Geçen gün TBMM’de Plan ve Bütçe Komisyonunda Bakanlık Bütçesi görüşmeleri dolayısıyla bulundum. O gün on iki saatten daha fazla süre TBMM’de kaldım ve o süre zarfında parlamentoların “bütçe hakkı” üzerindeki yetkisini ve “demokrasi ile bütçe hakkı” arasındaki yakın ilgiyi bizzat müşahede ettim.
Parlamentolar ile bütçe hakkının birebiriyle birebir bağlantısı demokrasi bağlantısıdır. Demokrasi bütçe hakkı ile bağlantılı gelişmiştir.
Nasıl mı?
Bu sorunun cevabını vermek için 1215 yılına gideceğiz ve Magna Carta (Büyük Ferman) hakkında bilgi vereceğiz.
1215 yılında İngiltere’de Kral, yetkilerinin bir kısmını o andaki Meclise devretmek zorunda kalmış ve bunun için o zamanki Kralın önüne imzalaması için bir ferman konulmuştur. O ferman Magna Carta’dır.
O fermanla “yasalar dışındaki bir yol ve yöntemle hiçbir vergi toplanamaz ve hiçbir gelir harcanamaz” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke, şimdiki tabirle “bütçe” demektir. Vergi toplama ve toplanan vergilerin harcanması yetkisinin kraldan, parlamentoya devredilmiş olması büyük bir devrimdir.
Ülkemizde de Meşrutiyet döneminde bütçe hakkı gündeme gelmiş ve Padişahın gelir toplama ve harcama yetkisi Meclis’e devredilmiştir. 1910 yılında çıkarılan Muhasebe-i Umumiye Kanunu bütçenin ilke ve kurallarını bünyesinde taşımaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da vergilerin kanunla toplanıp kanunla harcanacağı ilkesi devam ettirilmiştir.
Günümüzde de TBMM’nin en önemli görevi, bütçeyi kabul edip onaylamasıdır. Kabul edilip de onaylanan bütçeler Hükümet tarafından icra edilir.
Bütçeler üzerinde parlamentoların kabul edip de onaylama ya da onaylamama yetkisi, demokrasinin gelişmesinde çok büyük bir öneme sahiptir. Demokrasi esas olarak yönetimin hesap vermesi ve belirli kurallarla harcama yapması doğrultusunda gelişir.
Her sene bütçe görüşmelerinde (önce Plan ve Bütçe Komisyonunda, sonra TBMM Genel Kurulunda) yönetenler ve yönetilenler karşı karşıya gelerek bir yılın hesabı üzerinde görüşürler. Bu görüşmeler daha çok Sayıştay Raporları üzerinde cereyan eder.
İktidar yaptıklarını anlatır, muhalefet de nasıl yaptıkları üzerinde ya da neden yapamadıkları üzerinde iktidarı hesaba çeker. Görüşmeler çok çetin geçer. Görüşmelerde hesap sorucu tavırla muhalefetin tüm söz ve eylemleri demokrasinin kendisidir. Çünkü yönetimden hesap sorulmadığı durumlarda demokrasiden söz edilemez.
Şunu herkes düşündüğünden idrak eder ki, “yönetim (iktidar) her yerde olur, ancak muhalefet yalnız demokrasilerde olur.”
Muhalefet yoksa, ya da var da hesap soramıyorsa demokrasi de yoktur. Bütçeler de en kapsamlı ve en etkili hesap sorma mekanizmalarıdır. Bütçeler her yıl mütemadiyen devam eden bir hesap sorma yöntemidir de.
Bütçelerin mütemadiyen devam etme özellikleri bir taraftan bir güç olsa da, bir taraftan da bir zafiyettir.
Nasıl mı?
Eğer her seneki “bütçe görüşmeleri” bir formalite ve kanıksanmış rutin bir eylem olarak görülüyorsa, bu özellik bir zafiyettir. Ancak, bütçe görüşmeleri ciddiye alınıyorsa, bu özellik bir kuvvettir.
Buraya kadar olan anlatımlarım “bütçe ve demokrasi” bağlantısı üzerineydi. Şimdi de TBMM ve Milli Birlik üzerine görüşlerimi, on iki saatten fazla süren TBMM’de bulunmam üzerine müşahedelerim noktasında açıklamak istiyorum.
On iki saatten fazla bütçe görüşmelerinde bulunurken şunu açıkça gözlemledim. “TBMM, Ülkemiz için milli beraberlik ve birliğimizin en kuvvetli ve en zirve çatısıdır.”
Bu çatı özenle korunmalıdır.
Milletin iradesi orada yansıyor ve oradan tüm Ülke sathına yansıtılıyor. Doğulusuyla Batılısı, Kuzeylisiyle Güneylisi orada temsil ediliyor. Herkes orada kendisini seçtikleri vasıtasıyla ifade ediyor. Ve orada Milletvekilleri vasıtasıyla halkın iradesi tecelli ediyor.
Burada da şu noktayı özenle altını çizerek belirtmek istiyorum.
Halkın iradesi elbette yüzde yüz ve birebir doğrudan doğruya TBMM çatısı altında tecelli edemez. Ancak, seçilenlerin Ülke düzeyindeki dengeleri, yani fakirler-zenginleri, esnafları-sanayicileri, işçileri-işverenleri, işsizleri-çalışanları ve benzeri dengeleri ne kadar çok temsil ediyorsa, o kadar demokratiktir. Yoksa sözde demokratiktir. Özde antidemokratiktir.
Orada yani TBMM’de halkın en iyi şekilde temsil edilmesi için seçimlerin adil ve dengeli bir sistem üzerinde (yani seçim kanunları adil ve dengeli olmalı ve ona göre seçimlerin) icra edilmesi ve seçilenleri Genel Başkanların değil halkın seçmesi gerekir. TBMM’de işçiler, garibanlar, yoksullar, ezilen sınıflar ne kadar etkili ve ne kadar dengeli temsil edilirse o oranda demokrasi kuvvetlidir. Zaten zenginler, güçlüler ve egemen sınıflar kendilerini her fırsatta ve her platformda ifade ettikleri için onların TBMM’de temsil edilmeleri o kadar da önemli değil.
Şimdi gelelim asıl sonuca. Şimdi gelelim asıl belirtmek istediğimiz hususa.
TBMM’nin milli birlik ve beraberlik çatısı olması hüviyetini en kuvvetli ve en etkili bir şekilde yerine getirmesi ve bu özelliğini sürdürmesi için, seçim kanunları adil ve demokratik olmalı ve halkın iradesi mümkün olduğunca yüksek bir seviyede yansıtılmalıdır.
Halkın iradesinin en fazla yansıtılmasının yani TBMM’ne seçilenlerin dengeli olmasının ve TBMM’nin halk kesimlerini büyük oranda temsil etmesinin en etkili yolu “demokratik ve adil seçim sistemidir.” Milletvekillerini Genel Başkanlar değil, halk seçerse işte o zaman gerçek demokrasiye kavuşuruz.
Gerçek demokrasiye kavuşmak dileğiyle herkese selam ve saygılarımı sunuyorum.