Seçim yapılmadan, sandıklar açılmadan belliydi. 2007’den bu yana her seçimde daha belirginleşti kaybeden ve kazananlar. Kaybedenler farkında değil, kazananlar sinsice ellerini ovuşturuyor yüzleri düşük, üzgün gibi ifadesiyle.
Türk milleti, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra, zaten medyasını yitirmişti. Magazin, erotizm, futbol tirajları ve reytingleriyle (izlenme oranı), kültürümüzde olmayan çıkıntılıklarıyla kamusal sorumluluk ve hizmetinden kopmuştu medyamız yani kitle iletişim araçları. 2007 seçimlerinden bu yana yamaçtan kopmuş taş gibi düşüyor, düştükçe hızlanıyor, o hızda toplumdan uzaklaşıyorlar.
Örümcek ağında çırpınıyorlar
15 Kasım 2007’de kurulan Taraf Gazetesi, iftira ve sınırsız sansasyonculuğuyla ilgi odağı oldu, azıcık kalan ahlakı da bozuldu arkasına takılan ulusal medyanın; “İlke ve kuralları uygulamadan da yapılabiliyor muymuş ya bu medyacılık?” gibi bir boşluk görüp, kendi meşrebince açılan o alanı kullanmaya başladılar. Oysa iktidarı değil, devletin kolonlarını balyozlamaya görevliydi Taraf Gazetesi ile ona yandaş TV kanalları. İlkeleri ve kuralları çiğneme cesaretinin arkası boş değildi ama ana akım ulusal medyası ile yılların usta gazete ve televizyoncuları düşmüştü bu tuzağa? Örümcek ağına yakalanmış sinek gibi çırpınıyorlar o gün bu gün.
Tarafgirlik değil işimiz
Kendi görüş ve inançları olabilir ama öncelikle elde ettiği bilgiyi paylaşmaktır medyacının görevi, bir görüş, inanç ya da partinin amigosu, sözcüsü olmak değil. Seçtiğiniz haber bile tarafınızı belli eder zaten. Davul zurnayla megafonla tarafgirliğimizi bağırmak, çoğaltmak, yaranmak değil işimiz.
İddiaları, dedikoduları yazıyor, saatlerce konuşuyorlar ekranlarda. Gazetecilikte iddia seslendirilmez, teyit edilmemiş bilgidir çünkü. Aranızda sohbet edersiniz ama doğrulatmadan kamuoyu önüne bilgi olarak çıkaramazsınız. Bir meslek ahlakı bozulma örneğinin daniskasıdır, meslekten saymamalıyız bu kişileri.
Sosyal medya çöplüğü
Medyamıza bir de sosyal medya eklendi mi? Trollerin, okumuş okumamış herkesi esir ettiği bir mecraya dönüştü. Yıllarını haber merkezlerinde geçirmiş ustalar bile düşüyor teyit edilmemiş uydurma haberler tuzağına. Telefonu olan medyacılık, habercilik oynuyor, iletişim fakülteleri boşuna meslektaş yetiştiriyor. Orada da yalan, doğruyu yeniyor çok tıklanmak uğruna.
1950-1960 ile 1970-1980 arası böyle işlevler görmüştü medya; toplumun keskin kutuplaşmasına çok katkısı olmuştu. Biri, Başbakanımız ve iki Bakanımız’ı asmakla diğeri, asarak ya da zindanlarda çürüterek her görüşten aydınımıza kıymakla sonuçlandı. Yani başka bir ülkeyle savaşa girerek değil, birbirimizi yiyerek değerli insanlarımızı, zamanımızı ve birikimimizi kaybettik.
Medya kendini kaybetti
Biz medyamızı kaybetmiştik ama 2007 yılından bu yana medyamız da kendini kaybetti. İlke ve kurallarından saptı. O günden bugüne seçimlerin tartışmasız ilk kaybedeni, medyadır. Seçimden önce, sandıklar açılmadan söylüyoruz; bugün de öyledir.
10-15 gün önce Tv kanalları arasında gezinirken şöyle bir sohbete denk geldik: Bir kamuoyu araştırma şirketi sahibi anlatıyordu, programı sunan hanımefendi anlatılanlardan memnun kalmadı herhalde, araya girdi “ Kamuoyu araştırma şirketlerinin güvenirliği de tartışılıyor” dedi. Konuk, “Haklısınız, kamuoyu araştırma şirketlerinin güvenirliği yüzde 17” deyip devam etti “Medyanın yüzde 14.”
Ağzına fırın küreğiyle vursanız bu kadar kapatabilirdiniz. Vatandaşın yüzde 86’sı, medyasına güvenmiyor ve inanmıyor. Sabahtan akşama, akşamdan sabaha kime tafrası bu medyacıların?
Karpuz gibi bölündük
Kazanan bellidir; Amerikası’ndan Avrupası’na, bu ülkeyle derdi olan herkes kazanmıştır. Birinci tur seçim sonuçları söylüyor; birbirine denk sayılır sonuçlar, karpuz gibi ikiye bölünmüşüz. Bu ülkelerin istediği adam kazanmasa bile kazanırlar çünkü birbirine denk güçlerin çatışması, en zarar vericisidir. Kılınızı kıpırdatmadan, onunla savaşmadan bir ülkenin kendi kendini yiyişini, rahat koltuğunuzdan izlersiniz. 1950-60 ya da 1970-80 dönemlerinde olduğu gibi.
Beklenti doğru çıkarsa bu da bizim 70 yıldır hiç ders almadığımızı gösterir.