Anadolu deyince ilk olarak medeniyetlere beşiklik etmiş bir coğrafya aklımıza geliyor. “Yeryüzünün en eski yerleşimleri Anadolu coğrafyasında kurulmuştur.” cümlelerini hatırlıyoruz.
Yıllarca okullarda öğretilen “Anadolu, kuzeyde Karadeniz, güneyde Akdeniz, batıda Ege denizi, kuzeybatıda Marmara denizi ile sınırlanmış bölgedir.” tanımını hafızamızda canlandırıyoruz. Cumhuriyet’in ilanından itibaren ise Türkiye'nin Asya'da kalan kısmı, Anadolu olarak kullanılmaya devam ediyor.
Evet, bazen bir coğrafya, bazen de tarihi birikimi ile hafızalarımızda Anadolu ismi canlanıyor. Hepimiz biliyoruz ki yer adları bir yerin tarihini, coğrafyasını belirleme; ırk, kabile ve inanç yapısı gibi genel karakterini tanımada önemli bir etkendir. Türk dünyasında olduğu gibi Anadolu’da da bu kuralı atalarımız uygulamıştır.
Yerleştikleri şehirlere, kasabalara, köylere, yaylaklara, kışlaklara, dağlara, ovalara, akarsulara boy, bey, oymak isimlerini vererek yurt edindikleri bu topraklara Türk mührünü vurmuşlar. Maalesef değerler, birikimler kimi zaman -bilinçli olarak- yabancı milletlere ve devletlere dayandırılmaya çalışılıyor.
Bugün, Vikipedi başta olmak üzere birçok kitapta, kaynakta aynı kavramların farklı tanımlamalarını bulmak mümkün. Bunların birçoğu, o kavramları özünden kopartıyor, ağırlığını yok edip farklı kalıplara bürüyor.
Biz gazetecilerin bir görevi de gerçekleri araştırarak kamuoyuna aktarmaktır. Hele bir de isminiz Anadolu ise o zaman sorumluluğunuz daha da fazla! Anadolu’nun ağırlığını, kıymetini bilmeniz gerekiyor. O nedenle Anadolu ve Ankara bizim için daha özel anlamlar içeriyor. Çünkü…
Ankara’nın “Galatlar tarafından verilmiş Yunanca ‘Çapa’ anlamına gelen ‘Ankyra’ kelimesinden geldiği ve bu ismin zamanla değişerek ‘Ancyre, Engüriye, Engürü, Angara, Angora, Ankara’ gibi adlara dönüştüğü” yıllarca bize anlatıldı. Buna belki birçoğunuz itiraz edeceksiniz. Evet, haklısınız…
Türk Tarih Kurumu Arşiv Şefliğinden emekli olan İsmail Uçakçı da buna itiraz edenlerden. Kendisinin “Türkçede yer adlarına dokunmayalım!” başlıklı yazısına denk geldim. Orada Ankara için yazdığı “Saka, Yakut, Kazak Türkleri arasında anlatılan Baykal gölü, Angara ırmağı destanını dinlememişler; bütün Sibirya’ya hükmeden Baykal adlı Türk Beyinin kızı Zarlık’ın, Angara adlı bir Türk gencine aşık olduğu hikâyesini ve söz konusu bölgede halen Angara adlı Türk oymağının yaşadığı tarihi gerçeğini görmemişlerdir.” eleştirisini okudum.
Aklıma; uzun yıllar hizmet ettiğim ilçe olan Pursaklar’daki Peçenek geldi. Ardından Eymir Gölü’nü hatırladım, sonra çevre yolundan geçerken sıkça karşılaştığım Yuva Mahallesi’ne gözlerim daldı… Bir an Bayındır Barajı’nı tasavvur ettim, Kınık, Çavundur, Büğdüz, Kalaba, Mamak, Cimşit, Danişment derken taa soyumuz olan Oğuz boylarına uzadım.
Ankara’da Oğuz adı taşıyan köy, mahalle, semt ismi çoktur. Maalesef orada yaşayanların birçoğunun bunlardan haberi bile yoktur.
Mehmet Doğan ağabeyinin dediği gibi “Gerçek Ankara bir meçhuldür, onu bilmek isteyen de yoktur! Çünkü bilmek bizi yük altına sokar, sorumlu kılar.”
Öyle de oldu. Büyük bir sorumluluk aldık. 16 Eylül (yarın)’de 40. yılını dolduran Anadolu Gazete’nin dijital mecradaki haber portalı anadolugazete.com.tr olarak güzel bir yükü sırtladık. Ankara’yı karış karış dolaşıyoruz, gördüklerimizi, bildiklerimizi, öğrendiklerimizi yetenekli ve güçlü bir ekiple yazıyoruz, anlatıyoruz.
40. yılını büyük bir gururla kutlayan Büyük Anadolu Medya Grup Başkanı Ali Çetin başta olmak üzere tüm ekibi, emek verenleri tebrik ediyorum. Anadolu ile Ankara’da birlikte nice başarılara diyorum.