
Kavaklıdere’nin oralarda.
Buğulu camlar ardında
bir genç kadının dudaklarını çiziyorum
***
Mustafa Emre de “Bir Bozkır Ezgisi”ni dillendirir:
Ankara Kalesine tırmanırken
Serin yellerin ürpermelerinde
Bozkırın ezgisi gökkuşağı olmuştu
Binlerce yürek atıyordu en derin yerinde
Şairane Ankara turumuz başka şair dostlarla sürecek…