Yazımın en başında şunu hassaten belirtmeliyim: “Gerçek demokrasi, halkın yönetime, seçimden seçime beş yılda, ya da dört yılda katılımı ile değil, her daim etkili bir şekilde katılımı ile sağlanır.” Bunu başta belirtikten sonra Ülkelerde uygulanan seçim sisteminin ve adayların belirlenme yöntemlerinin önemine dikkat çekeceğim.
Demokrasi kavram olarak Eski Yunan’da çıkmış olsa da, esasta ismi demokrasi olmasa da, insanlığın toplum ve Devletlerin var olduğu birçok yerde, değişik kültürlerde demokrasinin izine rastlanmaktadır. Demokrasi denildiği zaman sanmayın ki, özümüze ve kültürümüze aykırıdır. Hayır hayır, demokrasi hem inancımıza, hem ananelerimize uygundur. Türk kültüründe seçim ve istişare vardır. Kağanların kurultay toplaması, halkın ve beylerin görüşlerinin kurultayda dile getirilmesi elbette Oğuzlarda, Ecdadımızda bir kültürdür ve uygulanan bir yöntemdir.
Tarih boyunca ecdadımız, Asya’da ve Avrupa’da birçok Devlet kurmuştur. Bu devletlerin bazılarının uzun ömürlü olmasında Türklerdeki danışma ve teşkilatçılık fikri önemli yer tutmaktadır. Asya Hun Hükümdarı Mete’nin kurduğu toy meclisleri, Devlette birlikte karar almanın ilk örnekleri arasında yer almaktadır.
Milletimiz açısından İslam dininin benimsenmesinden sonra da zaten “istişare ve meşveret” Kur’an’da bir emir ve yükümlülüktür. İstişare ve meşveret Dinimizin emridir. İstişare ve meşveretin önemini belirten iki Ayet-i Kerime ve bir Hadis-i Şerif’i dikkatlerinize sunuyorum: “Yapacağın iş hususunda onlarla meşveret et.” (Al-i İmran Suresi, 169) “Onların işleri, aralarında istişare (danışma) iledir.” (Şura Suresi, 38) Hz. Ebu Hüreyre (ra), “Ben, Resulullah'tan (asm) daha çok istişare eden ve yapacakları işlerde meşveret eden birini görmedim,” der. (Tirmizi, Cihad, 35)
Bu noktalar itibariyle, “halkın ve vatandaşların her vakit ve her daim istişare ve meşveret edilecek bir merci olarak görülmesi, şahsımın en temel siyasi düsturunu oluşturmaktadır.”
Tabi, seçimler de netice itibariyle bir istişare ve meşveret yöntemidir. Beş yılda, ya da dört yılda bir yapılan seçimler halka sunulan program ve projeleri kabul edip etmediklerini sormaktır. Bundan dolayı seçimler çok önemlidir. Seçimler, Ülke düzeyinde bir kamuoyu ve kanaat belirlemektir. Seçimler, iktidarın başarılı ya da başarısızlığını, muhalefetin de iktidara hazır olup olmadığını, ya da halk tarafından kabul görüp görmediğini belirler.
Seçimler demokrasinin olmazsa olmaz şartıdır. Bunda hiçbir ihtilaf ve bunda hiçbir fikir ayrılığı yok. Gel gör ki, seçimlerin yöntemi ve adayların nasıl belirlendiği çok mühim bir konudur. İşte bundan dolayı “Seçim Sistemi Demokrat Değilse Demokrasi Laftadır” diye başlık attım.
Seçimlerde uygulanan yöntem, TBMM’ye milletvekili olarak girmek için uygulanan baraj oranı, adaylar belirlenirken gözetilen denge, adayların kim olacağına karar verme aşamasında “ön seçimin hakim gözetiminde mi yapıldığı”, temayül yoklamalarına ne kadar uyulduğu, liderler halkın gözünde revaçta olan adayları mı listeye yerleştirdiği, yoksa kendilerine sadık bir tebaa gibi tabi olacak kişileri mi listeye koydukları, bunlar büyük önem taşımaktadır.
Ülkemizde birçok kimsenin bildiği bir gerçektir ki, seçimlere gidilmeden esasta kimlerin milletvekili olacağı üç aşağı-beş yukarı bellidir. Çünkü illerde hangi parti ne kadar oy alacaktır? Bunları tahmin etmek zor değildir. Bunu tahmin ettikten sonra, bir adayın bir partinin o İldeki kaçıncı sırasında seçimlere girdiğini de listeler YSK tarafından açıklandıktan sonra gördüğünde, durum az-çok belli olmaktadır. Mesela, bir parti ki, bir İlde en az üç milletvekili çıkartacak potansiyele sahipse, siz de o partinin, ilk üç sırasında yer bulmuşsanız, yerinizde olsam, “seçimlerde çok fazla gayret göstermem, yan gelir yatarım.” Şaka değil, gerçek bu.
