Her günah yaradanı unutmaya, kalp de bir kara leke oluşturmaya, harama, küfre, isyana, tutkuya, saplantıya, yanlışa, mutsuzluğa ve inatçılıkla bir şeyden bir şey olmaz diyerek, cehenneme götüren bir yol olur. Hatadan dönüp pişman olma değişebilme bir erdemdir. Arınmayı beklemekte sabırdır. Buda Nasuh tövbesidir. Çözüm içimizde olup, Başarı hak Teala ile olma ideali ile başlamalı, bilgiyle yol almalı, dosdoğru ve kötülüklerden alıkoyan namaz, oruç hac, infak, tevbeye sadıklıkla, zikir, salavatla sabırla, şükürle Salih amellerle her işi usul ve esasına edep ve adabına uygun yapma olan çalışma ve ihlasla devam etmeli, samimiyeti hem kendimize hem de çevremize göstermeli, yapılanlarla da güç bulup, hakka doğruya güzellikler ile amaca ulaşıncaya kadar ısrarla Allah’ c.c. rızasını kazanmayla güç bulunur. Her akşam yatarken bugün neler yaptım da Rabbimiz bizden razı oldu mu diye sormalıyız.
Osmanlı devletinin zamanlarında; Savaşların biri bitiyor, biri başlıyordu. Her an gelebilecek bir şehadet haberine hazır gönüller, ellerini duaya kaldırarak devletin ve milletin felaha kavuşması niyazında buluşuyordu. Postacılar cepheden mektup getiriyor, bazen de acı haberler ile şehit olan askerlerin geriye kalan eşyalarını iade ediyorlardı.
Dürriye hanımın babası da cepheden cepheye kosan bir kumandandı. Zaman zaman iki satir mektup yazıyor ve maaşlarını da bu mektuba sıkıştırarak, İstanbul’daki ailesine gönderiyordu. Durumları o devrin şartlarına göre oldukça iyiydi. Bir ara gelen bir haberle aile başsız kalıverdi. Babaları vefat etmişti. Dürriye hanım, daha küçük bir çocuktu. Hayatinin bundan sonraki safhasını annesinin himayesinde ve devletten gelen maaşla devam ettirdi.
Aradan yıllar geçti. Dürriye hanim, yüksek rütbeli bir askerî hâkimle evlenmişti. Eşi, kültürlü, varlıklı fakat çok sinirli bir yapıya sahipti. Kendisine üst baş alıp giyinmesi için Dürriye hanıma harçlık verir, o ise bununla çevresindeki ihtiyaç sahiplerini sevindirirdi. Bilhassa Eminönü tarafına geçer ve Beyazıt'a giderdi. Çünkü o zamanlar Beyazıt'tan Aksaray'a kadar adeta bir insan pazarı kurulurdu. Osmanlı’nın bu zor zamanında, ona yardım etmek üzere dünyanın her tarafından gelen yüzlerce, bazen binlerce Müslüman, çoğu kere harçlıksız kalır, memleketlerine dönemez ve burada kendilerine ihsan ve ikramda bulunacak cömert gönüllü İstanbulluları beklerlerdi. Dürriye anne de eline para geçtikçe soluğu Beyazıt'ta alır, parasının son kuruşuna kadar buradaki insanlara infak ederdi.
Askerî hâkim olan zevci, yıllar sonra emekliye ayrılmış, fakat bir müddet sonra yatalak bir hasta hâline gelmişti. Yedi yıl boyunca felçli kalan ve mizaç olarak da sert tabiatlı olan eşine, sabır ve teslimiyetle en güzel şekilde bakmaya çalışan Dürriye anne, kimseye hâlini arz etmemiş, kimseden herhangi bir yardım ve destek de kabul etmemişti. O, kendisine "Bâr olma, yâr ol!", yani "yük olma, sevgili ol!" ifadesini düstur edinmişti. Eşi vefat edeceğine yakın:
"-Dürriye hanim, ben senden razıyım, Allah da senden razı olsun! Bana çok hakkın geçti; hakkini helâl et!" demiş ve helâlleşmişlerdi.
