Sokaktaki hırsızların çeşitleri var. Kimisi yankesicidir, kimisi gasp yapar. Bir de ‘şamatacılar’ denilen tipler mevcut. Birkaç şamatacı, kalabalık bir yerde, aralarında danışıklı bir kavgaya tutuşur. Birbirlerini itip kakmaya, bağırıp çağırmaya başlar. Çevredeki bazı saf vatandaşlar da ümmet-i Muhammet kavga etmesin diye, şamatacıların arasına girer, onları ayırmaya çalışır.
Elbette şamatacılar aynı zamanda ‘yankesme’ işinin de ustasıdır. O itiş kakış arasında, bizim zavallı saf vatandaşın cebinden cüzdanı, köstekli saati, artık neyi varsa yer değiştirir.
Sonra şamatacıların her biri, karşısındakine küfür ve tehditler savurarak, farklı yönlere doğru uzaklaşır. Saf vatandaş, biraz sonra başına gelenleri fark eder, fakat geçmiş olsun.
Özellikle İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerde, bu şamatacılar tarafından çarpılmış vatandaş hikâyeleri ziyadesiyle yaşanmıştır.
KOF KABADAYI
Bir de her zaman yaşanmış veya yaşanabilecek türden benzer hikâyeler olduğunu biliyoruz. Hadi, bu muhtemel hikâyelerden hayalî bir örnek daha anlatalım:
Mahallenin birinde, oraya ‘lider’ olmaya çalışan, fakat aslında kof kabadayı olan bir tip vardır. Bulduğu her fırsatta, ‘mahallenin abisi’ rollerini kesmeye çalışır.
Elbette durup dururken ‘dayılık’ da olmaz. İhtiyaç duyulan ‘gerekçeyi’ bulmak zor değildir. Öte mahallenin hakiki kabadayıları, kendi mahallelerindeki ‘dayak yemeye doymayan’ fakat namussuzluğu da elden bırakmayan bir ‘nesebi bozuğu’, getirip beriki mahalleye ‘azıtırlar.’
Böylelikle, hem sürekli sıkıntı çıkaran nesepsizden kurtulmayı, hem beriki mahallenin huzurunu bozmayı, hem de yaşanacak huzursuzluğu bahane edip, mahallenin nimetlerine çökmeyi murat ederler.
Ayrıca, mahalleye kakışladıkları nesepsizin, yapacağı pisliklerle hırgür çıkarmasına yardımcı olacak kışkırtmalardan da geri durmazlar. Yani Anadolu’daki tabirle, köpeklerini saldırtmak için “Tut!.. Kis kissss!..” diye coşku verirler.
Nesepsiz, yerli yersiz bahanelerle, etraftaki mahalle sakinlerine, özellikle de aynı avluyu paylaştığı zayıf aileye zulmetmeye başlar. Maksadı, o aileyi oradan kışkışlamaktır.
Bu arada, mahallenin kof kabadayısı da boş durmaz; ikide bir sesini yükseltir, hem nesepsize, hem de arkasındaki hakiki kabadayılara tehditler savurur. Hatta arada bir, elindeki sapanla taş fırlatır.
NESEPSİZİN KORUYUCULARI
Kof kabadayının bu tehditleri ve attığı sapan taşları hem nesepsize hem de arkasındaki öteki mahallenin kabadayılarına, beriki mahalleye sarkmak için altın fırsatlar sunar. Beriki mahallenin orta yerine taşla-sopayla gelip dikilen öteki mahallenin saldırganları, etraftaki herkese meydan okur. Korumaları altındaki nesepsize uzanacak elleri anında kıracakları tehditlerini savurur.
Mahallenin kof kabadayısı ise, avlu kapısını sıkı sıkıya kapattıktan sonra, evinin penceresinden ‘intikam yeminleri’ sıralar, hem de elindeki sapanla, sokaktaki kabadayılara arada bir taş fırlatır.
Kabadayıların koruması altındaki nesepsiz ise arada bir elindeki tüfekle sağa sola, özellikle de aynı avluyu paylaştığı ailenin fertlerine mermi yağdırır. Bazen milerden, kof kabadayının camına-çerçevesine isabet eden de olur. Neticede kof kabadayı birkaç tehdit ve intikam cümlesi daha kurar; öte mahallenin kabadayıları tarafından koruma altında tutulan nesepsiz de çöktüğü ev ve arsanın sınırlarını biraz daha genişletmiş olur.
Bu arada, huzuru kaçırılan mahalle sakinleri, sükûneti tesis ve mağdur aileleri korumak adına, bir yandan nesepsizi dizginlemek için çareler ararken, öbür yandan da itin sahiplerinden, sonuç getirmeyen ricalarda bulunur. Fakat aldıkları karşılık, her durumda nesepsizin korunacağı ve önünde alan açılacağı şeklinde olur.
YAŞADIĞIMIZ GERÇEKLİK
Hikâye dedik, ama bölgemizde yaşadıklarımıza ne kadar benziyor, değil mi? Ortada bir nesepsiz saldırgan var… Onu mahallenin başına bela eden, böylece kendi itlerinin saldırganlığını öteki mahalleye ‘satan’ emperyalistler var… Bir de her defasında, boş tehditler ve intikam söylemleriyle, saldırganlara, müdahale ve mevzi kazanma fırsatı sunan kof kabadayı var.
1918’den bu yana, bilhassa da 1948’de İsrail denilen terör örgütünün Filistin topraklarına yerleştirilmesi ve devletleştirilmesi sürecinde yaşananları… 1967 savaşı sonrası ve 1980’li yıllardaki yayılmacı saldırganlıkları… Ve nihayet 7 Ekim 2023’ten bu yana yaşananları düşünelim. Sonra da bölgemizdeki zulüm ve soykırımların ‘kahramanlarını’ (!), hikâyedeki tiplerin yerine yerleştirelim.
Maalesef yaşamakta olduğumuz gerçeklik, hikâyede yaşananların tam bir izdüşümüdür.
İsrail adlı terör örgütü etrafa saldırır, mahalleliyi taciz eder, yakın çevresindekileri oradan uzaklaştırmak için akla hayale gelmeyen zulümler yapar…
İran da bunu bahane ederek, bölgede kendisine alan açmak ve etkinlik kazanmak adına, İsrail ve arkasındaki ABD ve diğer emperyalistlere tehditler savurur, intikam yeminleri sıralar.
Sonuç? Sonuçta, başta mazlum Filistinliler olmak üzere, çevredeki bütün Müslüman ülkelerin rahatı, huzuru, refahı yok edilir.
ARTIK BU OYUNDAN SIKILDIK
İran’ın son ‘intikam yeminlerinin’ üzerinden 21 gün geçti. Son 15 gündür de her gece TV ekranlarında, İran’ın kaç saat içinde İsrail’e saldıracağı meselesini tartışıyoruz. Ve biz bu filmi, 1979’dan beri, 45 senedir seyretmek zorunda kalıyoruz.
Öylesine bıkkınlık verdi ki bu temcit pilavı, sonunda Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan, diplomatik nezaketi filan da bir kenara atarak, “Biz artık bu oyunu oynamıyoruz…” demek zorunda kaldı.
Evet… Bu oyunu oynamak istemiyoruz. Oyunu bitirmek için, Türkiye’nin biraz daha güç toparlaması ve etrafındaki sessiz ama haklı olan ülkeleri birleştirip, katarı yola çıkarması lazım. Bunun için de biraz daha zamana ihtiyacımız var. İnşallah o zamanı ele geçiririz.