Şeyh uçmaz mürid uçurur!

Cemal Kayı

Hacı, uçmaya pek meraklıydı. Kuşlar uçarken: "Aha ben niye uçamıyom? Ulan kır eşek niye uçamıyo, karabaş niye uçamıyo? Benim avrat niye uçamıyo? Gerçi onun uçması bu yağlı bedenle biraz zor ya, olsun uzağa gidemese de bu temekten o temeğe de mi uçamaz? Topal kargalar gibi kasılarak, yalpalayarak da mı uçamaz. Hiç olmazsa aha bu daldan o dala, şu ceviz ağacına da mı konamaz? Valla bu ceviz ağacını da kırar diye düşünür, uçma işinin içinden bir türlü çıkamazdı.

Tarlada tırmığa çenesini dayar, bozkır göğünün erişilmez yüksekliklerinde gizemli sesleriyle ozanlara ilham veren şiirler yazdıran, türküler ağıtlar yaktıran, semah dönenlere kılavuz olan, gurbetten sılaya, sıladan gurbete sevgiliye haberler salınan turnalara imrenirdi. Turna olmak ister karlı dağları aşa aşa, adı sanı bilinmez memleketlere uçmanın hayallerini kurardı. Hayal bile olsa karlı dağlar üşütür, bilinmedik memleketler korkuturdu!

“Turna olamazsam da leylek de mi olamam? Caminin çatısında akşama kadar tak tak tak birbirine laf beğendiriyorlar. Her yıl bedava hacca gidiyorlar, oradaki kına ocaklarında ayaklarını gagalarını kınalıyorlar,  gözlerini sürmeliyorlar geri yuvalarına dönüyorlar diye düşündü. Bazen ekin tarlalarına, subaşlarına uçuyorlar. Yere düşürdüğü iğneyi arayan terziler gibi ağır ağır dikkatli, temkinli... Kurbağa arıyorlar, yılan arayıp buluyorlar.”

Düşüncelerinden ürperdi! Yılan yemek! Tiksindi, ürperdi... Yılandan oldum olası korkardı, bir keresinde kırmızı bir yılan tarlada kovalamıştı. Leylek olmaktan vazgeçti...

Şehre göçtü. Şehrin kenar mahallelerinden birinde bir gecekondu ev tuttu. Mahalleye küçük bir bakkal dükkanı açtı. Sakal bıraktı, takke taktı, pantolonu bıraktı, şalvar giydi. Yakasız gömlek diktirdi... Cami yaşatma derneğine üye oldu, tarikata girdi...

Hacı, her akşam yemeğini yedikten sonra,"Namaza gidiyom" diye evden çıkar, namazdan sonra tarikat merkezine gidip zikir toplantılarına katılır, gece yarısına yakın eve dönerdi. Eve dönüşünde zaman zaman belli başlı bir iş tutmayan, vaktini meyhanelerde, kumarhanelerde geçiren büyük oğluyla giriş kapısında karşılaşırlar birbirine düşmanca bakışlarla odalarına giderlerdi.

Hacı, geçmişten gelen uçma hevesiyle, zikir esnasında döndükçe kendinden geçer "huh huh huh" diyerek kafa kol vücut, sallayarak ileri geri hareket ederken yavaş yavaş göğe yükseldiği sanısına kapılır, ter içinde kalır, ağzından köpükler saçardı. Zikir bitişi bu sanıyı evine kadar taşıyan Hacı, günün birinde kesinlikle uçacağına inanır, bu inançla yatağa girerdi...

Babasıyla bir türlü anlaşamayıp, onunla zaman zaman alay eden oğlu, bir gece babası eve gelip yatağa girip uyuduğundan emin olduktan sonra, onun yattığı odanın penceresinin altından: "Eeey, Hacı vaktin geldi, çatıya çık uuç! Ey Hacı, vaktin geldi çatıya çık ve uuç! Ey Hacı, vaktin geldi uuuç!" diye bağırdı.

"Bismillah" deyip sıçrayarak yatağından kalkan Hacı, içini dolduran uhrevi mutlulukla don göynek çatıya çıktı, kollarını açtı oğlunun beklediği pencerenin altından son defa: "Eeey Hacı, vaktin geldi haydi uuç!" demesiyle Hacı, kendini çatıdan fırlattı, gecekondu evinin lağım kuyusuna düştü!

Günümüzde İslam ülkelerinde dörtyüz dolaylarında tarikat, yirmi civarında da mezhep olduğu söylenmektedir. Bu mezhep ve tarikatların hepsi de oluşumlarını Kuran'dan aldıklarını söyleyecek kadar sapkındırlar. Oysa Kur’an: “Bölünmeyi değil, birleşmeyi, bütünleşmeyi emreder.” Kuran'da tarikat yoktur. Tarikat, bölünme parçalanma, dağılma demektir.

