GİRİŞ…
Bugünkü makalemin konusu Sakarya Zaferi’nin ardından Buhara Sovyet Halk Cumhuriyeti’nden Ankara’ya gönderilen üç kılıç ve bir Kur'an-ı Kerim’e ilişkin olacak.
ULUSLARARASI BİR ÖZNE: TBMM HÜKÜMETİ
Bir esâret ve utanç belgesi niteliğindeki Sevr Barış Antlaşması'nı (10.08.1920) kabul etmeyen BMM, İtilaf Devletleri'ni yurttan çıkarmak için silahlı mücadele de dâhil faaliyetlerini kararlı bir şekilde sürdürüyordu. BMM, Millî Mücâdele sırasında güneyde Fransızlara karşı yürütülen gayrı nizamî harpte başarılı olmuş, BMM kuvvetlerinin 1920 güzü sonunda Doğu Cephesi’nde başarılı bir şekilde sonuçlandırdığı Ermenistan Harekâtı (28.10-06.11.1920) ile Batı Cephesinde Yunan kuvvetlerine karşı kazandığı I. İnönü Zaferi (11.01.1921) üzerine tereddütleri kalkan Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti (RSFSC) [1] temsilcileri ile BMM temsilcileri arasında Türk-Sovyet görüşmelerini başlatmış, Yunan ilerleyişini durdurulmuştu.
I. İnönü Zaferi üzerine İtilaf Devletleri, Sevr Barış Antlaşması’nda bazı değişiklikler yapmak üzere Yunanistan ve TBMM temsilcilerinin de katıldığı bir Londra’da bir konferans düzenlemiş, 23 Şubat’ta başlayan konferansta Sevr Barış Antlaşmasında değişiklik yapılması görüşmelerini Türkiye adına konferansa davet edilen TBMM temsilcileri ile yapmışlar, İtilaf Devletlerinin Sevr Barış Antlaşması'nda küçük değişikliklerle yetinmek istemelerine Türk delegeler tarafından şiddetle karşı çıkılmış, BMM delegeleri, Misak-ı Millî gereği Sevr Antlaşması'nı hiçbir şekilde kabul etmediklerini dile getirmişler, şiddetli tartışmalardan sonra konferans sonuç alınamadan dağılmıştır.
Londra Konferansı her ne kadar sonuç alınamadan dağılmışsa da İtilaf Devletleri'nin zımnen BMM'yi tanımaları açısından diplomatik bir başarı olmuş, BMM temsilcileri ile RSFSC temsilcileri arasında devam eden görüşmeler 16 Mart’ta Moskova Antlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlanmış, böylece RSFSC, Misak-ı Millî'yi ve BMM'yi tanıyan ilk Avrupa ülkesi olmuş, BMM de uluslararası bir antlaşmayı onaylamış olması münâsebetiyle uluslararası süje hâline gelmiş olduğundan bu antlaşmadan sonra artık “TBMM” olarak anılır olmuştur.
YİNE ZAFER…
I. İnönü Muharebesi’nden sonra geri çekilen Yunan kuvvetleri, bu muharebenin olumsuz etkilerini tersine çevirebilmek amacıyla ve İngiltere’nin teşvikiyle iki buçuk ay sonra 21 Mart’ta yeniden taarruza geçerler. 26-31 Mart 1921 tarihleri arasında gerçekleşen II. İnönü Muharebesi de yine Yunan kuvvetlerinin püskürtülmesi sonucu Garp Ordusunun zaferiyle sonuçlanır.
YENİLGİ…
İngiltere’nin politik ve ekonomik desteğini de sağlayan Yunanlar; Ankara istikâmetinde ilerleyerek Anadolu’da Yunan işgâllerine karşı koyan Türk kuvvetlerinin mukâvemetini kırmak, Ankara’yı ele geçirerek Sevr Barış Antlaşması hükümlerinin daha ağır şekilde uygulanmasını sağlamak, Türkleri Anadolu’dan çıkarıp tarihî Bizans İmparatorluğunu yeniden canlandırmak, Megalo – İdea’yı gerçekleştirmek ve II. İnönü Muharebesi’nde yaşadıkları başarısızlığı telâfî etmek üzere tekrar taarruza karar verir.
