Tevazu sahibi olmak en büyük erdemliliktir. Şeytan’ın Allah'ın dergâhından kovulması O’nun kibri nedeniyledir. Bu nedenle kibir şeytan’ın yolu iken tevazu Hz. Âdemin yoludur. Şeytan haddini aştı, sahip olduğu şeyleri kendinden bildi. Hz Âdem cennette yasaklı meyve ağacını yediğinde hatasını anlayıp tövbe etti, tövbesi kabul oldu. Yüceldi yükseldi.
Tevazu ve kibir terazinin iki kâsesi gibidir. Biri ağırlaşınca öteki hafifler; biri var olunca öteki kayıp olur. Bu nedenle tevazu sahibi olmak için kibrimizin kırılması gerekir. Ne için yaratıldığımızı unutmamamız gerekir. Alçalarak yükselmek söz konusudur tevazuda. Ancak kibirde yükselerek alçalmak vardır. Mütekebbirler boşlukta kürek çekmeye çalışırlar. Kendilerine biçtikleri suni ve Hayalımsı şeylerle itibar kazanacaklarını zannederlerken aslında kayıp ederler.
Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor:
"Muhakkak Allah Teâlâ, bana, sizin mütevazı olmanızı vahyetti" (Rizazu's-Salihin, II, 37). "Her kim Allah için alçakgönüllülük yaparsa, Allah muhakkak onun derecesini yükseltir" (Müslim Bir ve's Sıla, 69; Tirmizî, Birr, 82).
Kişi kibirlenince, iki melek, "Ya Rabbi bunu alçalt!" derler. Tevazu ederse, "Ya Rabbi bunu yükselt!" derler.” [Beyheki]
Evet, tevazu insanı yüceltirken kibir alçaltır, tevazu cennete girmeye vesileyken kibir cehenneme sürüklenmeye sebeptir. Diyor ki; tevazu sahibi olmak özüne dönmek gibidir. İnsanın özü ise topraktır. Her şey toprakta neşfu neman bulur. Toprak altında nice hazineler saklıdır. Bu nedenle davaların çoğu toprak davasıdır. Savaşlar toprak parçaları için yapılır. Yerde çiğnendiğine bakılmaz her şeyi kabul ettiğine adlanılmaz toprağın çünkü ona ulaşan en edna pislikler dahi onun zenginliğiyle, özelliğiyle gül olur çiçek açar, meyve olur koku saçar. Aş olur, ekmek olur sofrana katık sağlar. İnsanı yeryüzünün en şereflisi haline getirende onun fıtratının bozulmamasıyla mümkündür. Onun fıtratı toprağın özelliğini taşır. Yani tevazu sahibi insan fıtratı bozulmamış insandır. Onda ölü kalpler dirilir. Değersizler değerli hale gelir. Haddi aşıp özünden uzaklaşan insan ise kibirle kalbi taş kesilir.
Mevlâ’na Hazretleri tevazu hususunda toprak gibi olmaya davet eder insanı:
“Allah buyurdu ki: Ey insan, dikkatle bak da gör, senin topraktan yaratılmış bedenine, ruhumdan bir tohum ektim, seni yücelttim. Sen bu toprağın bir tozu iken, seni üstün bir varlık yaptım. Sana akıl verdim, aşk verdim. Sen bir hamle daha yap da, topraklığı, yani tevazuu kendine sıfat, huy edin. Ben de, seni bütün yarattıklarımın üstüne emir kılayım.”
Su yukarıdan aşağıya akar. Meyvesi çok olan ağacın dalları yere eğiktir. Meyvesiz ağacın başı dik, ancak faydasızdır. Bu nedenle kalbi yumuşak gönlü açık insanların kalbine nice ilim ve irfan akıverir. Kalbi katı ve kibir alameti taşıyanlar ise nice okulları bitirseler, nice unvanlara sahip olsalar da bir ömür boyu ibadet halinde bulunsalar da bir milim yol alamazlar.
Şeyh Sâdî-i Şîrâzî ise, tevâzuun mânen yükseliş sırrına dikkat çekmek üzere suyu hikmet nazarıyla okuyup şöyle buyurur:
“Sel, heybetle aktığı için baş aşağı yuvarlanıp gidiyor. Çiğ damlası ise, küçücük ve âciz olduğundan, güneş onu sevgiyle yükseklere çıkarmaktadır.”
İmâm-ı Şârânî “el-Bahrü’l-Mevrûd” adlı eserinde der ki:
“Bir mânevî mecliste en çok istifade eden, orada en çok tevâzû ve mahviyet gösterendir. Çünkü rahmet-i ilâhî dâimâ fakîrü’l-meşreb, mütevâzı kimselerin gönlüne nüzûl eder. Görmüyor muyuz ki, yağmur suları bile dâimâ çukurlar ve ovalarda toplanıyor, derelerde akıyor.”
Kibir hastalığının tedavisi ise ancak nefsi iyce terbiye etmekle mümkündür. Nefsi ihmalkârlığa gelmez. Tevazuu erdemliliğine kavuşabildiğimiz oranında kibirden kurtulabiliriz. Kibir ve tevazu terazinin iki kesesi gibidir biri ağır basınca öteki ona tabi olur. Biri ruh dünyamızdan uzaklaşınca öteki kalbimize galebe çalar…
Selam ve dua ile…