Tarikat, “tarik” kelimesinden türetilmiş bir kavram ve bir tasavvuf terimidir. Tarikat, bir yöntem, bir usuldür. Tarik, yol, usul ve yöntem gibi manalara gelir.
Tarik ile tasavvufu bir araya getirdiğimizde, insanın nefsini hizaya getirmesi için ve kendisini manen geliştirmesi için bir yol üzere olması, belirli yöntemleri uygulayıp da nefsini ayaklar altına alması, kibrini yenmesi, ruhunu güzelleştirmesi, kendisini kötülüklerden koruması elbette İslam’ın emridir, elbette bu durum Allah’ın istediği ve murat ettiği bir haldir. Kuran-ı Kerim’de zikir ve tesbih, Allah’ı zikretmek, Hakk’ı akletmek ve adaletten ayrılmamak, secde ile, tövbe ile, tefekkür ile, çeşitli yollar ile tesbihatta bulunmak ve nefsin hilelerine karşı uyanık olmak zaten sık sık beyan edilmiş ve bu çerçevede bir hayat üzere olmamız istenmiştir.
Nefis ile mücadele çok mühim husustur. Yusuf aleyhisselamın dilinden Kuran-ı Hakim’de şu gerçek açıkça beyan edilmektedir.
“Buna rağmen yine de kendimi büsbütün temize çıkarmıyorum. Çünkü Rabbimin merhamet edip koruduğu kimseler dışında, nefis insana sürekli kötülüğü emreder. Rabbim, elbette çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” (Yusuf Suresi, 53)
Çocukluğumda birçok Hadis-i Şerif’i duydum. İlk duyduğum Hadis-i Şerif’lerden biri “büyük cihad, küçük cihad” üzerine olandır.
Sevgili Peygamber Efendimizin (asm) çok şiddetli bir savaş sonrası “şimdi küçük cihad'tan büyük cihad’a döndük” diyerek Sahabelerine hitap etmesi üzerine, “ya Rasulullah (asm) büyük cihad nedir?” diye soran Sahabelere “büyük cihad nefisle yapılan cihad’tır” diye buyurması, bu mühim hususu duyurması, elbette ruhlarımızda yer tutmalıdır.
Bir başka yerde Sevgili Peygamberimiz Efendimiz (asm) “Mücahid nefsiyle cihad edendir” şeklinde buyurmaktadır. Evet herkes nefis taşıyor. Akıl ve nefis taşıyan her insan idrak eder ki, nefis mücadelesi çok çetin ve çok mühimdir. Bu durumda yani böyle bir çetin savaşta, nefis ile mücadelede insanın bir yol belirlenmesinde bir zarar yok, bilakis fayda vardır. Elbette bu açıdan baktığımızda tarik üzere yani yol ve yöntem belirleme İslam’ın bir emridir.
“Tarik İslam’ın bir emridir. Ancak tarikatlar İslam’ın bir emri değildir. “
Eğer tarikatlar İslam’ın bir emri dersem, mevcut tarikatlar, sanki Kuran’da varmış gibi bir mana çıkar. Ya da mevcut tarikatlardan illa da birine bağlanmak şartmış gibi bir anlam çıkar.
Halbuki öyle bir durum yok. “Çünkü İslam’da tarik var, tarikat yok.” Şu son sözüm esasında akıl ve idrak sahipleri için çok açıklayıcı. Bu sözü tekrar ediyorum: “İslam’da tarik var, tarikat yok.”
Bu sözü söylerken kastım ve muradım şu: “Bir alim zat, bir mutasavvıf kişi yol belirlemiş ve tarikat kurmuş, o tarikat Kur’an’ın emri değil, bilakis o kişinin emri ve yöntemidir.” O mutasavvıf kişinin ya da o alim zatın belirlediği yol ve hareketler yalnızca o kişiyi, o zatı bağlar. Beni hiçbir şekilde bağlamaz.
Şimdi şunu da belirtmek durumundayım. Daha doğrusu şu soru ile sizi meşgul etmek istiyorum. “O mutasavvıf kişinin, o alim zatın belirlediği yol ve uyguladığı yöntem ne kadar İslamî ve Kuran-ı Kerim’e ne kadar uygun?” Burada sorun çıkıyor işte.