Yunan kuvvetlerinin taarruzuyla başlayan, 10-25 Temmuz 1921 tarihlerinde gerçekleşen ve Afyon, Kütahya, Eskişehir’in düşmesiyle sonuçlanan Kütahya - Eskişehir Muharebeleri’nde TBMM Garp Ordusu ağır bir mağlubiyet almış, imhâ olmamak ve daha elverişli şartlarda stratejik savunmayı sürdürmek üzere TBMM Başkanı Mustafa Kemâl Paşa’nın emriyle Sakarya doğusuna çekilerek kuzeyde Polatlı’dan güneyde Haymana’ya dek uzanan hayli uzun bir hatta savunma düzeni almıştı.
BAŞKUMANDAN…
Tarihimize "Kütahya-Eskişehir Muharebeleri" olarak da geçen bu çarpışmalarda TBMM Ordusunun insan zâyiatı ile araç ve gereç kaybı büyüktü. TBMM Ordusunun Sakarya Nehri'nin doğusuna çekilmesinin yarattığı moral bozukluğu TBMM'yi de etkilemişti. 4 Ağustos 1921 tarihinde TBMM'de yapılan gizli oturumda yorgun orduyu yeniden canlandıracak ve ülkeyi bu bâdireden kurtaracak yegâne çârenin Mustafa Kemâl Paşa'nın "Başkumandan" unvanıyla fiilen ordunun başına geçmesi olduğunda karar kılındı. 5 Ağustos 1921 tarihinde Meclis Başkanı Mustafa Kemâl Paşa’yı TBMM yetkileriyle donatan ve üç ay süreyle Başkumandanlık görevi veren kanun TBMM'de kabul edildi.
HAZIRLIKLAR…
Başkomutan artık planını uygulamaya başlamıştı. Hedef, başarıya götürecek tedbirleri süratle almaktı. Bu amaçla 7-8 Ağustos’ta kendi imzasıyla 10 adet "Tekâlif-i Milliye/Millî Vergi" emri yayımlanarak ülkede olağanüstü bir seferberlik başlatılmıştı. Artık millet ve ordu el eleydi ve topyekûn bir harbe hazırlanılıyordu. Başkomutan bu tedbirleri aldıktan sonra 12 Ağustos 1921 tarihinde Polatlı'daki Cephe Karargâhına gelerek fiilen TBMM Ordusunun başına geçti.
YUNAN TAARRUZU…
Yunan Ordusu 13 Ağustos'ta Sakarya'daki Türk mevzilerine doğru ileri harekâta başladı. 23 Ağustos’ta Yunan Ordusunun taarruzu ile 22 gün - 22 gece devam edecek olan Sakarya Meydan Muharebesi başladı. Cephenin kuzeyi Polatlı’da güneyi de Haymana’da idi. Yunanlılar Polatlı'ya kadar ilerlemişlerdi. Top sesleri artık Ankara'dan bile duyulabiliyordu. Harbin doruk noktası çoktan aşılmasına rağmen Yunanlılar hâlâ katî sonucu alamamışlardı. Bu noktadan sonra düşmanın taarruz gücü, ilerleme kuvveti ve kudreti gittikçe azalmaya başlamıştı.
SAVUNMADAN TAARRUZA…
Artık taarruz sırası Türklerindi. Muharebe boyunca cepheden ayrılmayan Başkumandan'ın muharebeyi bizzat ateş hattından takip ettiği ve 10 Eylül 1921 tarihinde başlayan genel taarruz orduyu coşturmuştu. 12 Eylül'de Sakarya'nın doğusu düşmandan temizlenmişti. 13 Eylül'de Yunanlılar ağır zayiat vermiş bir şekilde batıya doğru geri çekilmeye başladılar.
Çekilen Yunan kuvvetlerin takip amacıyla 13 Eylül 1921 itibarıyla Batı Cephesi Komutanlığının süvari tümenleri ve bazı piyade tümenleri ile harekâta devam edilmiş ise de gerek Yunan kuvvetlerinin geri çekilirken yol ve köprüleri tahrip etmesi gerekse de teçhizat ve diğer lojistik imkânların yetersizliği gibi sebeplerle bu taarruzlar durduruldu. Sakarya Muharebesi Yunan kuvvetlerinin taarruz gücünün kırıldığı, TBMM Ordusunun da bundan böyle taarruz eden taraf olacağı bir kritik eşik olmuştur. Yunan kuvvetlerini Anadolu’dan söküp atmak da eksikliklerin giderilmesi ve gerekli hazırlıkların yapılmasının ardından 26 Ağustos 1922 tarihinde başlatılan ve başarıyla sonuçlandırılan Büyük Taarruz ile mümkün olacaktır.
