Tiyatro üniversitesine hazırlanıyordum

Eflatun Neimetzade

…Altmış bir yılında okulu bitirdim. Babam fikrini değişmişti, bu seferinde tıp üniversitesine başvurumu yaptırdı. Neden mi? Okulu pekiyi puanlarla bitirmiştim, Ağabeyim Hipokrat (sonra ismini değişti ve Tevfik oldu) tıp okuyordu ve cerrah olacaktı. Babam da bana:
-Bak oğlum, bu bizim dede mesleğimizdir. Atam Mirza Mutaalim Erdebil’i bir zaman Almanya’da Tıp okudu. Büyük doktordu, kendisi doğa otlarından, çiçeklerden ilaç yapardı. Tahran’da, Tebriz’de, Astara ve Bakü’de Eczaneleri vardı. İlçelerimizde bile eczaneleri vardı. Sen de iyi doktor olacaksın, dede mesleğini seçsen iyi olur”. Yapacak bir şey yoktu, babamı kıramadım ve sınavlara girdim. İki sınavı kazandım. Son sınav fizikti ve ben onu atlamış olsam kabul olacaktım. Bildiğim soruya yanlış cevap yazdım ve derhal olumsuz puanımı yazdılar. Babam dışarıda bekliyordu beni. Aylardan Ağustostu ve dışarı aşırı sıcaktı. Basamaklardan indiğimde babam belgemi elimden aldı telaşla baktı. Onun alnından akan ter damlalarını şimdiki gibi unutamıyorum. Sevinçle açtı belgeyi, baktı ve derhal el attı yakama, kendisine doğru çekti ve sol yüzüme öyle bir sille (tokat) attı ki yere yuvarlandım. Zayıf bedenim onun güçlü sillesine dayanamadı. Adamlar araya girdiler ve beni elinden zar zor aldılar. O ise bağırıyordu:
-Oğlum okulu pekiyi puanlarla okudu. O mahsus yazamamıştır, buna inanıyorum. İt balası, artist olmak istiyor. Seni çoban yapacağım, ekmeksiz bırakacağım, ya Tıpa gireceksin, ya da gebereceksin köyde (ilçede).- Yüksekten bağırıyordu… Ben ağlaya ağlaya uzaklaştım oradan. Amcaoğlum rahmetlik Saadet’in kirada kaldığı yurdu buldum ve ona gerçekleri anlattım. 
BENDEN DOKTOR HİÇ OLAMAZDI
-Ölürüm, ama Tıp okuyamam. Benden doktor olamaz, ben kanı gördüğümde bayılıyorum. Ağabeyim Tevfik’in ameliyatında bayılıp yere yuvarlandım. Babam da tutmuş illa doktor olacaksın, diyor. Ben ise Tiyatro Üniversitesine gireceğim. Aktör olmak arzumdur. Doktor olamam. Yapamam. –Epeyce ağladım, Saadet’i çok severdim, beni sakinleştirdi.
… Daha sonra babam beni aldı reyona götürdü. Evin tüm çalışmalarını bana yükledi. Ağabeyim Tevfik Tıpta, Abım Mutaallim Rus Dili Üniversitelerinde okuyorlardı. Evimizin tüm ağırlığı bana kalmıştı. Kışlık odun tedariki için ormana gidiyordum. Kalın ağaçları kesiyor, parçalara ayırıyor, el arabasıyla getiriyordum. Evimizde iki inek vardı, buzağıları da yanında. Onlar için orman çevresinden ot biçiyor getiriyordum. Ayrıca evimizde iki peç (soba) ve iki de ocak yanıyordu. İki tandırımız vardı. Tandır odununu annem doğrardı. Ben ise ona da yardım ederdim. İki kocaman bahçemiz vardı. Evimizden bin metre aralıkta, ilçemizin çıkışında babam muhtarlıktan yeni toprak almıştı. Orada ağaçşar ekiyor, annemle toprağı çeviriyordum. Kısacası çok ağır bir çalışmaydı. Evimizde son iki nöker (uşaklar) de uçup gittiler ve bütün ağırlık benim üzerimdeydi. Doğrusu kıvrılıyordum. Sabah inekleri ormana yola salmakla çalışmalar başlıyordu. Sonra ormana odun kırmaya giderdim… Öğleden sonra annemle yeni bahçemizde toprağı şumlamak (aşlamak) bostan salmak ve saire. Meydana, dostlarımla, okul arkadaşımla buluşmaya zaman kalmıyordu. Boş saatlerimde sadece romanlar okuyordum. Özellkile romanlar okumayı seviyordum. Arada şiirler de yazıyordum ve Bakü’ye, radyoya gönderiyordum. Hatta bir keresinde benim yazmış olduğum hikâye radyoda seslendi ve ilçemizde yazar olarak da beni tanıdılar. “İlçemizin yazarı geliyor, yol verin, artiste…” Meydanda alay edenler de oluyordu. Eh, diyordum ve umurumda değildi. Kıskanıyorlar elbette. Ama içimde kurur duyuyordum bu “artist geliyor” kelimesine.
