Şimdiye kadar hep biz söyledik ancak yine biz işittik. Sesimizi ne duyan oldu ne de uyarıları dikkate alan oldu. Adeta gözler kör kulaklar sağır. Ülkede ki gelişmelere uyarılara aldıran olmadı. Ülke sizin bu söylemleriniz ve tutumunuzla kamplaşmaya gidiyor sonu iyi olmayacak dedik. Bu siyasi dil ve tutum diplomatik dil değil dedik anlayan olmadı. Ülke bu politikayla fakirleşiyor, tarım bitiyor dedik, “Paramız var” ithal ederiz dediler. Ülkede tüketim politikanızla üretim durma noktasına geldi dedik umursamadılar. Onların yalnızca kendi doğruları vardı. Genel doğrulara ve dünya ile ülke gerçeklerine aldırmadılar. Onların yürüdükleri yol vardı halkla ayrışan. Yıllarca böyle devam etti ta ki uzak diyarlardan ülke için çanlar çalana kadar.
Çıktı bir LE MONDE yazarı GUİLLAUME PERRİER özetleyiverdi ülkenin durumunu tüm gerçeklerini birer-birer sıralayarak. Yüzümüzde tokat gibi patlayan gerçekler yıllardır akademisyenlerin, ekonomistlerin dile getirdikleriyle örtüşüyordu zaten. Biz söyleyince olmadı bari dışarıdan gelen seslere kulak verin.
“Türkiye son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor. Bu ülke öğle korkulduğu gibi, ırk ya da dine dayalı bir bölünme yaşamıyor. Daha korkunç ve daha temel bir bölünmeye doğru gidiyor. Cumhuriyet dönemi boyunca süren “Kültürel bölünme” Bu artık iyice keskinleşti. Şimdi bir yanda ayakkabılarını sokak kapısında çıkaran, kadınları başörtülü, erkekleri pijamayla sokağa çıkabilen, kızları tam bir baskı altında yaşayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten zevk alan, futbol izleyen belki hiç kitap bile okumamış, hiç dans etmemiş, hiç tiyatroya gitmemiş dini inançları ağır basan kalabalık bir kitle var.
Diğer tarafta ise, kız lisesi kolej yelpazesinde eğitim görmüş en azından, bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden çok fazla olmasa da kitap okuyan pop şarkılar dinleyen evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızları ve kadınları modern görünümlü, gazetelere bakan, kendini birinci gruba göre çok gelişmiş olarak algılayan, yüksek olmasa da batı standartlarına yakın bir grup var. Yaşamları, zevkleri, inanışları biri birinden çok farklı. Üstelik biri birine düşmanca tavır içindeler.
Birinci grup Cumhuriyet dönemi boyunca horlanmış, itilmiş-kakılmışlardan oluşuyor. Şimdi bu grup siyasal olarak örgütlendi. Kalabalıklar ve her seçimi kazanacak finans kaynakları ve siyasal güçleri var. Devleti ve bürokrasiyi ele geçirmiş durumdalar. İkinci grup ise azınlıkta. Ve artık seçim kazanma olanakları zayıflamış görünüyor. Bu kültürel parçalanma da Ordu önemli bir role sahip. Eğer birinci grubu desteklerse ordu da iktidarını kaybedecek. Aslında birinci grubun çocuklarından oluşan ordu kendi iktidarını sürdürebilmek için, kendisine benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor. Bu iki grup siyasi iktidar için son kez çarpışmak üzere hareketlenmiş gözüküyorlar.
Birinci grup ekonomik olarak ta güçlü artık lüks giyiniyor, lüks arabalara biniyorlar. Anadolu da üretim yapıyor malını dış dünya ya satıyorlar. Ve kendileri gibi gördükleri siyasi örgütlerini destekliyorlar. İkinci Cumhuriyetçi grup parasal olarak güçlü değil artık. Mevcut iktidarın da baskısıyla giderek ekonomik kazançlarını kaybediyorlar. Dış dünyayla iş yapan dışarıdan borçlanan burjuvazi, Türkiye’nin ancak demokrasi ile normalleşeceğine inanan entelektüel kesim, devletin yapısının değişmesi ve dünyayla bütünleşmesi gerektiğini düşünen grup. Yargı, ordu ve bürokrasinin önemli bir kısmı ikinci grubun arkasında. Ve bu ikinci grup siyasetle, demokrasi ile iktidarı elinde tutmasının olasılık içersin de olmadığını kavradığından, şimdi siyaset ve demokrasi dışında bir çözümün peşindeler.
Cumhurbaşkanı seçimi kavganın keskinliğini ve iki tarafın niyetlerini açıkça ortaya koydu. Ordu destekli ikinci grup artık seçimde istemiyor. Ve darbe söylentileri gittikçe artıyor. Cuntalardan söz ediliyor. Türkiye de darbe olursa dünya tarihte bu güne kadar hiç gerçekleşmemiş yeni bir oluşumla karşılaşacak. Türkiye olası bir darbeden sonra Rusya ve İran’ la ortaklık kurmak isteyecektir. Silahı ve enerjiyi bu ülkelerden alacak. Rusya-Türkiye-İran blok’u dünyanın ve Ortadoğu’nun dengelerini değiştirebilir. Afganistan- Pakistan’ı kendi gücüne katar. Müslüman dünyayla yakınlaşır. Petrol kaynaklarına egemen olur. Çin’le işbirliğine girer. Bu gelişmeler Avrupa ve Amerika’nın dünyadaki etkinliğini azaltır. Yeni blok asker-enerji-para açısından çok güçlenir.
Bu gün Türkiye de kamplaşan ve bölünen insanların da, Türkiye’yi Avrupa dışına itmeye çalışan eski bir imparatorluk olmanın bir yanıyla çok görkemli diğer yanıyla çok zayıf mirasına sahip olan bir ülkeye küstahça davranan, işbirliği yerine “Başöğretmenlik” yapmaya kalkan Avrupa’nın da, Türkiye politikasında ikili oynayıp kurnazlık ettiğini sanan Amerika’nın da, bu olup biten gelişmeleri düşünmeleri gereklidir. Türkiye de yaklaştığı görülen kanlı çatışma ve ayrışmanın bütün dünyayı yakması uzak bir ihtimal değildir.”
Bütün bu gelişmelerin ışığında Türkiye’nin de kafasını kumdan çıkarıp iyice düşünmesi gerekir.