Tevhit ve Vahdetin öncüsü Müminler

Süleyman Göksu

Resûl-i Ekrem (s.a.s) Efendimiz, bir gün ashabıyla birlikte bir kabristana uğradı. Orada medfun olanlara, “Allah’ın selamı size olsun ey Müminler diyarının sakinleri! Biz de bir gün inşallah sizlere kavuşacağız.” şeklinde selâm verdi. Sonra sözlerine, “Benden sonraki kardeşlerimi görmüş olmayı ne kadar da çok arzu ederdim.” şeklinde devam etti. Bu sözü işiten ashap, “Biz senin kardeşlerin değil miyiz yâ Resûlallah!” dediler. Allah Resûlü, “Sizler benim ashabımsınız. Kardeşlerim ise benden sonra gelecek müminlerdir.” buyurdu. Evet, bir zamanlar Müminlerin sayıları pek azdı. Sonra dalga dalga, nesilden nesile çoğaldılar. Zamanla kıtalar kuşatan büyük bir topluluk hâline geldiler. Peygamberimizden öğrendikleri hakikatleri dünyanın her tarafına yaydılar. Gittikleri her yere şefkat, merhamet, insaniyet taşıdılar. Mümin gönüller, imanla birbirlerine ısındı ve kaynaştı; ırk, renk, dil, bölge ve coğrafya farkları gibi engeller bir bir aşıldı. Müslümanlar kardeş oldular, yekvücut oldular. Tevhit ile gelen vahdetin temsilcileri oldular. Bir ve beraber olmanın en güzel örneklerini sergilediler. Aynı kıbleye dönerken, Kâbe’de yan yana tavaf ederken, aynı inanca bağlı bir ümmet olmanın huzur ve mutluluğunu yaşadılar. Bilgiyi, hikmeti ve marifeti rehber edindiler, insanlığı yücelten medeniyetler inşa ettiler. Yeryüzünde hak ve adaleti tesis ettiler.

İslâm ümmeti, İslâm’ın bir araya getirdiği müminler topluluğudur. İnsanlığa örneklik, önderlik ve rehberlik yapacak ana kitledir. Tüm insanlık için var kılınmış topluluktur. Bu itibarla yeryüzünde hak ve adaleti tesis etme gibi bir sorumluluğu vardır. İyiliği emretme, kötülükten alıkoyma gibi bir vazifesi vardır. İslâm ümmeti, bir anneden doğmuş çocuklar gibi güven ve sadakatle birbirine bağlıdır. Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimiz (s.a.s)’in rehberliğinde yüce değerleri yaşayan ve yaşatan topluluktur. Her türlü aşırılıktan uzak, mutedil bir ümmettir.

Ne zaman ki Müminler, Kerim Kitabın ilk çağrısı olan ilim, hikmet ve marifet yolundan uzaklaştı, o vakit cehalet bataklığına saplandı. Böyle bir durumda fert ve toplum hayatına, insanlığa yön veren, ışık tutan değerler üretemedi, medeniyet inşa edemedi. Bilgide, fikirde, düşüncede, eğitimde, kültürde ve sanatta tutulma yaşadı, söz sahibi olamadı. Ne zaman ki heva ve heves, menfaat ve çıkar, hak ve hakikatin önüne geçirildi, o vakit ihlâs ve samimiyet kaybedildi. Dinin özünden uzaklaşıldı. Riya ve gösteriş ön plana çıkarıldı. Ne zaman ki, İslam dünyasında çalışma ve üretme terk edildi, o vakit fakirlik ve yoksulluk girdabına düşüldü. İslam beldelerinin zenginliği sömürülmeye başlandı. Müslümanlar, hep başkalarının ürettiklerini tüketmeye mecbur bırakıldı. Ne zaman ki Müslümanlar, tefrika, ayrılık ve gayrılığa düştüler, o vakit coğrafyamız eman ve güven, sulh ve selam özelliğini kaybetmeye başladı. Gücümüz zayıfladı. Kötülüklere engel olamaz, huzur ve barışı sağlayamaz olduk.

Yüce Rabbimiz bütün bu hastalıklarla mücadele etmeyi, her türlü fitne ateşini söndürebilmeyi İslam ümmetine nasip eylesin. Bizleri, zihinleri ve yürekleri bir, gayeleri ve duyguları bir, sevgileri ve hüzünleri bir kardeşler topluluğu eylesin! Bu camide yan yana, omuz omuza durduğumuz gibi her daim müminler topluluğu olarak yan yana, gönül gönüle olabilmeyi bizlere bahşeylesin! Ümmet-i Muhammedi tevhit ve vahdette birleştirsin.