Çalışmalar beni yormuştu, elden düşmüştüm ve bir akşam oturup ağlaya-ağlaya Ağabeyim Tevfik’e mektup yazdım. İçimdekileri döktüm, baya ağladım-ağladım. “Al beni buradan, yoksa ölürüm. Al yanına, çalışmak istiyorum, sonra Tiyatro Üniversitesine hazırlanacağım. Ağabeyim Tevfik de babama yazdı ve beni talep etti, sağ olsun.
TORNACI ŞAKİRDİYDİM, SEVİNİYORDUM 
Babamın “Hemşeri” dediği bir dostu vardı. İranlıydı ve Bakü’nün Saray İlçesinde evi, bahçesi vardı. Bakü’de “Prospekt Srtoiteley” Caddesinde manav dükkânı vardı; domates, patates ve çeşitli sebzeler satıyordu. Babam beni onun yanına götürdü. “Bakü’de çalışmak, okumak istiyor, oğlumu bir yerlerde çalıştır”. Hemşeri dostu sordu:
-Sumgayıt’ta, Sanayide çalışmak istiyor musun?
-İsterim, çalışmaktan korkmuyorum”, dedi. Telefon etti dostu Kemal beye. “Hemşerimin oğludur, delikanlıdır, orada ona bir iş bul, Kemal. Sanayide çalışmak istiyor. Üniversiteye girecektir, çalışması lazım”, dedi. İsmini yazdı bir kâğıt parçasına, bana uzattı. Yarın git yanına, büyük adamdır, sana iş bulur”, dedi.
İlk defa bağımsızdım ve Sumgayıt şehrine gidiyordum. Sanayi şehridir. Daha sonra bu şehrin zahmet insanlarının yaşamlarıyla ilgili seri makaleler yazdım. Gururluydum, övünüyordum. Kurtuldum zulümden, ilçeden, ineklerden. Şimdi rahatça tiyatro ile uğraşacağım. Atladım trene. Sumgayıt şehrinde parti merkezini buldum. Binaya girdim ve “Kemal Bey beni bekliyor”, dedim. Karşımdaki bey bana sekreterin odasını gösterdi ve gülmeye başladı:
 -Doğru ya, evet, hemen, sizi bekliyor”, dedi. Benimle alay etti. Ben daha da cesaretlendim, sekreter hanıma:
-Kemal bey beni bekliyor. Hemşeri dostumuz göndermiştir. Haberi vardır. 
- Özel Kalem müdürü bana dikkatle baktı, güldü:
-Sizi tanıyor mu?
-Hayır. Hemşeri ona telefon etti yanımda, haberi vardır.
- Sekreter hanım kalktı, deri kaplamalı, kahve renkli kapıdan içeri gitti. Kapı sakince kapandı. Güzel de derisi vardı kapının. Kapı aniden açıldı ve beni içeri davet ettiler. Zayıf yüzlü, çınar gibi dimdik, güler yüzlü Kemal Bey gerçekten de beni bekliyormuş. Elini sırtıma koydu ve sekreter hanıma talimat verdi:
-Muhterem Hanım, Boru Prokatı Zavodun müdürüne telefon edin, işe alsınlar, yurt versinler. Üniversiteye girecektir”. Sonra bana döndü: 
-Hemşeriye selam de. Bak, Eflatun, çalış üniversiteye dâhil ol. Kolay gelsin. Ne problemin olsa yanıma gel. Muhterem Hanım seninle ilgilenecektir. Sana başarılar.
-Mutlaka üniversiteyi kazanacağım. Buna hazırım”, dedim. Sekreter hanımla dışarıya çıktık. Demin benimle alay eden kişiyle koridorda karşılaştım. Kendini toparladı ve:
 -Bağışla, seni tanımadım…”
-Dedim ya beni bekliyor. İnanmadınız her halde. Bir de alay ettiniz benimle. Utanmaz adam.
-Lütfen beni bağışla kardeşim, şaka yaptım.
-Ama ben şaka yapmadım, beni bekliyordu. İşlerim yolunda.
- Adamın dili dolaştı, sustu ve koridordan toz oldu. Sekreter hanım ise cesaretli olduğuma çok sevindi.
-Gel otur, aferin sana, o sefih adamın da dersini iyi verdin. Burnunu her yere sokuyor.- Çay getirdi, su verdi bana. Birlikte yemek de yedik. Daha sonra bu kadını annem gibi sevdim ve uzun yıllar dostluğumuz devam etti. Muhterem hanım sonralar bana gerçek annelik yaptı, bütün çalışmalarımı denetliyordu, beni koruyordu. Kemal Bey sıradan biri değilmiş ve ben onu Hemşerimin dostu olarak biliyordum, ötesini nereden bileydim ki? Kemal Bey Sumgayıt Komünist Parti Birinci Sekreteriydi. Ve dehası da var. Azerbaycan Komünist Parti Genel Sekreteri Veli Ahundov’un kardeşiydi. Nerelere dek çıktığımı çok çok sonralar idrak ettim. Onun makamına sakince, cesaretle girmeyim burada çalışanları hayrete salmıştı. Uzun yılların dostu gibi beni karşıladığına da hayret ettiler. Hemşerimin “Kemal büyük adamdır”, dediği sözleri şimdi anladım.