İyi ve doğru bir ilim öğrenerek yetişmiş olan Dürriye anneye ayrı bir asâlet ve olgunluk kazandırmıştı. Varlık ve yokluk hâllerinde de daima onurlu ve vakur bir şahsiyet sergilerdi. Kimseyi küçümsemez; her yaştan ve her çevreden insanla geçimli olmayı bilirdi. İnsanları sevdiği ve gönlünü herkese açtığı için, insanlar da kendisini severdi. Dini meclislere karşı müstesnâ bir muhabbeti vardı. Gelene gidene hürmet ve ikramda bulunur, herkesin gönlünü almaya çalışırdı. Kendi elleriyle salavat getirerek, duâlar ederek çok lezzetli yemekler ve börekler hazırlar, bunları misafirlerine gönül hoşluğu ile ikram ederdi.
Ziyaretine gelen hanımlara sık sık: "-Sokaklarda değil, evinizde şık giyinin. Zevcinizin gönlünü kazanmaya bakin ki, aileniz huzurla devam etsin." derdi.
Mahviyet ve tevazu ehli idi. İnsana hürmet gösterirdi. Gelen, çocuk bile olsa ayağa kalkar ve öyle karsılardı. Nice sırlara mazhar olduğu hâlde, manevi hâllerini gizlemeyi tercih ederdi. Bir seferinde Mûsa Topbaş Efendi'ye: "-Bu fakirin hâli nice olur? İçimden bir ses durmadan "Râziye" diye sesleniyor.
Acaba şaşırdım mi efendim?" demişti.
Mûsa Topbaş Efendi, onun bu hâlini hoş görerek: "-Bizlere ve ümmet-i Muhammed'e duâ edin, Dürriye hanımefendi!.. Bu hâlinizi de muhafaza edin." buyurmuşlardı.
Pek çok manevi hâline şahit olduğumuz hâlde, kendisine "Zavallı Dürriye" der ve "sıradan" bir insan gibi görünmek hoşuna giderdi.
Bir bayram günü ziyaretine gitmiştik. Evi çok güzel kokardı. Çiçekleriyle ilgilenirken bir ara ayagı takılıp yere düştü. Bunun üzerine:
"-Evlâdım çiçeklerle meşgul olurken herhâlde kalbim, Rabbimden ayrı kaldı; fakiri okşadılar!" dedi.
"El kârda, gönül yârda" düsturuyla, insanların arasında hizmete devam ederken, Rabbi ile de bağını kopartmamaya çalışırdı. Aksamları ışık yakmaz, karanlığı çok severdi. Genellikle yalnızlığı tercih eder, ama yalnız olmadığını: "-Mevlâm var, elhamdülillâh!" diye ifade ederdi.
Kul hakkına çok dikkat ederdi. Hizmet eden yardımcısının ücretini fazlaca öder, erkenden de gönderirdi. Kendisini ziyarete gelenler arasında ihtiyaç sahibi kimseler bulunduğu gibi varlıklı kimseler de yer alırdı. Vefat edeceği gün, hususi arabasıyla gelen bir ziyaretçisine: "-Şoförünüzü kapıda fuzûlî bekletmeyelim, kul hakki olur!" demiş ve görüşmeyi çok kısa tutmuştu.
Hâlbuki bazı durumlarda hususi şoförün beklemesi de vazifeleri arasındaydı. O, buna rağmen hiç kimsenin hakkini almak istemezdi.
Bir seferinde adeti olmadığı hâlde leziz bir yemek yapılmasını istemiş, sonra da kendisi hiç yemeden bunu bahçedeki köpeğe yedirmişti. Onun hâline hayretle bakan bize dönüp:
"-Evlâdım, insan her zaman kendi şahsini düşünmemelidir. Çevresindeki mahlukatın da hakki vardır” diyerek, durumu izah etmiş ve kendisi ekmeğini yoğurda bandırarak yemişti.
Seksen altı yaşına kadar iki dizi üzerine oturur ve gözlerini kapatarak murakabeye dalardı. Son zamanlarına kadar gözlüksüz Kur'ân-ı Kerim okumuştu. Bütün ömrü, mahlukata dua ile geçti. Allah’ın bu Saliha kulu, gecenin gizlediği nice güzellikler gibi, insanlar arasında gizli kalmış ve nice sırlarıyla birlikte Rabbinin "Irciî: Dön!" emrine uyarak ahret yurduna irtihal etmiştir. Cenâb-ı Hak rahmet eylesin. Böyle Saliha annelerin; sabır, cömertlik, fedakarlık, mahviyet ve maneviyat dolu hâllerinden bizlere de hisseler nasip etsin.
Âmin selam ve saygılarla…