En klasik tanımıyla insanın duygu, düşünce ve hayallerini dizelerle aktardığı sanatsal sözlerdir.
Aslında gerçek şiir muhakememizi allak bullak eden, şairin yüreğinden ruhuna açılan derin bir yarığın iniltisidir.
Tam da bu yüzden her şiirin tanımı farklıdır.
Şiir, Karacaoğlan’da korku;
Şol dergâhtan dönsün yüzüm
Ölünce sevemezsem seni
Kan ağlasın iki gözüm
Ölünce sevemezsem seni
***
Can Yücel’de ümit;
Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni
***
Cemal Süreya’da acı;
Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiçbir zaman sevmedin beni
Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi
***
Atilla İlhan’da tutku;
Kimi sevsem sensin hayret
Sevgi hepsini nasıl değiştiriyor
Gözleri maviyken yaprak yeşili
Sesinle konuşuyor elbet
Yarım bakışları o kadar tehlikeli
Senin sigaranı senin gibi içiyor
Kimi sevsem sensin hayret
Senden nedense vazgeçilemiyor
***
Cahit Zarifoğlu’nda yalnızlık;
Ah şu yalnızlık kemik gibi
Ne yana dönsem batar
***
Sezai Karakoç’ta aşk;
Mona Rosa, siyah güller, ak güller;
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister;
Ah, senin yüzünden kana batacak,
Mona Rosa, siyah güller, ak güller!
***
Özdemir Asaf’ta ben’;
Kim o, deme boşuna...
Benim, ben.
Öyle bir ben ki gelen kapına;
Baştan başa sen.
***
Fuzûlî’de muraddır…
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı?
Şiir, bir dilin zerafetidir. Işkınıdır. Ümididir. Şiir sadece ana dilinde değerlidir.
Şiiri öz dilinden başka bir dile çevirmek anlam kaybına ve eşdeğerlik sorununa yol açar. İşte bu yüzdendir ki şiir, öz yurdundan gurbete sürülmemeli, başka bir dile çevrilmemelidir.