Şiirin ağır işçisidir o.
Ona göre hiçbir şiiri bitmemiştir.
Bu yüzden sağlığında şiirlerini bir kitap hâline getirmemiştir.
Türkçe onunla kıvam bulur, şiir onunla halka ulaşır.
Dizeleri dilden dile dolaşır, en çok ezberlenen şairlerden biri olur.
Şiirleri bestelenir, âşıklara pusula olur.
Yahya Kemal, gerçek adıyla Ahmet Agâh; Cumhuriyet döneminin en değerli isimlerindendir.
Modern şiir ile Divan şiiri arasındaki bağın kurulmasında önemli katkısı vardır.
Şair kimliğinin yanında siyasetle de uğraşmıştır.
Yahya Kemal‘in hayatını ilginç kılan en önemli detay ise hayatının son 19 yılını Beyoğlu’nda bulunan Park Otel’de geçirmiş olmasıdır.
Birçok şiirini orada kaleme almıştır.
Arkadaşları, dostları onu hiçbir zaman onu yalnız bırakmasa da bu durum onun yalnızlığını iyiden iyiye derinleştirmiştir.
Hatta bu yalnızlığını otelin servis şefi Dursun’a şu sözlerle ifade etmiştir:
“Evlen.”demişti. “Ben evlenmedim, yalnızlığın acısınıİ âlâ çekiyorum.”
Bu yalnızlık aynı zamanda asla kavuşamadığı büyük aşkının da bedelidir.
Hocası olduğu Ahmet Hamdi Tanpınar onun otel odasındaki hâlini muhacir bir kuşa benzetir:
“Zavallı Yahya Kemal. Bir insanın bir insanda bu birbiri ardınca değişen çehreleri ne garip ve hazin oluyor ve nasıl en son çehre hepsini siliyor, bitiriyor. Park Otel’in barında gördüğüm küçük, dar, takatsiz adımlarla ancak yürüyebilen bîçare ve acınacak ihtiyar. Otelin odasındaki hasta ve büyük kuş. Muhacir kuş. Ve nihayet şimdi çıktığım odada son defa konuştuğum, tebessümüne, bakışının manalılığına, hiddet ve o kadar psikolojik hususiyetine rağmen iskelet olarak gülmeye hazır kemik külçesi baş nasıl hepsini sildiler.”
Şairin yakın arkadaşlarından olan Sermet Sami Uysal, onun kendisini mahkum ettiği zindanı şu sözlerle ifade eder:
“Otel odası dağınıktır. Gömme dolabın hemen yanında üst üste konulmuş bavullar göze çarpar. Bavulların tepesinde kitaplar, gazeteler ve boş pasta kutuları. Şairin karyolası odasının ortasındadır. Yahya Kemal hep karyolada oturur. Ufak bir sehpada gelişigüzel duran Birinci sigarası paketleri, kibrit kutuları, paslı çakı, kalemler, cep saati. Tam bir savruluş içinde. Telefonun az berisinde dolu ve boş maden suyu şişeleri, reçeteler, ilaçlar… Tuvalet masasında bir dolu küçük makas, kolonya şişeleri, fırçalar… Şurda bir radyo… Şurda Yahya Kemal’in eski bir fotoğrafı… Yaman bir yalnızlık...”
Yalnızdır Yahya Kemal.
Yalnızlığın ürperten soğuğuna kendini teslim etmiş ve bir daha ısınmayacak olan yüreğinin kapılarını sıkı sıkıya kapatmıştır.
Ömrünün son faslında, kaçınılmaz ölüm karşısında, bilinen sona dair kelimelerle inşa etmiştir duygularını...
Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç;Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!
İki aşkı vardır Yahya Kemal’in.
Birine sevdası yarım kalır, her şiiri biraz onadır.
Diğeri şiirlerinin gözbebeği İstanbul.
Yahya Kemal İstanbul’u o kadar çok sever ki siyasetle uğraştığı dönemlerde Ankara’da kaldığında hep bu özlemini dile getirir.
Bir Ankara dönüşü kendisine yöneltilen; “Üstat, Ankara’nın en çok neyini seviyorsunuz?” sorusuna, “İstanbul’a dönüşünü seviyorum.” diyerek İstanbul’a olan derin tutkusunu ifade eder.
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer...
Ömrünü adadığı şiir ve yarım kalmış sevdalarla bir İstanbul masalıdır Yahya Kemal.
Bir medeniyeti yeniden yorumlarken edebiyatımızın mihenk taşlarından biri olmuştur.
Şair olmak mukaddes bir arayıştır ve arayışını kendi muhayyilesinden tamamlayamadan göçüp gitmiştir büyük şair.
Minnet ve şükranla...