Çevremize baktığımızda bilhassa bu son yirmi yıllık dönemde, iktidardan güç alarak insanların yaşam tarzlarına müdahale eden, gerektiğinde çeşitli yöntemlerle baskı yapan, tanrısal niteliklerle donanımlı olduklarını ileri sürerek birer tapınma aracı haline gelmiş binlerce müridi, milyarlarca parası, yüzlerce binası olan ve laik Türkiye Cumhuriyetinin kurum ve kuruluşlarını eline geçirmiş tarikatları ve şeyhlerini görmekteyiz.

Gerçek islamda tanrı ile kul arasına girilmez. Tanrı ile kul arasında bir aracı yoktur. Kişi varlığı ile doğrudan tanrıya bağlıdır.

Milli Eğitim Bakanlığının hazırladığı bir rapora göre: Türkiye’de otuz tarikat silsilesi ile bu tarikatlara bağlı 400 tarikat kolu bulunmaktadır. Sadece İstanbul'da 450 tekke açıktan faaliyetini sürdürmektedir. Çoğunluğu İstanbul, Diyarbakır, Adıyaman, Mardin, Batman, Siirt, Van, Hakkari, Bitlis, Muş illerinde olmak üzere ülkemizde 800'ün üzerinde medrese olduğu belgelenmiştir. Ayrıca büyük şehirlerde kaç “apartman medrese” vardır bunların sayıları bilinmemektedir.

Çoğunluğu kız öğrencilere yönelik olarak açılan apartman medreselerde sayıları, 12 ile 18 arasında çocuk kalmaktadır. Bu “apartman medreselerde” görevli ve adına SEYDA denilen eğitmenlerin çoğunun 1980 1994 arası İran'ın dini merkezi Kum kenti ile, Irak'ın Akra ve Erbil gibi şehirlerinde eğitim aldıkları ve bu görevlilerin Hizbullah örgütü mensubu oldukları söylenmektedir.

MEB'nın raporunda Kuzey Irak, İran ve Suriye'de eğitim alanlarla birlikte bu medreselere gidenlerin sayısının 10 binin üzerinde olduğu belirtilmekte, raporda medreselere kaydolma yaşının bazı bölgelerde üç yaşa kadar düştüğü belirtilmektedir.

Rapora göre tarikat okullarındaki öğrenci sayısının 210 bin civarında olduğu, 4 binin üzerindeki yurtların 2 bin beş yüzünün direk tarikatlarla bağlantılı olduğu belirtilmektedir. Tarikat yurtlarının kapasitesinin 380 bin olduğu, ancak bu yurtlarda 225 bin gencin barındığı belirtilmekte kayıt dışı kalanların sayısının ise ne kadar olduğu bilinmemektedir.

Okulların kapalı olduğu dönemlerde medreseler ve kuran kurslarının faaliyetlerine devam ettiği belirtilen raporda, resmi kayıtlar dışında, gayri resmi olarak faaliyet gösteren ev tekke ve medreselerde bir milyonu aşkın çocuğun tarikatların elinde olduğu söylenmektedir. 4+4+4 okul sisteminin uygulanmaya başlandığı 2012 yılından günümüze devlete ait 4 bin 22 okulun kapatıldığı da ayrıca belirtilmektedir.

Türkiye topraklarında medreseler Selçuklu döneminde, Selçuklu Sultanı Nizamülmülk tarafından açılmış, 1926 yılında da Cumhuriyet Hükümetince kapatılmıştır. Aşağı yukarı 850 yıl faaliyet gösteren bu medreselerle, öğrenim görenlerin *MOLLALARIN* Avrupa ölçüsünde, insanlık yararına, insanlık hizmetine sundukları bir tane bile buluş gösteremezsiniz. Bugün yine din bilgisi vermeyi ilke edinen(!) İmam Hatip Okullarında konular, müfredat, sorunlar eskisi gibidir. Selçukludan bu yana geçen sekizyüz elli yıl içinde topluma, insana insanlığa, faydası olmamış bir kuruluşun günümüz insanına uygarlığa ne katkısı olabilir?

Osmanlının yıkılmasının nedenlerinden birisinin belki de en büyüğünün “çağdışı” medreseler olduğunu bilen Cumhuriyet kurucularının, insanların manevi ihtiyaçları olan din ihtiyacının karşılanması düşüncesiyle hurafeden, Arap yaşam biçiminden uzak aydın, bilinçli, bilgili din adamları yetiştirmek amacıyla İmam Hatip Okullarını açtıkları gerçeğini bilmekteyiz. Ancak, bu okullar, zamanla amacından saptırılarak dinci, siyasal İslamcı partilerin arka bahçesi konumuna getirilmiştir. Yani, bugünkü İmam Hatip Okullarının, Osmanlının son dönemindeki medreselerden bir farkı kalmamış, siyasallaşarak kendini kuran yüce değer Cumhuriyeti yıkmayı amaç edinmiştir.

Tasavvuf, Tarikatlar, cemaatler, mezhepler iç içedirler. Tasavvuf mezhepleri, mezhepler tarikatları, tarikatlar cemaatleri doğururlar.

