Şimdi değilse ne zaman konuşacağız?

Nihat Kaşıkcı

El kadar yavru ortadan kaldırılıyor. Katiller uzakta değil. Yakın aile çevresinden çok sayıda gözaltı ve tutuklu… Kim bilir o minicik beden, kimlerin hangi suçlarını örtbas için hayattan koparıldı.

Katiller, minicik bedeni yok etmek için olmadık hainlikleri sergilemiş. Oysa kuldan saklasalar, Âlemlerin Rabbi’nden kaçamayacaklarını bilmeliydiler.

Konuşulması kolay olmayan bir cürümden bahsediyoruz. Hangi saik, insan vicdanını, 8 yaşındaki bir yavrucuğu öldürmeye ikna edebilir? Bu cinayetin altından çok vahim, çok kirli ilişkilerin, yakın çevre içinde işlenmiş yüz kızartıcı suçların çıkması, kimseyi şaşırtmayacaktır.

Peki, bu ülkeye ve bu topluma ne oldu da insanın boğazına kördüğüm gibi oturan böylesine vahşi suçlar işlenebiliyor?

CEZASIZLIK

Sadece kendisini savunamayacak durumda olanlara karşı işlenmiyor böylesi suçlar. Yıl ortalamasına vurulduğunda, her güne bir kadın cinayeti düşüyor. ‘Erkek vahşeti’ veya ‘yanlış namus anlayışı’ deyip geçmek, biraz sığlık olmuyor mu?

Adını koyalım: Bir yönüyle ‘adaleti ıskalayan’ hukuk uygulamaları, başka bir yönüyle de caydırmayan karşılıklar söz konusu.

‘Sayın hırsız’ (!), karakoldan ellerini kollarını sallayarak, üstüne bir de mağdura nanik yaparak çıkıp gidiyor. Hırsıza hırsız demek bile mümkün olmuyor. Oysa bu vaka, o insan müsveddesinin bilmem kaçıncı suç kaydı olarak ‘fişine’ ekleniyor. Ama onun için önemli değil.

İtin teki, gidip bir vatandaşın ırzına tasallut ediyor. Yakalansa neye yarıyor? İspat edilse bile cezası caydırmıyor.

Nasılsa ‘tutuksuz yargılanmak üzere’ diye bir uygulama var. O da olmazsa, ‘cezanın açıklanmasının ileriye bırakılması’ veya ‘şartlı tahliye’ diye, mağdurla dalga geçen ‘güzellikler’ (!) mevcut… Bunlar da olmazsa, devletimiz, vatandaşına karşı işlenen suçları affetmeye her zaman meyillidir.

Avrupa Birliği’ne girme hevesi uğruna; mala, cana, ırza karşı işlenen suçları, neredeyse ‘cezasız suçlar’ haline getirdik.

ASMAYIN, BESLEYİN

Tamam… “Asmayalım da besleyelim mi?” diyen ‘Cuntacıbaşı’ ile aynı safta değiliz. Onun maksadı, gerçek suçluyu hak ettiği cezaya uğratmak değildi. O, aklınca sağ-sol dengesini gözeterek, siyasî gerekçelerle asıp kesiyordu. Emsal almıyoruz.

Lakin dönüp kendimizi de bir kontrol etsek? Siyasetçisi, hukukçusu, bilim adamları, gazetecileri… Velhasıl kendisine ‘laf düşen’ veya ‘kendisine iş edinen’ herkes, mevzunun kıyısından köşesinden teğet geçiyor.

Herkes, karanlığa yumruk sallıyor; var olup olmadığı belirsiz şahıs veya olaylara verip veriştiriyor. Sonuçta söz gelip, ‘etkin tedbirler almak lazım’ veya ‘cezalar caydırıcı değil’ noktasına bağlanıyor

O halde konuşalım… Nedir ‘etkin tedbir’? Nasıl olursa, ‘caydırıcı ceza’ olur? Kimse bu soruların cevabını arama zahmetine katlanmıyor.

Biz kitabın ortasından gidelim: Caydırıcı ceza; suçlunun mağdura yaptığından daha hafif olamaz. Fazla mı sert oldu? İnsanlığın başlangıcından bu yana, aslında doğal cezalandırma şekli de budur. Elbette ‘haklı’ sayılabilecek birçok sebep, olay, vaziyet olması mümkündür. Bunların hepsi konuşulur, binlerce yıllık geçmiş deneyimlerin ışığında, cezayı ‘âdil’ kılacak şekil oluşturulur. Ama ‘idam caydırıcı bir ceza değildir’ bakışıyla yola çıkarsak, yankesiciyi dahi caydıramayacak ‘cezacıklara’ kadar varır yolumuz. Sonra da suçluyu, kulağını azıcık sündürdükten salıveririz.

CEZAEVİ TATİL KAMPI MI?

Şekil ve miktar olarak, mevcut cezaların yetersiz olduğu herkesin malumudur. Bir de cezanın infazındaki ‘olağanüstü insanî boyut’ var.

Suçlu, ‘cezaevine’ girdiğinde; çalışma derdi bitiyor, aç ve açıkta kalma, yetersiz beslenme, kışı sokakta geçirme, banyo yapacak imkân bulamama gibi ‘dertleri’ tümden ortadan kalkıyor. Kerim devletimiz sağ olsun, en azılı suçlulara karşı bile son derece müşfik. Onları alıp, el bebek gül bebek besliyor.

Yetmiyor, kendisini ‘insan hakları savunucusu’ diye pazarlayan bazı cibilliyetsizler çıkıyor, cezaevlerindeki şartların ‘insanîliğini’ tartışıyor. Yok efendim şu eksikmiş, bu gedikmiş… Yeterince sıcak su verilmiyormuş. Yemeklerin kalitesi düşükmüş.

Kimsenin aklına, tatil konforu aranan mekânın adının ‘ceza evi’ olduğu gelmiyor. ‘Kader kurbanı’ diyebileceğimiz, aslında suç işleme eğiliminde olmayıp, kazara suça bulaşmışları istisna tutalım. Ama birçok suçlu için cezaevi, ekmek elden su gölden mantığıyla adeta bir tatil fırsatına dönüşüyor. Hatta kış yaklaşınca, cezası birkaç ay olan suçları işleyip, altına girecek bir ‘dam’ bulan insan müsveddeleri de az değil bu ülkede.

Lafı uzatmaya da gevelemeye de lüzum yok. Dışımızdaki ülkeler ve kuruluşlar ile içimizdeki etki ajanlarının ne dediğine bakmaksızın, suçun ve suçlunun hak ettiği cezayı konuşmamız ve bir an önce hayata geçirmemiz lazım. İdamsa idam, kürek cezasıysa kürek cezası, zorunlu çalıştırma kampıysa orası…

Cezanın şekli konuşulur, tartışılır. Bu saatten sonra kimse çıkıp da; “Ama idam cezası suçluyu caydırmıyor…” veya “Suçlunun da hakları vardır…” diye lagaluga yapmasın. Cezadan maksat sadece caydırıcılık değildir. Toplumu bazı pisliklerden arındırmak da, cezalandırmanın kapsamına dâhildir.

Evet… Suç ve cezayı, şimdi değilse ne zaman konuşacağız?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.