Bazı bela ve musibetler bizi silkeleyerek uyandırıyor, kibrimizi kırdırıyor, aczi yetimizi anlamamıza, haddimizi bilmemize vesile oluyor. Bu korana virüs illeti biraz da bunu yaptı galiba. Şiddetle sarsarken, geri dönüp bakmamıza sebep oldu. “Ah o günler ah, ne günlerdi o günler!” O günler, derken bir, bir buçuk ay öncesini kastediyoruz. O günlerde eşler dostlar birbirini ziyaret ederdi. Ailece gezilere çıkılırdı; piknikler, tatiller, gezmeler tozmalar… Büyükleri ziyaret çok farklı bir güzellikte olurdu. El öpmeler, sımsıkı sarılıp çocukları kucaklamalar. Daha neler, neler… Yani kısaca çok sıkı fıkıydık birbirimizle bir zaman öncesine kadar. Ancak şimdi mecburen, birçok güzel alışkanlıklarımızı değiştirmek zorunda kaldık bu illete yakalanmamak için. Şimdi anne baba, evladından; evlat, anne babasından kaçıyor. Uzaktan, camların arkasından evladını sevmeye çalışan doktorları, sağlık çalışanlarını gördükçe içimiz burkuluyor. Ne zor değil mi, bir evladın anne ve babasının cenazesini uzaktan izlemesi. Ancak yapılacak bir şey yok. Biz kendi plan ve programımızı yapamayacak kadar, bir saat sonrasını hesap edemeyecek kadar aciz ve güçsüzüz, onu anladık.
Aslında bu ağır imtihanla değişen şeyleri değil, nimetlere karşı değişen bakışımızı anlatmak istiyorum. Bu hastalık bize birçok şeyin kıymetini öğretti, onu göstermek istiyorum: Önceden yaptığımız ziyaretlerin, kısıtlama olmadan hür bir şekilde gezip tozmanın kıymetini şimdi daha iyi anlıyor, sıla i rahimin önemini daha iyi biliyoruz. Korkuyu iliklerimize kadar hissederken “aşı ha bulundu ha bulunacak” haberleriyle ümitlerin yeşerdiğine canlı canlı şahit oluyoruz.
Hele bir şey var ki, o da; korana virüs illetini çekilmez kılan nefes alıp verememek. Yüksek bir tepeye çıkıp içinize korkusuzca havayı çektiğinizde, değme gitsin keyfinize. Bugün bütün korkular o nefesi içimize çekememek değil mi? Bu illete yakalananlar nefesi alıp vermenin ne kadar zor olduğunu anlatıyorlar. Bir hasta diyor ki “sanki kafanıza bir poşet geçirmişler, siz o poşete rağmen nefes almaya çalışıyorsunuz. “Ciğerlerinizde cam kırıklarının olduğunu hissediyor gibi oluyorsunuz.” diyen başka bir hasta. Nefesi normal alıp vermeyi başarıp taburcu edilenler, teşbihte hata olmayacaksa, yıllarca tutuklu kaldıkları hapishaneden taburcu olmuş gibi alkışlarla uğurlanıyorlar. Öyle ya! Kolay değil yıllara bedel, günlerce, haftalarca solunum cihazıyla dört duvar arasında ölümle hayat arasında gelip gitmeler.
Evet, bu illet nefes alıp vermeyi başarabilmenin yanında, nefes alıp verirken onun şükrünü bizlere öğretmeli, bu kadar nimet karşısında Rabbimize ne kadar çok şükretmemiz gerektiğini hatırlatmalı, Allah’ın her şeyin hesabını soracağını düşündürmeli.
Hani anlatılır:
Zengin bir adam hastalanıp hastane ye gitmiş. Bu adam solunum sıkıntısı yaşamaktadır. Acilen solunum cihazına bağlanıp müdahale edilen bu adam iki üç hafta bu şekilde yoğun bakımda kalıp tedavisi bitince taburcu edilir. Hastane tarafından borcu hesaplanır, önüne konur. Adam uzunca bir düşünceden sonra ağlamaya başlar. Hastane görevlisi: "amca masrafı ödeyecek paranız mı yok, niye ağlıyorsunuz?” dediğinde. Adam:
“Evladım yok, yok. Ben çok zengin biriyim, malım mülkün param pulum çok, daha fazlasını da ödeyebilir. Ağlamanın sebebi bu değil. Düşündüm ki siz burada, dört duvar arasında, şuurum bile yerinde değilken hortumlara bağlı bir tüple normal hayatıma dönebilmem için verdiğiniz havanın parasını istiyorsunuz. Hâlbuki ben yetmiş yaşındayım, beni yoktan var eden Rabbim bunca senedir nefes alıp vermemi sağlıyor. Hiç bir sıkıntı çekmeden bu zamana kadar istediğim gibi yaşadım bu dünyada, kimse benden ücret talep etmedi. Rabbim yarın huzuru mahşerde bu kadar nimetin hesabını sorarsa, bu nimetler karşısında ibadet ve itaatin yaptın mı derse ne cevap vereceğim diye düşünüyor ve dehşete kapılıyorum” der.
Evet, bu dünyada bizlere verilen hiçbir şey boşuna ve anlamsız değil. Başlı başına bir âlem olan, her şeyin kendine hizmet ettiği insan da gayesiz olarak yaratılmamıştır. Onun gayesi, verilen nimetlerin şükrünü yerine getirmek, Allah’a ibadet ve itaatte kusur etmemektir.
Allah’ın verdiği nimetleri tek tek saymak isteseniz, imkânı yok, onları toplu halde bile sayamazsınız. Fakat Allah, çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.(Nahl 18)buyuran Allah, yine insanın garip ve tutarsın halini başka bir ayetinde de şöyle bildiriyor:
İnsana bir nimet verdiğimizde (şükretmekten) yüz çevirir ve (nimete şükretmek yerine bizden) uzaklaşır. Ona bir şer dokundu mu da geniş geniş dua etmeye başlar. (Fussilet 51)
Yarın huzuru mahşerde her şeyin hesabını bizlerden soracağını bildiren bir ayeti kerime de şöyledir:
Adalet terazilerini kıyamet günü için kurarız. Hiç kimseye zulmedilmez. Hardal tanesi ağırlığında (basit bir şey dahi) olsa onu getiririz. Hesap sorucu olarak biz yeteriz. (Enbiya 47)
Selam ve dua ile…