TASAVVUF VEYA SUFİZM: İslam’ın iç veya mistik yüzü olarak tanımlanır. Kendini tanrıya adama, günlük işlerden uzak durma sanatıdır. Tasavvuf, tanrının varlığını, birliğini niteliğini, evrenin oluşumunu, yaratanla yaratılanın bir oluşunu, aynı kaynaktan gelişi anlayışı ile açıklayan dinsel ve felsefi bir akımdır. buna İslam gizemciliği de denir.

TARİKAT: İslam’da tasavvuf ve benzeri nedenlerle belli bir görüş ve inanca sahip gruplara, tasavvuf cemaatine tarikat denir.

MÜRİD: Tarikat cemaati üyelerinden her biri.

MEZHEP: Bir dinde anlayış ve görüş ayrılıkları, yorum farklılıkları nedeniyle ortaya çıkan, kendine özgü tapınma biçimleri ve davranış bütünlüğü olan büyük kollardan her biri.

Türkiye Cumhuriyetinin tüm kurum ve kuruluşları tarikatlarla cemaatlerle kuşatılmış durumdadır. Kendi tarikatlarımız, kendi şeyhlerimiz, kendi cemaatlerimiz yetmezmiş gibi BOP projesi çerçevesinde parçalanan Arap ülkeleriyle, İran'dan, Afganistan'dan vb. ülkemize milyonlarca insan akınının yanında, radikal İslamcı gruplarla tarikat şeyhleri, cemaatleri, akını da sürmektedir.

Bugünlerde Musul doğumlu, genç sayılabilecek yaşta adının: Accan El Hadid El Hüseyni El Rifal olduğunu, tarikat alanında onlarca master doktoranın  sahibi bulunduğunu söyleyen biri, ülkemize yerleşmiş, peygamber soyundan geldiğin de iddia etmektedir. Bu şeyh de diğerleri gibi uçtuğunu söylemekte Amerikanın Guantanamo üssünden uçarak kaçtığını iddia etmektedir. Ne yazık ki, bu sapkını Modern Laik Türkiye Cumhuriyetinin Müftüleri, Milli Eğitim Müdürleri ziyaret etmekte, karşılıklı ziyaretler gazetelere, televizyonlara konu olmaktadır.

Tarikat şeyhleri kendilerinin tanrısal niteliklerle donatılmış, insanüstü güç olduklarını dolayısıyla, ermiş olduklarını iddia ederler. Tarikatlarda tanrının değil şeyhin sözü geçerlidir. Bu şeyhler yalan söylerler çoğunun doğru dürüst pozitif ilimler alanında diplomaları dahi yoktur. Ellerine geçirdikleri parasal güç, sırtlarını dayadıkları siyasal güçle, teknolojinin tüm olanaklarından yararlanırlar. Son model telefonları, son model bilgisayarları, son model arabaları vb. vardır.

Lüks evlerde, malikhanelerde yüzlerce müridin hizmetiyle yaşayan insan bozuntuları yüzlerce kadınla tanrısal nitelik safsatasıyla cinsel ilşki kurarlar!

Evinde kullandığı ışık, ezan okuduğu hopörler, sağlığını korumada yararlandığı ilaçlar, giysileri, dökündüğü parfümler, gözündeki gözlükleri hep “GAVUR” dediği Avrupalıların buluşlarıdır.

İslam dinini koruduğunu, İslam’ın yayılmasına çalıştığını söyleyen şeyhlerin yaşamlarını kolaylaştıran araç gereç içinde ne kendi buluşları ne de Müslüman ülkelerin buluşu olan bir tane araç gereç gösteremezsiniz.

Bu tarikatlar Atatürk'e söverler. Atatürk'e, Cumhuriyet rejimine düşman “Molla” yetiştirirler de molla deyiminin; Zerdüşt inancında “Zerdüşt tapınağı görevlisi” anlamına geldiğini bilmezler. Oysa o kurban oldukları Atatürk olmasaydı Türkiye'de ezan sesi duyabilecekleri bir tane cami bile bulamayacaklar, minarelerden ezan sesi yerine çan sesi duyacaklardı.

“Şeyh uçmaz mürid uçurur” Elbette doğru! Normal şartlarda herhangi bir teknolojik aygıt olmaksızın insanın uçması mümkün değildir. Bu fizik yasalarına aykırıdır. Ancak bu ve buna benzer kerametleri olduğu söylentisi müridleri aracılığı ile dilden dile bölgeden bölgeye şehirden şehire yayılır. Aynı zamanda farklı yerlerdeki camilerde namaz kılanlardan tutun da uzay mekiğini düşürenlere kadar, hasta babasının ameliyatını öbür dünyadan doktorların gelip yaptıklarını söyleyecek kadar utanmaz olanlar mevcuttur.

Tarikat şeyhlerini ziyaret edip onların müridleri olanlar, şeyhlerden icazet alanlar bugün Türkiye Cumhuriyetinin kurumlarının başındadırlar. Acı olan kendilerini oraya getirmiş Cumhuriyet rejimini yıkmakta gönüllü davranmalarıdır. Unutmasınlar ki, Türk halkının yüzde 85'inin ortak paydası Atatürk ve Modern Laik Türkiye Cumhuriyetidir.

Saygılarımla...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.