Türkiye’nin Afrika'yı keşfi özellikle sömürgeci Fransızları endişelendiriyor, yüzyıldır bölge ülkelerini ucuz işgücü olarak çalıştırmakta, elde ettiği yeraltı kaynaklarını kendi ülkesine götürmekte idi ve bu zamana kadar aynı Birleşmiş Milletler’in 5 daimi üyesi nasıl dünya üzerinde hakimiyet kurduysa, aynı Fransa da Afrika ülkelerinde böyle bir hakimiyet kurmuştu, ancak Fransa’nın bu sömürge zihniyetine dur diyebilen bir ülke çıktı "TÜRKİYE" işte o yüzden Fransızlar Doğu Akdeniz de, Karabağ 'da, Suriye' de, Libya 'da havlıyorlar.
Bu zamana kadar sömürdükleri ülkeler ve uyuttukları halklarını aydınlatacağız, inşallah bunun neticesi olarak Fransa, Afrika’yı adım atamayacak duruma gelecek, Fransız halkından bir kişi dahi gitse yerel halk linç edecek seviyeye gelecek, Fransızlara öfke kusacaklar
Fransa, İngiltere, Almanya, ABD, Türkiye’nin, Afrika'da aktif olmasına çıldırıyorlar. Özellikle Fransa ve İngiltere basını Türkiye'nin Afrika'daki atılımlarını engellemek için kendi hükümetlerini göreve çağırıyor. Ama Türkiye'de akılsız küçük düşünen birkaç kişi çıkmış Afrika ne ki diyorlar. Çin niye Afrika'ya gidiyor sizce. Çünkü Afrika 30 sene içinde dünyayı ekonomik ve siyasi şekilde şekillendirmesi bekleniyor. Özellikle ham madde bakımından dünyanın seyrini değiştirmesi öngörülüyor. Bunu Tayyip Erdoğan çok iyi bildiği için Afrika'yı gereken ilgiyi gösteriyor. Ama bizdeki büyük düşünen küçük beyinler onu daha anlamamışlar. Batının ferah yaşam tarzının en büyük dayanaklarından teki Afrika sömürgesi.
Türkiye’nin bu zengin doğal kaynakları olan, Türkiye ile tarihi bağları bulunan kıtaya yönelmesi Türkiye'yi Avrupa Birliği’nden uzaklaştıran, Amerika’yla kavga moduna sokan en büyük etken.
Türkiye büyük oynuyor, kazanırsa hem Türkiye'nin, hem de koskoca Afrika kıtasının kaderi değişecek, kaybedense ferahinin büyük kısmını Afrika sömürgesine borçlu olan bati olacak. Şöyle ki bizim tarihsel olarak Afrika ile bağımız olsa da yakın tarihte, komik Yeşilçam filmleri ile alakasız benzetmeler harici hiç bir bağımız kalmamıştı. Örneğin, Afrika deyince akla sadece belgeseller, kabileler ya da yam yam diye bir tanımlamalardan gelmesinden ibaret idi. Rahmetli Sadri Alışık’ın başrolünde oynadığı Turist Ömer karakterinin Afrika’da yaşadığı komik maceradan ibaret idi. Ancak batılı güçlerin, tarih boyunca Afrika kıtasının, etinden sütünden, dağından taşından, altınından, madenlerinden, insanından, kanından her şeyinden faydalanması yetmiyor muş gibi, yüz yıl kendi medeniyetlerini dayattılar. Ne dilleri kaldı ne kültürleri ne de kendilerine has bir değerleri. Dinlerini de dayatırlar, dillerini de. Sömürü düzeninin son ayağı artık Afrika kıtasını bir büyük laboratuvar olarak görerek, kimyasal deneylerinin halkların üstünde denediğini, son 5 yıldır çıkan çeşitli virüs ve hastalıklardan anlayabiliyoruz.
Cici reklamlar çekerek insanlara şirin gözükme meraklısı batılı markaların arka planda o insanları nasıl sömürdüklerini nice eser ve araştırmadan öğrenmek çok kolay. Çünkü dünya globalleşti, artık kıtalar arasındaki fark kapandı, insanlar artık bir birinden haberdar ancak tepki mesafesi açıldı. Örneğin, Kurtuluş Şavaşı’nda, Afrika’nın köylerinden ülkemize yardım göndermeye çalışan insanların olduğu dönemden, Afrika’daki insanın halini görüp “ama bizde de fakir var” diyecek kıyasa gelinen dönemdeyiz. Halifelik makamına yazılıp cevap alınamayan nice mektup gün yüzüne çıktığına şahitlik ettik. Mektuplarda, aş, iş, eş değil cami onarımı, külliye onarımı, medrese onarımı taleplerini gördük. Yani aç ve açıklık derdi yoktu o insanların, dertleri onlardan sonraki nesillere bırakmak istediği bir medeniyet derdi vardı. Görmüşlerdi batılı devletin onlar hakkındaki planlarını ve buna bir çare aramışlardı.
