ABD ve yancıları, güney sınırlarımızda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın deyimiyle, bir ‘Teröristan’ kurdurmak için hamleler yapıyor. Bu yolda, bazen bakıyorsunuz itinin tasmasını hafiften çekermiş gibi gösteriyor. Sonra farklı ağızlardan, farklı tonlarda, kafa karıştırıcı laflar ediyor.
Şunu artık net olarak biliyoruz: 1960’taki o ahlâksız 27 Mayıs darbesi de dâhil, 15 Temmuz 2016’daki FETÖ marifetiyle yeltenilen şerefsiz darbe-işgal girişimine kadar, bütün darbelerin ve iç karışıklıkların perde gerisinde ABD denilen melun yapı ve Siyonist akıl var.
Yetti mi? Hayır!... Bize ‘Sovyet destekli’ diye yutturulan bilumum sol kaynaklı terör yapılanmaları ve eylemlerinin arkasında da ABD ve güya NATO’da müttefiklerimiz olan şer ülkeleri var.
Şimdi, Suriye’deki çakal sürüsü, 11 Haziran’da, sözde yerel seçimler yapmaya yelteniyor. Belli ki, bundan sonrası için farklı bir kurgulamanın, bir nevi kendilerine meşruiyet devşirebilecekleri alan oluşturmanın peşindeler.
İçerideki, ‘sırtını terör örgütlerine dayamışlar’ güruhu ise, son yerel seçimlerde elde ettikleri belediyeler üzerinden, Türk Devletine ayar vermeye çalışıyor.
Bu arada, başta İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi üyelikleri ve Esenyurt Belediye Başkanlığı olmak üzere, CHP’yi ‘taşıyıcı anne’ olarak kullanarak elde ettikleri ‘mevzilerde’ (!) de rahat durmayacaklarının işaretleri gelmeye başladı.
ÖNCEDEN NİYE MÜDAHALE EDİLMEZ?
Devletimiz, belli ki tüm bu hazırlıkların farkında. İlk hamleyi de Hakkâri Belediye Başkanlığına seçilen terör bağlantılı şahsı görevden alarak yaptı. Terör destekçisi belediye başkanları ve diğer görevliler için yasal süreçlerin işletileceğini ve başka kayyımlar atanacağını tahmin etmek de zor değil.
Bizim sorunumuz şu: İster terör yapılanmaları, ister çeteler ve adi suç unsurları olsun, sorunu daha başlangıçta çözmeye odaklı politikalar ve yasal düzenlemeler geliştirmede zorlanıyoruz. Ya da bu bir ‘bilinçli fakat zorunlu’ bir tercihtir. Bazen uluslararası ilişkiler, angaje olunan, mesela AB gibi yapılar, bu tür tercihleri zorunlu kılabiliyor.
Fakat her ne olursa olsun, artık Türkiye’nin zaman israfına, ekonomik zararlara ve insan kayıplarına tahammülü yoktur.
Dolayısıyla, özellikle terör bağlantılı suç unsurlarını, henüz daha yolun başındayken saf dışı bırakacak yasal düzenleme ve uygulamalara ihtiyacımız var.
Şimdi, Hakkâri Belediye Başkanlığına seçilen şahsın, terör örgütüyle olan bağlantısı yeni mi ortaya çıktı? Tabii ki değil… O halde, bu şahsın adaylığını engelleyecek meşru mekanizmaları niye oluşturmuyoruz?
Fazla uzağa gitmeyelim; terör örgütünün siyasî partisi hakkında açılan kapatma davası, bilmem kaç senedir niye sonuçlanmıyor? Canı istediğinde, tutuklu teröristler için anında ‘hak ihlali’ kararı veren Anayasa Mahkemesi, niye o fesat yuvasını derhal kapatmaz? İlgili parti, kendi suçunu bildiğinden, dere geçerken at değiştirip, ikinci ve hatta üçüncü kez post değiştirip, şu sıralar DEM’leniyor…
Hatta seçim döneminde, bu milletin tüyü bitmemiş yetiminin hakkı olan paralardan ‘seçim yardımı’ diye 500 milyon lirayı cukkalıyor. Buna karşı açılan davada, Anayasa Mahkemesi yine bildik tavrını tekrarlıyor.
Hadi geçelim terör ve bölücülük suçlarını… İçişleri Bakanlığı ve Emniyet güçleri, her gün bir veya birkaç organize suç örgütünü çökertiyor.
Bakıyorsunuz, bu suç örgütlerinin yöneticisi konumundaki şahısların suç dosyaları, en kalın klasörlere bile sığmayacak kadar kalın. İyi de bunca suça bulaşmış bu tür ‘hırlı ve hırsız’ şahıslar, nasıl oluyor da sokakta masum vatandaş gibi gezebiliyor? Dahası, nasıl oluyor da etrafına bir yığın it-kopuk toplayıp, çetesini tahkim edebiliyor? Narkotiğinden malî suçlara, hatta cinayete kadar bir yığın suçu işleyebiliyor?
SUÇLUYA SUÇLU MUAMELESİ ŞART
Örgütsüz suçlarda durum çok mu farklı? Orada da adam hırsız… Gaspçı… Gece uyuduğu sırada vatandaşın evine giriyor, kıymetli eşyasını çalıyor. Vatandaş uyansa, elinde silah olsa bile, ‘Sayın hırsıza’ müdahale edemiyor.
En az 15-20 suç kaydı olan bu it-kopuklar, yakalanıp da hâkim önüne çıkarıldıklarında, öylesine profesyonelleşmişler ki, mağdur vatandaştan önce adliyeyi terk edebiliyorlar.
İşin özeti; bizim artık suçluya ‘suçlu muamelesi’ yapabileceğimiz bir düzeni kurmamız lazım.
Yoksa, Sayın İçişleri Bakanımız, her sabah yeni bir çökertme operasyonu açıklar; fakat çökertilen çakallar, adliyenin arka kapısından salınmaya devam eder.
Evet, suça suç, suçluya suçlu muamelesi yapmamız; dahası bu konularda gerçekten caydırıcı cezalar getirmemiz, giderek daha büyük bir ihtiyaç haline gelmektedir.
Denilebilir ki, AB standartları, uluslararası anlaşmalar, bilmem ne kuruluşları falan filan… İyi de İsrail adlı terör örgütünün, BM kararlarını, hatta Uluslararası Adalet Divanı’nın kesin hükümle verdiği kararları takmadığı bir dünyada yaşıyoruz.
Yani, birilerine şirinlik veya kibarlık yapmak bir yana, artık dünyada ‘uluslararası hukuk’ diye bir şey var mı, onu tartışmaya başladık.
Dolayısıyla, devletimizin ve vatandaşımızın güvenliği, huzuru, mal-mülkünün ve ırzının korunması söz konusu ise, hiçbir ulusal veya uluslararası direnç ve dayatmalar bize yön verememeli. Gerisi laf-ı güzaftır.