Kimi der ki bunlar Kuran’da yok. Uymak zorunda değilim. Mesela bir tarikat ehli kendine zikir ve vird belirlemiş. Kendine göre tezkiye oluşturmuş. Günde bin defa Lailaheillah diye zikrediyor. Her Cuma akşamı sesli, aşikar olarak ya da hafi, içten zikir çekiyor. Nefsini hizaya getirmek için, ruhunu arındırmak için aç kalıyor, haftada 2 gün oruç tutuyor, ayda 15 gün oruç tutuyor. Bunlar elbette güzel hususlar. Güzel tarikler. Güzel yöntemler. Ancak bunlar nas değil ve emir değil. Uymak zorunda değilim. Hadis-i Şerif’lerde böyle bir tarik yani böyle bir usul de uygulanmamışsa kimse bu yöntemleri, böyle usulleri uygulamaya zorlanamaz. Zaten Peygamberimizin rutin ve periyodik olarak uyguladığı namaz, oruç, hac gibi ibadetler dışında uygulaması da yoktur. Zaten olsaydı o tarikatın değil İslam’ın bir uygulaması olurdu ki kimse itiraz edemezdi.
Bu gerçekler ışığında, kimse tarikatların rutinlerini ve periyodik uygulamalarını emredemez. Tavsiye edebilir mi? Etse de o tavsiyeleri aklımla ve fikrimle tartarım.
Kuran-ı Kerim’deki Yüce Rabbim’in emirlerini ve tüm nasları aklımızla ve fikrimizle değerlendirmek ve ardından “şuna uyarım, şuna uymam” demek mümkün değil. Kuran’ı ve Sahih Hadisleri Aklımızla, fikrimizle tartmamız doğru değil. Bu iki kaynağı Ruhumuzla ve Kalbimizle kabul edeceğiz. Vesselam.
Bu belirttiğim hakikatler elbette tarikatlar noktasında bize ışık tutar ve fikir verir ki, tarikatlara uymak ve bağlanmak zorunda değilsiniz. Aklınıza uymuyorsa tarikatlara dönüp de bakmayın.
Şu husus kesin bir hakikattir. Tüm tarikatlar Sevgili Peygamberimiz'den (asm) ve Sahabe Asrından sonra meydana getirilmiş teşekküllerdir. Bu açıdan bidat durumdadırlar. Bidat demek İslam’da sonradan meydana çıkarılan uygulamalardır.
Bir de şurası gerçektir ki, tarik güzel olsa da (yani İslam dahilinde nefis tezkiyesi yapıyorum, zikir çekip tesbihatta bulunuyorum diyerek yol takip etmek güzel olsa da) tarikat güzel olmayabilir. Çünkü tarikat çoğuldur. Tarik ferdi plandan ve kişinin ferden yaptığı işlerden çıkıp da tarikat halini aldığında cemaat ve topluluk işe karışıyor ki, her toplulukta ve her cemaatte iyiler ve kötüler iç içedir. Kurtla kuzunun aynı ovada yaşaması gibi kötüler ve iyiler aynı toplulukta ve aynı cemaatte aynı anda bulunur. Bir de nafile ve fazladan yapılan ibadet ve periyodik hareketleri zorunlu kılmak doğru değildir.
Evet, Kuran-ı Kerim’de tarikatlara yol açacak ve tarikatların hak ve gerçek olduğuna dair doğrudan doğruya hiçbir nas ve emir yoktur. Ancak bazı tarikat ehli bazı ayetlerden tarikata yol çıkarırlar ki benim şahsi görüşüm aynı cihette değildir.
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının; özü sözü doğru, samimi ve dürüst insanlarla beraber olun!” (Tevbe Suresi, 119)
“Sana da Kitab'ı, hak ile, kendinden önceki kitapları doğrulayıcı ve onların üzerine şahit olarak indirdik. Sen de onların aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen hakkı bırakıp da onların arzularına uyma. Sizin her biriniz için bir şeriat ve bir yol (tarik) belirledik. Allah dileseydi hepinizi tek bir ümmet yapardı. Ancak (bu) size verdikleri üzerinde sizi imtihan etmek içindir. Artık iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirecektir.” (Maide Suresi, 48)
“Ey iman edenler! Yolunuzu Allah'ın kitabıyla bulun. O'na yakın olmaya (vesile bulmaya) çalışın ve Allah yolunda gayret gösterin ki, gerçek mutluluğa erişebilesiniz.” (Maide Suresi, 35)
Tarikat ehli bu ayeti kerime başta olmak üzere bazı ayetlerden tarikatlara yol bulmaya çalışır. Ayrıca Sevgili Peygamberimiz Efendimizin (asm) nefisle cihad edilmesi gerektiğini belirten Hadis-i Şerif’lerinden ve benzeri hadislerden tarikatlara yol çıkarmaya çalışır. Hiçbirisi de tarikatlara yol çıkaracak özellikte değildir.