GAZİ VE MAREŞAL…
Sakarya Zaferi'nin ardından TBMM tarafından 19 Eylül 1921 tarihinde Başkumandan Mustafa Kemâl Paşa’ya ''Gazi'' unvanı ve "Mareşal" rütbesi verilmişti.
ÜÇ KILIÇ VE BİR KUR'AN-I KERİM…
BMM’nin 23 Nisan 1920 tarihinde açılmasının ardından Ankara 1921 yılında diğer önemli gelişmelere ev sahipliği yapıyor olmasının yanı sıra Afganistan, Azerbaycan ve RSFSC elçilerinin de bulunduğu bir kent olmuştu.
Ali Fuat (Cebesoy) Paşa başkanlığındaki Türk elçilik heyetinin Moskova’ya hareketinden bir süre sonra Buhara Sovyet Halk Cumhuriyeti, [2] Ankara’ya iki kişilik bir elçilik heyeti gönderir. Elçi olarak, Türkiye’de tahsil görmüş olan Recep Bey, maslahatgüzar olarak da Naziri Bey vazifeliydi. Ocak 1922 ayı başında Ankara’ya gelen bu elçilik heyetinin getirmiş olduğu hediyeler arasında özellikle dördü dikkat çekmekteydi; üç kılıç ve bir Kuran-ı Kerim. Elçilik heyeti, hediyeleri Buhara Cumhuriyeti adına TBMM’ye sunar.
GAZİ VE MÜŞİR BAŞKUMANDAN’IN MECLİS’TEKİ KONUŞMASI…
7 Ocak 1922 tarihinde toplanan TBMM’de, Gazi ve Müşir Başkumandan Mustafa Kemâl Paşa kürsüye çıkarak şu sözleri söyler:
“Muhterem arkadaşlar!
Türkistanlı kardeşlerimiz Sakarya Zaferi münâsebetiyle bize üç kılıç ve bir de Kuran-ı Kerim göndermişler. Türk milleti adına kendilerine teşekkür ederim.
Bu mukaddes kitabı Türk Milletine hediye ediyorum.
Bu üç seyf-i muazzezden (aziz kılıçtan) birini ben aldım, ikincisini İsmet Paşa’ya verdim, üçüncüsünü de İzmir Fatihine saklıyorum. Bu kılıç, İzmir’e ilk giren kumandanın beline takılacaktır.”
ÜÇÜNCÜ KILICIN SAHİBİ…
Daha sonra bu üçüncü kılıç Gazi ve Müşir Başkumandan Mustafa Kemâl Paşa tarafından İzmir’e ilk giren 5. Süvari Kolordu Komutanı Ferik (Korgeneral) Fahrettin (Altay) Paşa komutasındaki 5. Süvari Kolordusunun öncü birliklerinden 2. Süvari Tümeni 4. Alay Komutan Yardımcısı akıncı ruhlu Yüzbaşı Şerafettin Beye [3] verildi. Kuran-ı Kerim ise Hacı Bayram Velî Camii’ne gönderilmiş olup hâlihazırda bu kitap TBMM Kütüphânesinde muhafaza edilmektedir.
SONUÇ
Buhara Sovyet Halk Cumhuriyeti’nin ve topraklarının halihazırdaki vârisi Özbekistan’dır. Her yıl İzmir’in Yunan işgâlinden kurtarılması etkinlikleri esnasında Türkistan’dan gelen üç kılıcın üçüncüsünün de İzmir’e giren ve İzmir Hükûmet Konağına Türk bayrağını asan Yüzbaşı Şerafettin Bey’e verilmiş olmasının Türkiye ile Özbekistan ilişkilerini kültürel düzeyde geliştirmeye yönelik olarak bahse konu tören kapsamında anılmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir.