İşte o çare yıllar sonra o Halifelik makamının ve Osmanlı İmparatorluğu’nun varisi yine Türkiye Cumhuriyeti’nden geldi. Açlığın, kuraklığın ve iç savaşların esiri olmuş Afrika kıtasında Türkiye sayısız elçilik açarak, hava yolları seferleri düzenleyerek tekrar bağ kurdu, kara kıtanın bahtsız halkları ile. Yardım kuruluşları vasıtası ile nice yoksul ve kimsesize sahip çıkan Türkiye, okumak isteyene ülkesinde ya da ülkemizde eğitim fırsatları vererek destek çıkar iken, uçak dolusu iş adamı ile seferler yapan devlet büyükleri, bu ülkelerde Türkiye'nin yatırımlarını kat ve kat arttırdı. İkili ilişkiler kurarak devlet başkanları ve yetkileri ülkemizde ağırlandı. Vizeler kaldırıldı, seyahat kolaylığı sağlandı. Birçok devletin gidemediği kara kıtaya, uçak dolusu insan ile gidip yardım eli uzatıldı. Son olarak en stratejik hamleler olarak, Somali limanının inşa etme ve gönderilen son uydu TÜRKSAT 4A ile kara kıtayı daha yakın mercek altına almayı sağladı. Bununla birlikte Deniz Kuvvetlerimiz okyanuslarda güvenliği sağlayarak, ticaret yolunu kontrol altına alınması sağlandı. Hastaneler, okullar, yollar yapıldı, su kuyuları açıldı.
Bunları yapan Türkiye elbette ki birilerini rahatsız edecek idi ve etti. Kurdukları yerel örgütlerden İŞİD-El Kaide bağlantılı El Şebap ve Boko Haram gibi örgütler, Afrika'nın çeşitli ülkelerinde faaliyet gösteren Türk yardım kuruluşları ve Türkiye ile alakalı tüm yapılara çeşitli saldırı ve kaçırma girişimleri ile uzaklaştırma faaliyetleri yapmışlardı. Budist yönetimlerin Müslümanlara karşı soykırıma varan saldırıları, Cumhurbaşkanımızın Somali'ye geldiği gün, heyetin kalacağı otele bombalı saldırı ve Somali’deki Büyükelçiliğimize terörist saldırı ve Türk Hava Yolları pilotunun şehit edilmesi bunun en açık örnekleridir. Birçok uluslararası yardım kuruluşunun da, Türkiye'nin yaptığı yardımlara talip olarak “bize teslim edin biz ulaştıralım” derken aslında verilmek istenen mesaj netti. Sizi burada istemiyoruz.. Bu mesajı alan yetkililer daha çok bölgede aktif yer almaları gerektiğini anladılar. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan bölge ye giden ilk başbakan unvanını alması peşine, dönemin dış işleri bakanı Ahmet Davutoğlu ve heyeti daha sonra ana muhalefet genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da ziyaret ederek ciddi bir kamuoyu oluşturulması sağlanmıştı. Kuraklık günlerinde Türkiye den gelen yardımlar ve organizasyonlar ile nefes alan kara kıtanın, ak dişli, güzel yüzlü insanları bir nebze olsun nefes almış, Türkiye'nin mesafeler öteden yaptığı bu hamleden ötürü büyük minnetlerini dile getiriyorlardı. Hatta Kızılay yetkilisinin, Türkiye den gelen heyetin uçağın sema da görülmesi ile birçok Somali'linin secdeye kapanarak şükür ettiklerini belirtmişti. Bunlar hiç bir devlet politikasının getireceği, stratejik avantajlarla ile karşılanabilecek durumlar değil idi.
Geldiğimiz nokta da, hala Afrika ile ilgili yapılan çalışmalarımız devam etmekte olduğunu biliyoruz. Sekteye uğradığı düşünülse de, TİKA, Kızılay, İHH, Sadakataşı ve nice yardım organizasyonu, THY ve özel hava yolları ile ulaşım, MEB, Sağlık Bakanlığı ile de kamu hizmetlerinde desteklerimizin devam ettiğini görebiliyoruz. Bunlar sadece devlet politikası olarak tanımlamak yeterli olmamakla birlikte insani bir görev ile tarihsel yükümlülük olarak adlandırılmalıdır. Ben değil, biz, biz de yetmez hepimiz olarak düşünmemiz gerektiği yaşanan dramlardan anlaşılıyor. Kara kıtanın ak yüzlü insanlarını, sömürgeci batı güçlerinin ellerine bırakmamalı, onların hak ve hukuklarını korumamız gerekliliğini çok net olarak önümüzde bulunmaktadır. Bizlerden istenen, sınırlarımız dışında hiç bir şey ile ilgilenmemizdir. Bunun asıl sebebi, tarihsel ve dini bağlarımızı kurmamızın onlar için, insanlık dışı çoğu çıkarının sona ermesi ve rantlarının bitmesi olacaktır. Bu noktada insanımızın ufkunun çok uzakları görmesi gerekliliğini bir kez daha anlıyoruz SAYGILAR…
Gölge derin analiz…