İsmailler'in Osman'ı gördüm “HUYMATAR”ın önündeki taşa oturmuş, ayağındaki yırtık çarığı çıkarmış, yün çoraplarındaki pıtrakları temizliyordu...
Çarık, Ağustos güneşinde kuruyup ayağını sıkmış olmalı ki, yüzünde çarığın verdiği ızdırabın izleri okunuyordu... Bitkin, yorgun gördüm. Tarladan eve uğramadan doğrudan üzüm bağına gelmiş olmalıydı...
Karısı Yeter, Osman’dan önce tarladan ayrılıp eve gelmiş, inekleri sağmış, çocukların karnını doyurup pekmez kaynatmak için bağa koşmuş, huymatarın önünde çattığı ocakta domatesli bulgur pilavı pişiriyordu...
Pilav pişirilip yenecek, ŞIRHANA'’daki (ŞIRAHANE) çocukların gündüz topladıkları üzümler çiğnenecek şıra olacaktı. Şıralar huymatarın yanında dayalı büyük teştlerde kaynatılıp pekmez yapılacak, pekmez kış aylarında yanında tuşuyla öğlen akşam sofraya getirilecekti...
Ne Osman ne de Yeter beni görmediler...
Ben, görünmez adam olup altmış yıl öncesinden bu yorgun yoksul insanların pekmez kaynatmalarını izledim...
Pekmez ocağının ateşi, çat pat sesleriyle gece karanlığında şekillere girip oyunlar oynarken, pekmez kaynatılıp ocaktan indirildi...
Huymatar'a girdiler. Köşede dürülü şiltenin birini altlarına, diğerini de üstlerine serdiler. Çok yorgun olmalılar ki, birbirine sırtlarını dönüp hemen uyudular...
“HUYMATAR..:”
Fotoğraf: Cemal Kayı, Fotoğraf tarihi 4.6. 2022