NOTLAR
[1] Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti (RSFSC), Sovyetler Birliği'nin nüfus ve yüzölçümü bakımından en büyük ve kurucu cumhuriyetidir. RSFSC 7 Kasım 1917 tarihinde gerçekleşen Ekim Devrimi ile kurulmuştur. 30 Aralık 1922'de Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin, Belarus SSC, Ukrayna SSC, Orta Asya ve Kafkas cumhuriyetleriyle birleşmesiyle de Sovyetler Birliği resmen kurulmuştur. 12 Aralık 1991 tarihinde yerine kurulan Rusya Federasyonu, RSFSC’nin yasal varisidir.
[2] Buhara Sovyet Halk Cumhuriyeti, 1920 ile 1924 yılları arasında Sovyetler Birliği himayesinde kurulan bağımsız devlet. Buhara Emirliği'nin 1920 yılında Sovyet işgali neticesinde ortadan kaldırılması ve Buhara Emiri'nin Afganistan'a kaçması sonucu, bölgede Sovyetler Birliği himayesinde kukla devlet olarak önceleri Sovyet Rusya içerisinde Buhara Özerk Sovyet Sosyalist Halk Cumhuriyeti olarak kurulan ülke, 4 Mart 1921 tarihinde Buhara ile Sovyetler Birliği arasında yapılan anlaşma ile Buhara Sovyet Halk Cumhuriyeti adı ile tam bağımsızlığına kavuşturulmuştur. Bu bağımsızlık sadece kâğıt üzerinde kalmış olup, Emir yanlılarının bölgeye ve yönetime yeniden hâkim olma korkusu ile ülke Sovyetler Birliği etkisinde varlığını 1924 tarihine kadar sürdürmüştür. 1923 sonlarında ülke yönetiminde bulunan bakanlar gözaltına alınmış, Moskova yanlıları yeniden yönetimi ele geçirerek 19 Eylül 1924 tarihinde yeniden Buhara Özerk Sovyet Sosyalist Halk Cumhuriyeti'ni kurulmasını ve bölgenin yeniden Sovyetler Birliği toprağı olmasını sağlamıştır. Buhara'nın bu konumu da 17 Şubat 1925 tarihinde ulusal çıkarlar göz önünde bulundurularak Moskova yönetimi tarafından sonlandırılmış, bölge Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri arasında paylaştırılmıştır.
[3] Kurtuluş Savaşı'nın son aşaması olan İzmir'in Kurtuluşu esnasında İzmir Hükûmet Konağı'nda göndere Türk bayrağını çeken subaydır. "İzmir Fatihi" ilan edilmiştir. Kurtuluş Savaşı'nın bitmesinden sonra süvari tatbikat okulu öğretmenliğine getirilmiştir. 1927 yılında Fransa'ya öğrenime gitti, dönüşünde aynı okulda öğretmenlik görevine devam etti. Soyadı Kanunu çıktığında (1934) Cumhurbaşkanı Mustafa Kemâl Paşa tarafından kendisine "İzmir" soyadı verilmiştir. Değişik birlik ve karargâhlarda görev yapmayı sürdürmüştür. 28 Ağustos 1944 tarihinde devam eden Parkinson hastalığı nedeniyle görev yapamayacak duruma gelince birinci derecede malul olarak Albay rütbesindeyken emekli edilmiştir. 6 Kasım 1951 tarihinde İstanbul'da vefat etmiştir. Şerafettin İzmir'in yaşam öyküsü, tarihçi Kemal Arı tarafından “3. Kılıç: İzmir’in Kurtuluşu ve Yüzbaşı Şerafettin” (2006) adıyla kitaplaştırılmıştır.
KAYNAKÇA
- “İzmir Fatihi Yüzbaşı Şerafettin ve Üçüncü Kılıç”, 08.09. 2017, https: //tarihturklerdebaslar.wordpress.com/ 2017/09/08/izmir-fatihi-yuzbasi-serafettin-bey-ve-ucuncu-kilic/, Erişim Tarihi: 28.01.2024.
-Aybay, Aydın; “İzmir’in Kurtuluşu ve Yüzbaşı Şerafettin”, Cumhuriyet, 08.09.2017.
-Paksoy, İrfan: Büyük Taarruz Destanı, Alka Yayınevi, Trabzon 2023.