Zaten, birçok yerde seçilecek yerlerden aday gösterilenler bunu böyle uyguluyorlar. Sanki çalışıyormuş gibi görünseler de, seçimlerde çok da fazla gayretli olmuyorlar. İnsanın doğası zaten bunu gerektirir.
Bu noktadan hareket eden particiler, genellikle, seçimde milletvekili potansiyelleri bir İlde üç ise, dördüncü sıraya çok popüler ve çok sevilen bir kişiyi aday olarak listeye koyarak, potansiyellerini artırmak istiyorlar.
Adayların parti genel merkezleri tarafından, tepeden inmeci bir yöntemle, adeta dayatmayla, “sırf liderliğe sadık olacaklar” diye keyfe göre belirlenmesi, elbette demokratik değildir. Bu şekilde oluşturulan listeler bir normal seçimi göstermez, ancak, liderlerin genel merkezden belirlediği adayları mecburen halkın da tasdik etmesini gösterir.
Bunun yanında, “tercihli sistem” de halka verilen önemi gösterir ve o da daha demokratiktir.
Bu Ülkede benim hatırladığım kadarıyla yalnızca 1991 yılındaki seçimlerde tercihli sistem uygulandı. Bu sistemle halk, oy pusulasındaki listedeki adayların birinci sırasındakini de, onuncu sırasındakini de seçebiliyordu. Birinci sırasındaki onuncu sıraya, onuncu sıradaki de birinci sıraya gelebiliyordu. Tercihli sistemde vatandaş listedeki adaydan istediğini işaretleyebiliyordu. Bu yöntem daha demokratiktir.
Buna göre, adayların ön seçimle hakim gözetiminde belirlenmesi ve ardından da seçim sırasında vatandaşın önüne konulan listedeki adayı seçerek başa getirme imkanı olması, demokrasiye uygundur. Demokrasiye uygun olan bu yöntem, liderlerin güçlü ve tek adam şeklinde her partide devam edegelen alışılmış uygulamalara uygun mu? Değil elbette.
Halkın milletvekillerini kendi belirlediği her sistem liderleri güçsüz kılar. Liderler de parti içerisinde güçsüz konumda olmayı istemezler.
Gelin şimdi buradan yakın! Vatandaş mı güçlü olacak, liderler mi güçlü olacak? Liderler güçlü olduğunda vatandaş güçsüz oluyor, vatandaş güçlü olduğundan liderler güçsüz oluyor. Buyurun buradan yakın!
Ben şahsi görüş ve siyaset felsefesi bakımından vatandaşın güçlü olduğu bir sistemin ve tam demokrasinin yanında yer alan fikirlere sahibim. Çünkü siyasette tek adamlığa değil, istişareye, danışmaya ve meşverete önem veriyorum. İstişare, meşveret ve şuraya dayalı bir yönetim için vatandaş siyaseten güçlü olmalıdır.
“Demokrasi, demokrasi” diye hava atmaya gerek yok. “Göstermelik demokrasinin adı batsın.” Bazen “demokrasi” dersiniz de, vatandaş ağzını dahi açamaz. Bazen de ismi demokrasi olmaz da “en güçsüz vatandan devlet başkanına kafa tutar.” Ne söylemek istediğimi İslam tarihinden şu yaşanan örnek ile daha net anlatıp yazımı sonlandırıyorum:
Müslümanların halifesi Hz. Ömer (ra) bir gün hutbede cemaate şöyle seslendi:
“Ben haktan ayrılırsam ne yaparsınız ” Cemaat içinden bir sahabe kalkarak cevap verdi:
“Seni kılıcımla düzeltirim ya Ömer!”
Hz. Ömer (ra) ellerini açarak;
“Ya Rabbi! Sana şükürler olsun ki ben Senden gaflete düşersem, Senin adaletinden ayrılırsam, beni kılıcıyla doğrultacak cemaate sahibim” diye şükretti.
İşin en garip tarafı ve en ilginç durum neydi biliyor musunuz Ey Aziz Dostlar! Hz. Ömer’e (ra) o şekilde ikaz eden kişi, sahabeler içerisinde zenginlik ve toplumsal güç bakımından en zayıf bir konumdaydı.
Devlet Başkanına herkesin ses çıkarttığı yönetimin adı demokrasi olmasa ne olur, demokrasi olsa ne olur! Devlet Başkanına kimsenin ses çıkartamadığı yönetimin adı demokrasi olsa ne olur, olmasa ne olur?
Düşünebiliyor musunuz, zayıf ve gariban bir kişi Devlet Başkanı’na “Haktan ayrılırsan seni kılıcımla düzeltirim” diye haykırabiliyor. Başka söze gerek yok.