Türkü; Türklerin, Türkiye’nin sesidir. Kırşehir’in büyük ozanlarından Çekiç Ali, meşhur türküsüyle sevenlere seslenirken;
Çubuğuna lüleyim
Yar yüzüne güleyim
Sen kapıdan geçerken
Ben başına belayım
Diyor ya, Kırşehir’in kim bilir hangi yöresinde hangi güzele takılmış ya da takılmış birinin peşine takılmış da bunu söyler olmuş…
Hiçbir ozan lafını yarım bırakmaz:
Sarılı da yazma kirazdan
Bakma kurban ben olam
Gelirim ben birazdan
Der ve sözü Pir Sultan’a bırakır ki sözler söz değil, özdür;
Nasıl yar diyeyim ben böyle yare
Mecnun edip çöle saldıktan sonra
Alemin bağında bülbüller öter
Nidem benim gülüm solduktan sonra
(…)
Pir Sultan Abdal'ım söyler bu hali
İnsanı kamilin olmuşam kulu
İster yağmur yağsın isterse dolu
Nidem ben ummana daldıktan sonra
Hayat, öyle sıradan, görmezden gelinecek bir şey değildir… Kıymetli hemşehrim Mümin Sarıkaya diyor ya;
Ben yoruldum hayat, gelme üstüme
Diz çöktüm dünyanın namert yüzüne
Gözümden, gönlümden düşen düşene
Bu öksüz başıma gözdağı verme
Ki… Hemmen Sümmani girer devreye ve der ki;
Ervah-ı Ezelde levh-i kalemde
Bu benim bahtımı kara yazmışlar
Bilirim güldürmez devr-i alemde
Bir günümü yüz bin zara yazmışlar
Yazıldığın yer ‘zar’ ise mühim değil! Hele ki ‘yâr’ ise yanmışsın demektir!
Olaydım dünyada ikbal-i yaver
El etsem sevdiğim acep kim ne der
Bilmem tecelli mi yoksa ki kader
Beni bir vefasız yara yazmışlar
La baba de get o zaman diyenler türkü dünyasından çıktığını sanmasın. Çünkü;
Erzurum dağları kar ile boran
Aldı yüreğimi derd ile verem
Sizde bulunmaz mı bir kurşun kalem
Yazam arzu halım dosta seslenem
Uy beni beni belalım beni
Satarım bu canı alırım seni
Çıkayım dağlara da kurt yesin beni
Sesini duyarsınız ki kurtuluşunuz Ruhsati’dedir. Çünkü büyük ozan der ki;
Daha senden gayrı aşık mı yoktur
Nedir bu telaşın hay deli gönül
Hele düşün devr-i Ademden beri
Neler geldi geçti say deli gönül…