Allahü Teâlâ’nın yarattığı en değerli varlıklardan birisi de topraktır. Toprak öyle bir yaratıktır ki, bütün kötülükleri iyiye çevirir, kendisine kötülük yapanı iyilikle karşılar. İnsan ona gübre döker, o daha iyi ürün verir.
Rahmetli Aşık Veysel’imiz der ya:
Karnın yardım kazmayınan belinen
Tırmaladım tırmığınan elinen
Gene beni karşıladı gülünen
Benim sadık yarim kara topraktır.
Onun için Allah da insanı topraktan yaratmıştır ki, kötülüklere iyilikle mukabele etsin diye. İnsan ne kadar günah işlese, ne kadar hata etse toprak onu gene bağrına basar. Ancak ‘Her nesnenin bir bitimi var ama’ sözünde olduğu gibi toprağın bu hoşgörüsünün de bir bitimi vardır. Bunlardan birisini Hazreti Enes (r.a.) şöyle anlatıyor: Neccar oğullarından Hıristiyan bir adam vardı ki, Müslüman olup Bakara ve Âl-i İmran sûrelerini ezberlemiş, Müslümanlar arasında da, büyük bir itibar kazanmıştı. Kendisinin vahiy yazdığı da olurdu. Tekrar Hıristiyanlığa döndü ve: "Muhammed, benim kendisine yazdığımdan başka bir şey bilmiyor!" diyerek yaygaraya başlayınca, Allah onu öldürdü. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Yer onu kabul etmez!" buyurdu. Adamı gömdüler. Fakat sabah olunca, gömüldüğü yerin onu dışarı attığını gördüler.
"Bu, Muhammed ile ashabının işidir! Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu adamımızın kefenini soydular ve onu meydanda bıraktılar!" diyerek iftira ettiler. Tekrar, derin bir çukur kazarak, adamlarını oraya bıraktılar. Sabah olunca, yerin onu dışarı attığını gördüler! Yine: "Bu da Muhammed ile ashabının işidir! Onların aralarından çıkıp kaçtığı için, kefenini soyup bu adamımızı kabrin dışına bıraktılar!" dediler. Bu sefer, güçlerinin yettiği derecede derin bir çukur daha kazarak, onu içine bıraktılar. Sabah olup da yerin onu yine dışarı attığını gördükleri zaman, bu işin insanlar tarafından yapılmadığını anladılar ve onu açıkta bıraktılar. (Buhârî, Menakıb/35) Adamın böyle açıkta bırakılmış olduğunu görüp "Nedir bu adamın hali?" diye sorulduğu zaman: "Onu tekrar tekrar gömdüğümüz halde, yer kabul etmiyor!" dediler ve o halde bırakıp gittiler. (Ahmed 3/ 121)