Bu bir Kemal Kılıçdaroğlu yazısı değildir. Yalnızca, Kemal Bey’in, CHP’ye oy vermeyen vatandaşları küçümsemek için kullandığı, “Aylık 500 lira ile geçinen köylüler…” söylemine atıfla, kırsal kesimin sosyo-ekonomik gerçekliğine bir pencere açmaya çalışacağım.
Kemal Bey, ülkemiz kırsalında yaşayanların aylık 500 TL gelirle geçindiklerini/yetindiklerini vehmediyor. Bu, son derece yanlış bir tespittir.
Ülkelerin henüz kalkınmamışlık dönemlerinde, toplumlar genellikle tarımsal faaliyetlerle geçinirler. Nüfusun büyük çoğunluğu tarımla uğraşır. Tarımsal üretimin büyük çoğunluğu da, üretici ailenin kendi ihtiyaçlarını karşılamaya dönük kullanılır. Herkes tarımsal üretim yapınca, ürünler de kendi ihtiyacına yetecek miktardan biraz fazlası olur.
Hal böyleyken, tarımsal üretimin ana girdisi, aile fertlerinin kişisel emeklerinden ibarettir. Piyasadaki alıcıların da sınırlı olması, doğal olarak tarımsal ürün fiyatlarını düşük kılmaktadır.
Ülke ve tarım kesimi sanayileştikçe, tarımsal işgücü sanayi ve hizmetler sektörüne kaydıkça, kırsal nüfus da hızla azalmaya başlar. Nitekim 1950’lerden bu yana yaşadığımız köyden kente göç olgusu da böylesine bir sosyolojik gerçekliktir.
Son 20 yılda, Türkiye’nin kırsalı büyük ölçüde kentlileşti. 81 şehrimizin 30’unun ‘Büyükşehir’ statüsüne alınması ve anakent belediyelerinin hizmet sorumluluğunun tüm ilçe ve köyleri kapsar hale getirilmesi, kentleşmeyi ve kamusal hizmete erişimi daha da yaygınlaştırdı.
Evet, artık Türkiye’nin kırsal alanları da önemli bir refah düzeyine erişmiş bulunuyor.
Peki, bu durumun, özellikle tarımsal üretime yansıması nasıl oluyor?
Her şeyden önce, ‘köylülükten çiftçiliğe’ doğru hızlı bir geçiş yaşanmaktadır. Henüz ‘endüstriyel tarım’ aşamasına erişemedik; fakat geleneksel tarımdan modern tarıma geçiş sürecindeyiz.
Artık tarımsal faaliyet, çiftçi ailesinin kendi ‘ucuz işgücü’ ile değil, piyasada ‘tarım işçisi’ olarak hizmet veren kişiler tarafından yürütülme aşamasına gelmiştir.
Bu gelişmenin bir ucunda, kırsal nüfusun kentlere göç etmesi ve köylerin boşalması gerçeği var. Diğer taraftan, Türkiye’de yaşayan mültecilerin de dâhil olduğu bir ‘gezici-geçici tarımsal işçilik’ olgusu bulunuyor.
Ülkemizin artan refahından, tarımda ‘işçi’ kimliğiyle çalışanlar da giderek daha fazla pay almaya çalışıyor.
Dikkat ediniz, artık ‘köylülerden’ değil, ‘tarım işçilerinden’ bahsediyoruz.
Başta hububat çeşitleri olmak üzere, makine-teknoloji sayesinde en az işçilikle yürütülebilen üretimlerde, maliyetlerin ezici çoğunluğunu; makine-teçhizat, gübre, mazot, tohum ve ilaç gibi girdiler oluşturuyor. Elbette bu girdilerin fiyatları, uzun zamandır uluslararası piyasa koşullarına uyumlu şekilde hüküm sürdü.
Uluslararası piyasa fiyatlarına uymayan en önemli unsur, ‘emeğin fiyatı’ idi. Ama artık bu da değişiyor. Tarımsal emek, eskisi gibi ucuz değil. Her ne kadar Kemal Bey, kırsalda yaşayanların aylık 500 TL ile geçindiklerini iddia etse de, şu anda en ucuz tarım işçisi yevmiyesi 600 TL’nin üzerinde bulunuyor. Buna, Suriyelilerin yevmiyesi de dâhil. Birazcık nitelik gerektiren işlerde ise, yevmiyeler 700-800 TL’yi aşıyor.
Bugüne kadar tarımsal maliyetleri konuşurken, hep mazot, gübre ve ilaç fiyatları üzerinden gittik. Bu girdiler önemli maliyet unsuru olsalar da, özellikle yaş sebze-meyve üretimindeki yoğun emek ihtiyacı, üretim maliyetini giderek işçilik girdisi üzerinde yoğunlaştırıyor.
Bir tespit yapacağım, kimse kızmasın: Uzun yıllardır köylünün-çiftçinin emeğini, alın terini hep ucuza kullandık. Refah nimetlerini hep kentlilere özgü sayarken, kırsal-tarımsal nüfusun refah ihtiyacını yok saydık. Onlar, aile fertlerinin ucuza getirilen işgücüyle üretti, kentsel nüfus da dünyadaki cari fiyatların çok altında bedelle tarımsal ürün tüketti. Neticede, “Kırsalda yaşamanın maliyeti çok düşük…” diyerek geçiştirdik konuyu.
Bu dönemler geride kaldı artık. Hızlı kentleşme, kırsalın boşalması, ulaşım ve iletişim imkânlarının gelişmesi, kamusal hizmetlerin köylere kadar erişmesi, köylerde yaşamanın maliyetini de yükseltti. Çiftçi yalnızca traktör ve donanımına yatırım yapmıyor; aynı zamanda otomobil alıyor, modern konutlar yapıyor, televizyon, buzdolabı, çamaşır-bulaşık makinası ve cep telefonu alıyor. Bu saydıklarımızın köylerdeki fiyatları ile kentlerdeki fiyatları aynı.
Bunlara, tarımsal ihracatın gelişmesini ve ihraç fiyatlarının dünya piyasalarına uyumlu olmasını da ekleyin…
Yaşadığımız süreç, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, müreffeh ülkelere paralel bir süreçtir. Köylünün-çiftçinin emeğini ucuza kullanma dönemi bitti. Zaten artık köylülüğün de sonuna geldik. Özellikle makinadan ziyade işgücünün yoğun kullanıldığı tarımsal ürün fiyatlarının, gelişmiş ülke piyasalarına uygun hale geleceğini kabullenmek durumundayız. Çünkü kırsalda yaşayanlar aylık 500 TL ile geçinmiyor; belki günlük 500 TL diyebiliriz.
Sonuç: Başta yaş meyve-sebze olmak üzere, bugüne kadar sudan ucuza tükettiğimiz tarımsal ürünleri, gelişmiş ülkelerdeki fiyatlarla tüketmeye hazır olalım.
Bu sosyo-ekonomik gerçeklik üzerinden, siyasî eleştiriler çıkarmak anlamsızdır. Çünkü bu mesele siyasî bir tercih değil, sosyolojik bir zorunluluktur.