Biz insanlar, toplum olarak ezbere konuşmayı, sorunlara kısa yoldan bir takım ulviyetleri de “alet” ederek, bahanelerle çözüm bulmaya bayılırız.
Konuyu; insan hakları denilen ve evrensel olan vazgeçilemez haklarımızı nasıl koruyamadığımıza getireceğim.
İslam, insanlığa “hakları” konusunda evrensel mesajlar vermiştir. Bu mesajlardan biri de ‘adalet’ kavramı üzerinedir.
Şimdi biz, Kur’an-ı Kerim’de de adaletin var olduğunu söylüyoruz, ya da adalete ilişkin fetvaların bulunduğunu zikrediyoruz, hadisler, ayetler okuyoruz, hutbelerden sesleniyoruz “adaleti” her mekânda dilimizden düşürmüyoruz.
Peki, böyle olduğumuz için “adaletli” oluyor muyuz? Benim gördüğüm kadarıyla; olmadığımız-olamadığımız ayan beyan ortadır.
İslam’ın temel hedefleri arasında yer alan; evrensel ve yüce bir değer olan adalet, özgürlük, insan hakları gibi kavramlar yaşamlarımıza etki etmiyor. Tüm insanlığın öz malı olan bu hakları sakız çiğner gibi çiğnemeye, gasp etmeye, ihlal etmeye pek istekliyiz. Neden acaba?
Nedeni; Müslümanlar sadece bizim ülkemizde değil, dünyanın her köşesinde Kur’an-ı Kerim’in ve Hz. Peygamberimizin evrensel mesajını dünyanın değişen şartları içinde yeterince yorumlayamaması. Müslümanlar, hukukun üstünlüğüne dayalı bir yönetim modeli oluşturmayı başaramadı.
Kendimizi kandırmaya hiç gerek yok. Modern dünyada, dini düşüncede ciddi bir yenileşme yaşanmadığı sürece sorunlarımızı çözmek mümkün değildir. Daha ne kadar savrulup, yıkılacağız. Yazık değil mi?
Bakın, her Cuma namaza koşarız, hocamızın hutbeden verdiği mesajları kimi zaman can kulağıyla, kimi zaman “uyuyarak” da olsa dinleriz. (Bu uyuma meselesi çok büyük meseledir bunu, başka bir yazının konusu olarak ele alacağım.)
Ülkemiz de dahil olmak üzere; İslam ülkelerindeki camilerde imamlar Hz. Peygamberimizin “İşçinin ücretini alnının teri kurumadan veriniz…” Hadisini okurlarda okurlar….
Bakın bu Hadis, Avrupa’daki sendikal mücadeleler verilmeden önce de vardı, ama ne yazık ki İslam toplumları, işçilerin haklarını teminat altına alan bir sistem geliştiremedi.
İslam ülkelerinde halen işçi ve kadın haklarının yeterince geliştiğini, temel hak ve özgürlüklerin adaletli bir şekilde teminat altına alındığını söylemek mümkün değil.
Neymiş güzel kardeşlerim; insan haklarının da, işçi ve kadın haklarının da “en iyisi bizde” diyerek övünmek, ulvi kavramları ezbere, içi boş kullanarak ya da çıkarına alet ederek sahiplenmekle insan adaletli olmuyormuş.
Esas mesele ahlakın içselleştirilmesidir, eğer ahlak içselleşmez ise ibadetlerin bile niçin yapıldığı değil, şekli yönü önemli hale gelir. Hiç kuşkusuz ahlakın buharlaşmasının en önemli tezahürü, dindarlığın şekilciliğe indirgenmesidir.
Evet, meselenin özüne inebildik, kolaycılığın dışa vurumu olan şekilcilik ve onun sonucunda belirsizleşen bir insan tipi. Benim her şeye rağmen Müslüman değil demeye vicdanım el vermiyor; ama Müslümanın taşıması gereken niteliklere de bakınca “insan” bile değil diyesim geliyor doğrusu.
Sığlaştıkça sığlaşan, basit bir insan tipiyle karşı karşıyayız. En temel insanlık konularında bile çok bir mesafe alamamışken; kültür-sanat, bilim, siyaset, felsefe alanlarında İslam’ı ve insanlık değerlerini içselleştirerek topluma nefes aldıracak yeni yaklaşımları ortaya kim koyacak? Bunu kim dert edinecek?
Başa dönmek mümkün mü?
Müslümanlıktan geçilmez geçilmesine de insan olabilsek bari…