Önce mesajlaşma uygulamalarında başladı. Hızla kendi yazım kurallarımızı terk ettik, baktık ses çıkaran yok, sözde kısaltacağız diye sözcüklerin harfleri eksildi, sonra dilde olmayan sözcük ve kavramlar üretildi, sonunda tamamen kuralsız bir yazım ve söylem yöntemiyle Türkçe’nin zenginliğini terk edip ‘bir şeyce’ diyebileceğimiz sığ, kaba, kafayı yormayan bir tembel dili oluştu.
Kafa yorulmazsa üreteceği fikir de yazılacak ya da konuşulacak konu da iletişimin derinliği de o kadar oluyor. Denizin kumsalla birleştiği yerden ileri gidememek gibi; dil deryasının kıyıdan ötesini bilmeden denizi, bu sığlıktan yaşamaya başladık.
Konuşman sığ, fikrin sığ, tartışman sığ, şakan sığ, ilişkin sığ, öngörü sıfır!..
PAKET FİKİR, SINIRLI SÖZCÜK DARALMASI
Bir de sürekli başkalarının hazır özdeyişleri ya da üretimlerini paylaşır duruma düşüyor muyuz sosyal medyada, hazır yapılmışı var, dili kullanmaya da gerek kalmıyor. Hazır paketli fikirler ve 50 sözcükle ömrü de sığ yaşar, izsiz gelir geçeriz.
Sığ fikirlerin edebiyatı da siyaseti de sosyal yaşamı da ona göre oluşuyor. Dil bozulursa millet bozulur, devlet bozulur. Bu bozulmaların öncüsü ‘sosyal medya’, artık milletlerin ve devletlerin ölümcül salgın hastalığıdır.
Yeni edebi sayılan eserler, istisnalar hariç, sosyal medya dili sığlığında bir dille yazılıyor, koca bir edebi çöp kutusu dolduruyoruz moda olduğundan beri. Dilin yaratıcılığı, esnekliği, matematiği ve ekonomikliğiyle alakasız, deryasına dalamayan kumsal gezgini sığlıkçıları satıyorlar bize ‘edebi’ diye.
ÜRKÜTÜCÜ SİNSİLİK
İnternet haberciliği yaparken bu bozulmanın derinlik ve sinsiliğinin daha ürkütücü boyutuyla tanıştık; kullandığınız sosyal medya mecrası, sizi belli sözcükleri, imla kurallarını onun isteğine göre kullanmaya hatta belirli konuları özellikle işlemeye yönlendiriyordu.
Örneğin “Yazının başlığını küçük harfle ara başlıkları büyük harfle yazacaksın” diye imlamıza aykırı kural koymuş, uygulamayanları, daha az görünür hatta görünmez kılıyordu kendi mecrasında. “Benim önerdiğim sözcükler geçmeli yazında” diyor, zorlama bir şey yazıyorsun hiç kullanmayacağın sözcüklerle.
Oysa sosyal medya demek görünmek, gözüne sokmak değil mi? Orada görünmeyeni insandan bile saymıyorlar. Dilinizi bozmak pahasına orada görünür olmak için uyuyorsunuz kurallarına. Ve işlemek istemediğiniz konulara giriyor, kurmak istemediğiniz cümleleri yazmaya başlıyorsunuz.
DİLİ BOZAN ZİHNİ İŞGAL EDER
Dili bozarken fikriniz de bozuluyor böylece. Bir ülkeyi ve toplumu zihnen işgal girişimi, dilden sonuçlanıyor. Zihin girmişse toprak da toplum da kurallarına uyduğunuz aklın hizmetine giriyor, savaşmadan aklınızı, kültürünüzü ve dilinizi kaybediyor, rüzgarda savrulan kuru yaprak hafifliğinde istemeseniz de estirilen tarafa uçuşuyor, ağacınızdan kopmanın bedelini rüzgarı üfleyenin hizmetkarı olarak ödüyorsunuz.
Bir de oturmuş bazı yazım kurallarını gereksiz biçimde Türk Dil Kurumu’nun değiştireceği tutmuşsa… Kimin, hangi Türkçesine göre yazacak, konuşacak ya da düşüneceksiniz?
Dil bir derya, sosyal medya, sadece kumsalda ayağımıza vuran sularıyla yetinmemizi istiyor. İçine girmeden büyüklüğü, gücü ve zenginliğini anlayamayacağımız bu deryanın, kumda ayağımıza vurduğu kadar cehaletle kalmamızı istiyorlar.
Bütün sinsiliğiyle bizi dilden yıkmakla başlayan içi boş iskambil kağıdı sosyal medyanın, şimdi bize ait olmayan lisanıyla var olmaya çırpınıyoruz.