Bir Eskişehir ovası kalmıştı imara açıp kurutmadığımız. Samanı bile ithal eden zihniyet buraya da el atıp kömüre dayalı Termik santral kurma peşinde. Ülkenin tarım alanları yok edilirken şimdide Eskişehir ovasına göz dikildi. Bu termik santral işler duruma getirilirse, uzmanların ifadesiyle Eskişehir’in tükettiği su miktarı kadar suyu tüketecek. Zaten yokluğu çekilen su kaynaklarının tamamen kurumasına da neden olacak. Bu bereketli topraklar üzerinde her tarım ürününü yetiştirme potansiyeli varken, yıllardır uygulanan israf ve duyarsızlıkla yönlendirilen plansız bir savurganlıkla kaybına neden olduğumuz toprak bütünlüğü Belçika’nın toprak bütünlüğü kadardır.
Söke Ovası gibi tarımın gözbebeği olan bir ovayı seramik fabrikalarının işgaline bıraktık. İçler acısı bir tarım arazilerine yönelik kıyım yaşanmaktadır. Bir taraftan milli ve yerli türküleri seslendiren muktedirler, bir taraftan tarım politikalarındaki gelişimi açıklarken, öte taraftan hububattan bakliyata-samandan et ithaline kadar gümrük vergilerini neredeyse sıfırlayarak ülkenin tarım politikalarını katlediyorlar. Ürettiğini satmakta zorlanan, satabilmek için kapı kapı-ülke ülke dolaşan kendi ürettiğini de aracıya-tefeciye-bürokrasiye-tekellere kurban veren, uyguladığı yanlış tarım politikaları nedeniyle eti de otu da ithal eden ülke konumuna düştük.
Meydanlarda, popülist demeçler vermekten mangalda kül kalmadı. Milli ve yerli diye bayrak açtınız. Ancak milli ve yerli olmak ülkenin tarımda-sanayi de-ekonomide yaptığı ticareti, yer altı ve yer üstü varlıklarını yabancı tekellere vermemesi demektir. Tarım ve üretim kaynaklarını ülke içersin de geliştirerek üreticiyi koruması demektir. Peki, uygulanan ve izlenen politikalarınız bu tanıma uyuyor mu? Bence uymuyor. O halde siz milli ve yerli de değilsiniz. Sonuç bunu doğurmuyor mu?
Tarım arazilerini, ormanlarını, meralarını, en verimli ovalarını imara açıp inşaat alanına dönüştüren zeytin alanlarını sorumsuzca yok eden ülke olduk. Bu çıkmaz yolun sonunda çözümü kolaya kaçan ithalatta bulduk. Kendi çiftçimizi-üreticimizi şehirlere taşıyıp eriterek, meydanı aracıya-tefeciye-rantiyeci ye bıraktık. 2016 yılında tarım ürünleri ithali için 15 milyar dolar 2017 yılında 17 milyar dolarla sadece tarım ürünlerini ithal eder olduk.
Bitki örtüsünü jeolojik oluşumları hiçe sayarak yapılaşma izni verilen, doğa ve turistik güzellikleriyle korunması gereken sit alanlarını bile yapılaşmaya açarak Ranta ve Rantiyeciye kapı araladık. İnşaat alanlarıyla doldurduğumuz yerlerde su sıkıntısı da beraberinde geldi. Nehirlerin-derelerin kurutulduğu yerlerde tarımsal alanlarda ki kuruma da bununla birlikte. Zaten su sıkıntısı çekilen ülkemizde tarım alanlarının ve doğal dengenin yok edilişi ile şehirlerde tarım alanlarında su sıkıntısı baş gösterdi. Üretici artık ekmiyor, ekemiyor ekili arazisinde ki ürünü toplamıyor.
Doğal güzellikteki verimli arazileri imara açmak yüzünden, üreten değil ithal eden ülke olduk. İşte bu nedenledir ki vatandaşımızın sırtında ki vergi yükü yüksek, plansız-programsız yanlış politikalarla tarımı kurutup yok edince de gelsin ithalat tavan yapsın cari açık. Ödemede zorlanınca da vatandaşın sırtına vergi yükünü yükle dur. Yanlış sadece tarımda değil ki her yerden yanlış fışkırıyor. Sel sularını önlemek amacıyla Orman Bakanlığı’na bağlı ağaçlandırma yapacaksın orman alanı yapacaksın, öte taraftan aynı alanı toza-pisliğe-ağaçları ve orman alanını yok edecek taş ocağı açma ve kullanma izni vereceksin. Oldu mu şimdi? Ağaçlandırma alanları yağmuru toplar yağış getirir. Bunları kurutursan elbette ki yağmurda yağmaz karda yağmaz. Sonrada kalkıp yağmur yağmıyor seller akmıyor son 40 yılın en kurak aylarını yaşıyoruz diye günah çıkaracaksın. Taş ocağından taş çıkaracağım diye patlat dinamiti, havayı kirlet, ormanı yok et doğal yaşamın canlılarını yok et, işte o zaman ne su kalır nede dereler akar ne de sulayacak tarım arazisi kalır. Sonuçta ithal yolu görünür.
Doğu illerimizde tarımsal kuraklık kapıda. Kuraklığın tarıma-üreticiye-insanlığa zararından başka ne yararı olabilir? Ocak ayında havaların bahar havasında olması gömlekle dolaşılmasının ötesinde yararı da olmaz. Ancak hayatın her alanına başta tarıma-meyve sebze gibi ürünlere darbe vuracağı kesin. Büyük şehirlerde yaşanan pahalılıkta üreticiden ucuza kapıp fahiş fiyatla şehirlerde satılması bunun bir göstergesidir. Planlı-programlı bir tarım politikasının olmayışı yer altı ve yer üstü su kaynaklarının kurutulmasına neden teşkil eden faktörlerin dışında vahşi sulama yerine damlama usulüyle yapılmaması gibi nedenler ülkemizin tarımını zora sokmaktadır.
Kuraklık sonucu ürününü üretmede satmada zorlanan üretici, ürettiğinin de maliyetini kurtarmadığını görünce köyden kente göçerek hizmet sektöründe yer alacaktır. Yeterinden fazla inşaat üretimi ile şişirilen kentlerimiz de hava kirliliği başta olmak üzere trafik-ulaşım yoğunluğu yaşanacaktır. Yoğunluğun yaratıcı sonuçları kentsel yaşamı da tehdit eder duruma gelecektir. Zaten hiç yarın olmayacakmış gibi savurgan ve sorumsuzca harcanan doğal kaynaklarımız sonuçta insanlığa zor günler yaşatacaktır.
Su tarımsal üretimin ana kaynağıdır. Doğal sit alanlarında ki korumayı kaldır doğayı imara aç tarımsal alanların kurumasına neden oluştur, sonrada kalkıp hava kirliliği nasıl çözülür-kuraklıktan nasıl kurtuluruz-susuzluktan yanan topraklara nasıl su taşırız diye çözüm ara. Günü kurtaracak mazeret politikalarını bir tarafa bırakıp bilimsel düşünerek planlı üretime geçmenin, dünya ülkelerinde ki üretim örneklerinin nasıl yapıldığı incelenerek uygulamaya geçilmesinin zamanı gelmiş ve geçmektedir.