Mıdık'ın Ramis *Karasevda'ya* tutulduğunda önce köy cami'nin kısacık minaresine çıktı;
"Cevizin yaprağı dal arasında" türküsünü söyledi.
Türkünün;
"Güzelil severler bağ arasında" kıtasını
"Güzeli severler mercimek tarlasında" olarak değiştirdi.
Minareden indi, kendisini yatıştırmaya çalışan; kim olduğu, nereden geldiği *muamma* Garnıbüyük Hoca'ya cami'nin önünde talim yaptırdı.
"İleri marş!" komutuyla yürüyen Garnıbüyük Hoca'nın ayağındaki bordo renkli yer yer idrar lekeli yemenisinin topuğuna basıp çıkardı!
Garnıbüyük Hoca yemenisini ayağına takmak için eğildiğinde sırtına bindi. Karşısında güreşe durdu, perdah çekerek çevresinde dolaşırken el ense çekip yere indirdi, burnunu topraklara sürdü...
Pantolonunun paçasını dizkapağına kadar çemredi. Yalınayak dağlarda bayırlarda koştu. Bulgur sokusunun üstünden uzunlamasına, başıboş eşeklerin üstünden yanlamasına atladı. Yemeden içmeden kesildi. Uykuyu durağı yitirdi. Gözlerine yabanıl bir korku oturdu. Kan çanağı gözleri, korkunç hareketleriyle eve barka sığmadı...
Atı olan köylüler atlarına binip yakalamak için kovaladılar. En sonunda köyün alt kısmı tarlalarda sıkıştırıp yakaladılar. Üç beş kişi başına çullanıp elini ayağını bağladılar.
"İçine cin girmiş, böyle sakin böyle efendi bir genç nasıl böyle olup dellenir! dediler.
İlçeden cip çağırdılar. Gelen cipe yükleyip *Cinder Hoca'ya götürdüler.
Cinder Hoca aldı *Cinliyi!* hastayı, sadece kapısı olan karanlık bir odaya kapattı. Refakatçileri köye gönderirken;
"Bir hafta sonra gelin. Allahın izniyle size eskisi gibi sapasağlam, teslim edeceğim" dedi.
Refakatçiler almaya geldiklerinde Mıdık'ın Ramis kuzu gibi olmuştu!
Kuzu gibi olmuştu olmasına da; durulup süzülmüş, eli ayağı çözülmüş omuzları düşmüş, *saflaşmış* yirmili yaşların o ele avuca sığmayan güçlü kuvvetli delikanlısından eser kalmamış, insanın yüreğine işleyen melûl melûl gözlerle bakar bir hâl almıştı!
Cinder Hoca hastayı teslim ederken;
"Böyle hastaların içinden cini çıkarmak için *sopa atmak* gerekir. Allah onlardan razı olsun. Yardımcılarımla birlikte gapattık aha şu odaya, verdik zopayı, verdik zopayı. Hı, eyi olman ellam!" dedi.
Rahmetli Ramis Dayı, bu dayaktan sonra böyle saf, böyle boynu bükük kaldı hep, ölünceye kadar!
Tıp tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. Tarih öncesi çağlardan şamanlardan, şifacılardan, günümüze yerel kültürün, dinin, din felsefesinin etkisinde kalarak gelen tıp, önceleri daha çok zenaat ve el becerileriyle birlikte düşünülüp algılanmıştır.
Erken dönem Tıp bilgilerine Antik yunan ve Babil kaynaklarında rastlamaktayız.
*Hipokrat yeminin* MÖ 5. yüzyılda ilk defa Antik Yunanistanda yapıldığı, sistematik tıp eğitiminin ise 1220'lerde İtalya'da başladığı söylenmektedir.
Bizim tıp tarihimizin övünç kaynağı, İbni Sina'dır. İbni Sina ve öğrencilerinin o dönemde yazdıkları kitaplarla; tanı, tedavi yöntemleri Dünya tıp fakültelerinde ders olarak okutulur, Hipokrat kadar önemli olduğu kabul edilir.
Bizim çocukluğumuzun rüya mesleği, ya tıp doktorluğu ya da savaş pilotluğuydu.
Günümüzde teknolojini gelişmesi gençleri bilgisayarla, yazılımla, programcılıkla ilgili alanlara yöneltmiş olsa da insan, daha doğrusu canlı olduğu sürece tıp bilimi de önemini yitirmeyecek; hatta teknolojiyle bütünleşerek, insan sağlığı ile yaşamı ile ilgili harikalar yaratmaya devam edecektir.
Doktorlar, sağlıkçılar; iyi ki varsınız. Bizleri cinderlerin! şifacıların muskacıların elinden, dayağından kurtardınız! Bu bile yeter.
BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN...
Saygılarımla...