Açıkça söylüyorum. Hiçbir ayet ve hiçbir hadiste tarikat emredilmemiştir. İnsanı ferden huzura ve nefsinin hilesinden kurtulmaya yönelik tarik ile yol ve yöntem elbette emredilmiştir ki zaten onlar aklın ve mantığın gereğidir.
Şimdi buraya kadar olan kısımda İslam’da tarikatın olduğuna ve tarikatın emredildiğine dair doğrudan ayetlerin ve hadislerin mevcut olmadığını açıkladık. Evet şu da kritik bir sorudur. Peki, tarikatları men eden, tarikatlara engel olan ayetler ve hadisler var mı?
Bu hususta da elbette doğrudan ayetler ve hadisler yok.
Tarikatlara muhalif olanlar şu ayete istinat ediyorlar: “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur, öyleyse ona uyun. Başka yollara uymayın ki, o yollar sizi grup grup parçalayarak Allah’a giden yoldan ayırmasın. İşte bunlar, kendisine karşı gelmekten sakınmanız için Allah’ın size emrettiği hususlardır.” (En’am Suresi, 153)
Bu ayeti kerimeyi de elbette doğrudan doğruya tarikatlara engel taşıyan bir hüküm olarak göremeyiz. Ben bu ayeti kerimeyi tarikatlara engel görmesem de Sevgili Peygamberimiz Efendimizin (asm) şu ikazlarını konumuz açısından oldukça önemsiyorum.
“Sonradan ihdas edilen her şey bidattır. “Her bidat dalalettir (sapıklıktır).” “Din namına sonradan ortaya çıkarılan şeylerden sakının. Gerçekten sonradan ortaya çıkarılan her şey bidattır ve her bidat de sapıklıktır. Bu durumda sizin yapmanız gereken şey, benim sünnetime ve birer hidayet ve irşad rehberi olan halifelerimin sünnetlerine sarılmanızdır.”
Şimdi bu üç Hadis-i Şerif’ten sonra ben tarikatlar bidat mıdır diye sorulabilir. Birer tasavvufi metod olan ve nefis terbiyesi olan zikir, tesbih ve riyazat (kendine yasak koymak) gibi hususları sanki zorunlu bir ibadet havasında icra etmek elbette bidattır ve yanlıştır.
Özetle belirtmek gerekirse ferdi planda ve kişinin şahsında olması gereken ve yalnızca kişiyi bağlaması gereken periyodik tasavvufi hareketleri sanki dinin emriymiş gibi gösterirsen burada bidat vardır ve elbette yanlıştır.
Evet bu yazımızda “Tarikatlar, İslam’ın bir emri midir” sorusunun cevabı açığa çıktı. “İslam’da tarikat değil, tarik var.”
Tarikatlar, İslam’ın emri olmadığı gibi mevcut tarikatlardaki bazı hareketler bidata kadar varabilir. Bidata kadar varmasa da insanları dinden uzaklaştırabilir. Mazallah.
Ancak nafile olarak ibadet ve takva üzere hareket etmek de Dinimizde vardır ve ancak bir emir değildir. Yalnızca tavsiyedir.
İslam’ın beş şartı ve tam kamil bir iman kuruluş için, cennet için yeterlidir.
Yazımı bir Hadis-i Şerif ile noktalıyorum.
Bir adam (bedevi) gelerek Sevgili Peygamberimiz’den (asm) İslam’ı sordu. Hazreti Resulullah “gece ve gündüzde beş vakit namaz" dedi. O adam tekrar sordu: Başka bir borcum var mı?" dedi. Hz. Peygamber (asm) "hayır ancak istersen nâfile kılarsın" dedi. Allah Resulü (asm) "Ramazan orucu da var" deyince adam:"Bunun dışında oruç var mı?" diye sordu. Hazreti Peygamber (asm): "Hayır! Ancak dilersen nâfile tutarsın." dedi. Hazreti Peygamber (asm) ona zekatı hatırlattı. Adam: "Zekât dışında borcum var mı?" dedi. Allah Resulü (asm) "Hayır, ama nâfile verirsen o başka!" dedi. Adam geri döndü ve gider ayak: "İslam’ın şartlarına ilâve yapmayacağım gibi noksan da tutmayacağım" dedi. Sevgili Peygamberimiz (asm): "Sözünde durursa kurtuluşa ermiştir, cennetliktir." buyurdu.