Bir önceki yazımızda, nüfusumuzun artma eğilimini geride bırakıp, hızla azalma eğilimine girmesi üzerinde durmuştuk. Maalesef yeni nesli evlilikten caydıran mevzuat düzenlemeleri yerli yerinde durduğu gibi, oluşan ‘kamuoyu’ da bu tarz mevzuatın, koyulaştırılarak devamına işaret ediyor.
Genç neslin evlilikten uzak durmasını, ilaveten de çalışma hayatına soğuk bakmasını cazip kılan bazı sosyal gerçekliklerimiz de var.
Uzun yıllardan beri, toplum olarak bir ‘eğitim fetişine’ yakalandık. Okul bitirmeyi, üniversite okumayı ‘adam olmanın gereği’ gibi algılar olduk.
Önce 8 yıllık temel eğitimi zorunlu hale getirdik. Ki, bu doğru bir adımdır.
Sonrasında, 4 yıl daha ilave ederek, lise öğrenimini de zorunlu yaparak, temel eğitimi 12 yıla çıkardık. Eh, meslekî eğitimi, klasik ve bomboş eğitime ‘ezdirmemek’ kaydıyla, bu da kabul edilebilirdi. Lakin bu ‘ezdirilme’ meselesine bir mim koyalım.
HERKEZ ÜNİVERSİTE MEZUNU OLMALI MI?
Yetmedi, herkesi üniversite mezunu yapma hevesimiz coştu. Ülkenin her köşesine, her biri birkaç gereksiz fakülteden oluşan üniversiteler kurduk.
Eğri oturup doğru konuşalım; her ilçeye açılan Meslek Yüksek Okulları ne işe yarıyor? Yapılan bunca masrafa, verilen emeklere, gençlerin heba edilen zamanlarına değiyor mu?
He sene milyonlarca gencimizi alıp üniversitelere dolduruyoruz. Neredeyse her üniversitenin birer tane İletişim Fakültesi, İşletme Fakültesi, İktisat Fakültesi, hatta Uluslararası İlişkiler Bölümü var.
İyi de bu bölümlerden mezun olanlar nerede istihdam edilecek? Piyasada bu ‘uzmanlığın’ karşılığı var mı?
Anadolu’nun dört bir yanındaki Organize Sanayi Bölgelerini gezin. Buralardaki atölye ve fabrikaların neredeyse tamamı ‘vasıflı-vasıfsız’ eleman arıyor. Hatta sanayinin eleman ihtiyacı öylesine kronik bir hal aldı ki, fabrika servislerinin arka camına sabit şekilde ‘Eleman Aranıyor’ ilanları asılır oldu.
Bir tarafta çalıştıracak genç işgücü bulamayan sanayi ve hizmet sektörü… Öbür tarafta kendisini ‘işsizim’ sendromuna mahkûm etmiş, uyduruk üniversitelerden mezun kocaman bir ‘kibirli gençler güruhu’…
Piyasadan haberi olan herkes biliyor: Şu anda elinde en basitinden bir sanatı olan insanların aylık geliri 50-100 bin TL’yi buluyor. Buna rağmen, inşaatlarda ve fabrikalarda çalıştıracak adam bulmak çok zor.
VASIFSIZ ‘MASABAŞI’ ADAYLARI
Madalyonun diğer yüzünde ise, üniversite mezunu olmayı, ‘masa başında çalışmadan maaş almayı hak etmişlik imtiyazı’ şeklinde algılayan milyonlarca gencimizin heba olup giden zamanları var.
O kocaman kalabalığın tek amacı, KPSS’de iyi bir puan alıp, mülakat derdine de katlanmaksızın, devlet kapısında bir yerlere çöreklenmektir.
İşte o yüzden KPSS’ye milyonlarca genç başvuruyor. Eğitim Fakültelerinden mezun olan herkes, kendisini ‘öğretmen’ sayıyor ve hemen Millî Eğitim Bakanlığı kadrolarına atanmayı bekliyor.
(Laf aramızda, bu fakir İletişim Fakültesini bitireli 34 sene, gazeteciliğe başlayalı da 36 sene oldu, lakin herhangi bir basın kuruluşunda kadrom olmadığı zamanlar, mesleğimi soranlara, gazeteci olduğumu söyleyemedim. Çünkü bir sonraki soru; “Hangi gazete?” idi ve buna verilecek cevabım yoktu.)
Tekrar konumuza dönersek…
Elinde iyi kötü bir sanatı, mesleği olan gençler kolayca ve iyi ücretle iş bulurken, boş üniversitelerden beleş mezun olup, üstüne üstlük kendisini ‘aydın olmuş’ zanneden mesleksiz cahiller iş beğenmiyor.
EKMEK ELDEN, SU GÖLDEN
Çalışmaya yüzü de olmayan, bütün hayatı sosyal medya ve cep telefonu oyunlarından ibaret olan bu gençlerin, aslında çok rahat ve basit bir hayatı olduğunu da gözden kaçırmayalım.
Hayat onlar için şöyle akıyor:
Evlendiği taktirde, aile geçindirme yükümlülüğü gibi, ağır bir sorunları olacak.
Oysa mevcut durumda; ana-baba evinde kira veya otel ücreti yok.
Apartman aidatı, elektrik-telefon-su-gaz faturası yok.
Günde üç öğün yemek, kendisini nazlayan annesi tarafından pişirilip önüne konuyor. Yani lokanta parası yok.
Çamaşır yıkama, temizlik vs. derdi yok.
İlaveten, anne de babadan tırtıkladıklarını, bizim aylak ve cahil gencimize harçlık olarak aktarıyor.
Şimdi dürüst olalım… Anne-babası hayatta olduğu sürece, bu maliyetsiz ve niteliksiz hayatını sürdürme şansı olan, mesleksiz ve cahil gencimiz, ne diye evlenip de başına kocaman bir geçim derdi alsın. Bunun için de çalışmak zorunda kalsın.
Eh, kendisini ‘işsiz’ olarak tanımlamış; aslında işsiz değil ‘mesleksiz’ ve ‘meziyetsiz’ olduğunun dahi farkında olmayan bu gençler, niye evlensin, niye çocuk yapsın?
Tamam… Dünya nüfusunu, kendi kafalarına göre ‘seçmece’ olmak kaydıyla, 8 milyardan 500 milyona düşürme hayalleri kuran ‘Küresel İblisler’ var.
Bu İblisler, bir yandan aileyi ve evlilik müessesesini yıkmak için her türlü melunluğu yapıyor; LGBT ve benzeri sapkınlıkları, dünyanın her yerinde ve her imkânı kullanarak destekliyor.
Yetmiyor, laboratuvarda dehşetli virüsler üretip, insanlığın köküne kibrit suyu dökmeye çalışıyor.
Bunlar birer gerçek… Lakin esas gerçeklik, bizim, ‘üniversite eğitimi’ almayı bir takıntı haline getirmemiz değil midir?
Bu uğurda, binlerce dershane ve kurs açılmasına zemin hazırladık…
Aileler, yarış atına çevirdikleri çocuklarına ‘daha nitelikli eğitim aldırmak’ hevesiyle, bir yandan kurslar, öbür yandan özel okullar marifetiyle söğüşleniyor…
Sadece zengin aileler değil; ‘beygir yarışında geride kalmak istemeyen’ orta halli aileler de özel eğitim marifetiyle soyulup soğana çevriliyor…
Toplum olarak, bir eğitim yarışı çılgınlığına kapılmışlığımızı ne zaman kabulleneceğiz?
Şapkayı önümüze koyup düşünme zamanı geldi de geçiyor.