Muhterem hanım telefon etti Boru-Prokatı Zavodunun Direktörüne ve beni uzun uzun anlattı adama. Kemal beyin yakınıdır sözünü de sonunda ekledi. Gittim Zavoda, adamın makamına. Beni içeri aldılar. Benimle ilgilendiler. Mekaniği Tamir şubesine yolladılar. Tornacı öğrencisi görevine atadılar, alil acele yurt verdiler ve ertesi sabah işime başladım. Pazar günü Ağabeyime Bakü’ye geldim. Çalışmalarımı anlattım. Çok sevindi. Çalışma saatlerim şöyleydi: bir hafta sabah sekiz, akşam on yediye dek. Yani sekiz saat. İkinci hafta saat on yediden gece yirmi dörde dek; en rahatsız edici hafta gece vardiyasıydı: yirmi dörtten sabah sekize dek. Çalışmalar böyle devam ediyordu. Ben Tornacı öğrencisiydim. Kısa zamanda işi çözdüm ve bağımsız çalışıyordum. Ustam bir Tatardı. İşinin piriydi, ama bir eksiği vardı; devamlı “Votka” içiyordu. Onu hep sarhoş görüyordum, onun da çalışmalarını ben yapıyordum. Bana nedense az para yazıyordu bu zalim adam. Neler yapıyordum? Bunun beş ay sonra fark ettim. Savaşta kullanılan mermiler yapıyordum. Özel demir çeliği “rezeks” keserle kesiyor, form veriyordum ve içini ovuyordum. Saha reisi ne getiriyordu, ben ölçüm cetveliyle onu ölçer, biçiyor, kesiyor, resimdekine uygun halde bitiriyordum. Özel uzmanlar gelip bakıyorlardı çalışma yöntemime. Düzgün çalıştığımı reise rapor ediyorlardı. Bizim “Remontno-Mexaniçekiy Sex”’den başka bölümlere girmek yasaktı. Bizim sahaya da izinsiz hiç kimse gelemezdi, askeri denetim vardı. Böylece merakla, zevkle çalışıyordum.
SINAVLARDA ÇOK BAŞARILIYDIM
Pazar günlerinde C. Cabarlı Kültür Merkezine Dram bölümündeki Amatör Tiyatrosunun çalışmalarına katılıyordum. İlk temsil “Aşk ve İntikam” piyesiydi. Orada Pristav rolünü oynadım ve çok da beğendiler. Benimle aynı sahada çalışan Kran sürücüsü Batı Azerbaycan bilgesinden idi ve temsilde hep benim oyunumu izliyordu. Ama ben onu hiç görmedim, çünkü rolümle iç içe doğal yaşadığımdan salonda kimseyi görmüyorum. Temsillerin birinde Muhterem ana da beni izlemeye gelmişti. Onu bele fark etmemiştim. Sahne beni büyülemişti, rolüme iyice bağlamıştım. Temsili baya oynadık. Tornacı şakirdiydim ve boş saatlerimde kitap okuyor, spor yapıyor ve Amatör aktördüm ve Halk Tiyatrosu’nda rol oynuyordum…
Yaz yaklaşıyordu ve ben Tiyatro Üniversitesi sınavlarına hazırlanıyordum; etütler hazırlıyor, küçük monolog ve piyeslerden sahneler ezberliyordum. Amcam oğlu Saadet de benimle yakından ilgileniyordu… Sınavlar yaklaştı ve ben Zavoddan izin aldım. İlk sahne sınavına girdim. İlk defa kurulan Musikili Komediya Aktörlüğü Fakültesine başvurdum. Komisyonda ünlü rejisörler - Adil İskenderov ve Soltan Dadaşov oturmuşlardı. İlk defa onları canlı görüyordum. İsimlerini önceden duymuştum. Azca heyecan vardı. Eh, kolay değildi. Üzeyir Hacıbeyli’nin “Meşedi İbad” komedisinden Meşedi İbad’ın monoluğunu oynadım. Çok da beğendiler. Adil İskenderov bana:
“Gadam, Nerelisin?” sordu.
“Dedelerim Edrebil’den gelmişler. Ben de Astara reyonu Erçivan ilçesinde anadan olmuşum”, dedim.
“Atan ne iş görür?”
“Mektepte okul öğretmenidir”.
“Neden aktör olmayı seçtin?”
“Dedem doktordu. Babam da doktor olmayı istedi. Ben ise aktör olmayı seviyorum”.
“Neden?”
“Ben de bilmiyorum, ama sahnede rol oynarken çok mutlu oluyorum. Sahnesiz yaşayamam, çünkü orada mutluyum. Mektebimizde amatör tiyatromuz vardı. Piyeslerden parçalar, vodviller, oynuyorduk. Sumgayıt Amatör Halk Tiyatrosu’nda da roller oynuyorum. Bu işi gerçekten de seviyorum”.
“Pekâlâ, gide bilirsin”…
Devamı vardır
 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.