..... Uyumadan önce son sigaralarını içiyorlardı. Evin sahibi, uzun boylu kocamış bir adam, vaktiyle Türklerle savaşmıştı, oturdu onlarla çene çaldı.
*Evlatlar, size bir diyeceğim var. Sözüme kulak verin, dinleyin, aklınızdan çıkarmayın. Eğer sağ salim dönmek istiyorsanız, insanlık yasasına aykırı gitmeyeceksiniz"
Hangisiydi o?"
Hangisi mi? Başkasının malına el sürmeyeceksin bu bir.
Tanrıdan korktuğun gibi, kadınlara el değdirmeyeceksin bu iki.
Bir de bazı dualar var, onları ezbere bileceksin...!
Türklerle savaşı baştan sona yaşadım ben. Ölümü heybe gibi omuzumda taşıdım da kılıma bir zarar gelmedi. Neden? İşte hep o dualar yüzünden...!
Öbür odaya girerek ikonun altında bir şeyler karıştırdı, burum buruşuk rengi uçuk bir kağıt parçasıyla döndü geldi.
Duaların sayısı üçtü. Herkes dilediğini yazsın diye.
Silahlara karşı Dua:
*Tanrının lütfu üstümüzden eksik olmasın. Dağların hepsinde bir beyaz taş var. At gibi kocaman. Su nasıl taşa geçmezse, ben tanrının inançlı kuluna ve atma da ok yay, barut, kurşun işlemesin, bana gelince seksin... Ben senin inançlı kuluna bir şey olmasın. Amin.*
Savaş Duası:
*Ben tanrının inançlı kulunu savaş anında taşlarla örtüp, her tür silahtan, her tür milletin saldırısından koruyun, Amin.*
Hücum Duası:
*Savaşa giden ben tanrının sofu kulunu ve yoldaşlarımı taktis et. Yarabbi bulutlara sar, onları cennetlik taştan surunla koru, vb. Amin.*
Kazakların bir kısmı duaları yazıp gömleklilerinin altında, analarının okuyup üfleyerek koyunlarına koyduğu küçük ikonların, (Çarmığa çivilenmiş İsa ya da Hristiyan erenlerinin figürleri) köylerinden getirdikleri köy toprağı dolu küçük keselerinin yanına iliştirdiler.
AMA ÖLÜM AYRICALIK GÖZETMEDİ. Duaları yazanları da yazmayanları da alıp götürdü. Vücutları Galiçya’da, Doğu Prusya’da Karpatlar’da ve Romanya’da savaş ateşlerinin kızıl kızıl parladığı, Kazak atlarının toprakta toynak izi bıraktığı her yerde çürüdü kaldı...
(SOLOHOV- VE DURGUN AKARDI DON kitabından bir bölüm.)
Binlerce yazar, savaşla ilgili öyküler, romanlar yazmışlar, binlerce ressam savaşın vahşetini ateş içinde, kan içinde yıkım içinde ateş renginde kırmızıyla, bitimi yok oluşu siyahla griyle tuvallerine işlemişler, gene binlerce müzisyen içimizi dağlayan eriten namelerle notaya dökmüşler, ninelerimiz analarımız ağıtlar yakmışlardır…
Savas, iç savaş bu kadar basit mi? Birinde hiç tanımadığın savaş ortamında olmasa belki de tanışıp, sohbet edebileceğin, ayrı ülkeden olsa bile birlikte çay, kahve içebileceğin, kendi halinde bir ana babanın çocuğu. O da senin gibi bir çiftçi belki de... Ortak alışkanlıklar, ortak yaşam tarzları bulabileceğin bir küçük esnaf, ya da evlenme hazırlığı yapan küçük bir memur…
Diğerinde yani iç savaşta;
Daha düne kadar senin ev komşun, dükkan komşun olan biri… Daha düne kadar birlikte düğünlere gidip el ele omuz omuza halay çektiğin, kahveye gidip Okey oynadığın, evinin anahtarını, çocuğunu ona bırakabilecek kadar içten, samimi güvendiğin akrabalarından bile üstün tuttuğun birisi… Bu ve buna benzer olayların binlercesini bizler yaşamadık mı? Ülke olarak, halk olarak dünya uluslarından birisi olarak…
O gün atalarımızın dedelerimizin adını sanını bile bilmedikleri, hatta adını belki de doğru olarak telaffuz bile edemedikleri, bilmem ne coğrafyasının bilmem ne ülkesinin toprağında bıraktıkları bedenlerini, bu gün raketlerin uzun menzilli füzelerin teknolojik silahların kızıl ışıklarının şavkında ve tank paletlerinin öldürücü ağırlığı altında ezdirmedik mi?
Giden yiğitlerin, sönen ocakların arkasından ağıtlar yakıp kederini, acısını içine gömerek, içten içe eriyip ecelinden önce ölen ninelerimiz, analarımız hangimizin evinde yok ki…!
Savaş iç savaş bilen için, anlayan için elbette hiç te basit, söylemi bile hiç te kolay olmamalı...!
Bunun en güzel örneğini ömrü savaşlar içinde geçen, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK vermiştir.
"YURTTA BARIŞ DÜNYA’DA BARIŞ" demiştir...
Arap coğrafyasına bir bakalım. Orada kan var, orada ateş var, orada ölüm var, orada tecavüzler var, orada insanlık dramı var...
Orada yeşermemiş umutlar, orada terk edilmiş geçmişler, orada yaşanmamış yarım kalmış hayatlar, gerçekleşmemiş hayaller var...
Orada ihanet var. Orada dünkü komşusuna düşmanlık, orada dünkü komşusuna tecavüz var... Orada tüm insani değerlerin yitirilmişliği, gözü dönmüşlük, insanlıktan çıkmışlık, korkunç derecede bencillik, kendini sadece kendi hayatını kurtarabilme içgüdüsüyle hayvanca bir davranış var...
Orada bir ölümden kaçarken, başka bir ölümle Akdeniz’in, Ege denizinin soğuk sularında boğularak ödüllenme var...
Ülkeniz, ülkenize bağlı bir toprak ya da soydaşlarınızın yaşadığı, garantör olduğunuz ülkeler işgale, saldırıya, zulme uğrarsa karşı konulur, gerektiğinde savaşılır. Çanakkale Savaşında İstiklal Savaşında ya da Kıbrıs Barış Harekatında olduğu gibi… Böyle savaşlar haklı savaşlardır, işgale saldırıya uğradığınızda elbette cevabını en sert şekilde vermek devlet olarak millet olarak sizin hakkınızdır.
Her ülkede iktidar sahipleri zaman zaman gözleri dönmüşçesine “İÇ SAVAŞTAN” bahsedip, halkı korkutarak kendilerince alternatif polis gücü, milis gücü oluşturmaya çalışırlar. Demokratik ülkelerde demokrasinin organı bildiğimiz seçim yoluyla gelen bir iktidarı halk beğenmezse gene seçim yoluyla gönderir. Devlet hiçbir hükümete ya da hiçbir kimseye baki değildir. Devlet organları aracılığı ile yeri geldiğinde yöneticilerden hesap sormakla da yükümlüdür.
Yasadışılıktan, ülkenin yağmalanmasından, adam kayırmadan, emperyalistlerle işbirliği yapmaktan, kötü yönetimden dolayı hesaba çekilme korkusu yeni yeni suçlara gebe olmamalıdır.
Saygılarımla…