Hayatın çarkları bir, bir dönüyor, her gün. Her dönüşünde bir günü geride bırakıyoruz. Yazı, kışı, baharı var, elbet. Her zaman ileriye gidiyor, hayat. Ya dünde kalanlar.
Hatırlıyorum da yıllar, yıllar önceydi. Babamın esnaflıkta işleri bozulmuş. İşyerlerini kapatmış. Almanya yolarına düşmüştü. Babam Ankara’da dayılarımın evinin altındaki zemin kattaki daireyi kiralamıştı. Annem iki kız kardeşimle beraber orada kalacaktık. Babam tabi ki, Almanya’ya gidiyordu.
Ben babama çok düşkündüm. Bunu en iyi annem bilir. Babama düşkünlüğümün en büyük sebebi, kısa bir süreliğine bile olsa babamın Almanya’ya gidişidir.
O zamanlar altı yaşında okula giden pek olmasa da dayılarımın kızları ilkokula başlayınca bende okula gitmek istedim. Bunun üzerine beni de okula yazdırdılar. Hem de evde sıkılmayacaktım. Okul müdürü annemin de ilkokul öğretmeniymiş, tesadüf bu ya.
Alirıza hoca benim ilk öğretmenimdi. O zamanlar okumayı sökenlere kırmızı kurdele takarlardı. Şimdiler de takıyorlar mı bilmiyorum. Öğretmen ilk kurdeleyi sınıfta birkaç kişiye takarken çok ağlamıştım. Öğretmenim sende yarın getir takalım demişti. O an, ne kadar sevindim bilemezsiniz. Öğretmenim babamın Almanya’da olduğunu biliyordu. Oda benim psikolojimi düşünmüştü, sanırım. Zaten bende belki birkaç güne kurdeleyi kazanmayı hak ederdim, nasıl olsa.
O zamanlar uçaklar geçerdi. İncesu semalarından, el sallardım uçağa, ‘‘babama selam söyle’’ diye. O kadar heveslenirdim ki. Babama selam söyle derken. Sanki o selam, gerçekten babama gidecekmiş gelirdi, bana. Bilmem belki de gidiyordu.
Günlerden bir gün, babam Almanya’dan izine gelmiş, gündüz vakti evde yatıyordu. Tabi ki bende her zamanki gibi okula gitmiştim. O kadar sevinçliydim ki, öğretmenim anneme söylemiş. Her gün öğretmenime şu kadar gün sonra babam gelecek diyerek anlatırmışım, heyecanla. Babamın geleceği günü haliyle herkes öğrenmişti, sınıfta. İşte babamın izine geldiği o gün. Tesadüf bu ya, aşı olacakmışız. Sınıf arkadaşlarımdan bir kız beni aşıdan nasıl korkuttuysa ikimiz el ele okuldan kaçtık. Tarihe geçtim bu arada ilk kaçırılan erkek olarak. Şaka, şaka. Daha sonra, o evlerine gitti. Bende evin bahçesinde babamın yattığı pencerenin dibine kadar gelmiştim. Öyle sallıyordum ki, pencerenin demirlerini. Bugün bile o korkumu hatırlıyorum. Pencerenin demirlerini hem sallıyor, hem bağırıyor bir yandan da ağlıyordum. Babam bağırmalarımın neticesinde uyandı, elimden tuttu. Beraberce okula gittik. Giderken beni iyice motive etmiş olmalı ki, aşı olmuşum. Erkekler ağlamaz, dimi ya! Öyle bir ağlar ki aslında, neyse o konumuz değil zaten gelelim sadede. Eve geldiğimizde anneme sinek ısırığı gibiydi, demişim. Babam Almanya’dan öğretmenime kravat getirmiş, onu gururla öğretmenime vermişim.
Birkaç gün sonra babam yeniden Almanya’ya geri döndü. Hasret günleri yeniden başladı.
Benim için gerçekten çok özel bir insan olan birde anneannem vardı ki, çok severdim kendisini. Dedem ise annem çok küçükken ölmüş. İkisinin de ruhu şad olsun. Allah’ım mekânlarını cennet eylesin. Küçükken zayıfım diye bazen sırtında götürürdü, okula. Babamda yoktu ya! Üç dayım ve eşleri her birinin üçer, beşer çocukları ile ailemiz çok kalabalıktı.
Velhasıl kelam herkes akşam kendi evindeydi. Her birinin babası yanındaydı. Bizim babamız yanımızda yoktu çünkü Almanya’daydı. Anneannem o sebeple onların arasında eziklik çekmemi istemiyordu, herhalde. Annemin söylediğine göre beni kollarmış her zaman. Yaşlı kadın ne de olsa gücü neye yeter ki! En çok ta anneannemin bize harçlık verişini hatırlarım. Elini koynuna atar, oradan düğümlenmiş bir mendil çıkarır. Dayılarımın çocuklarına, kardeşlerime birde bana harçlık verir. Sonra mendilini düğümleyip yine koynuna koyardı.
Unutmadan küçük dayımın oğluyla çok iyi anlaşırdık. Oda benden bir yaş küçüktü ama bir gün onun dayısını paylaşamadık, çocukluk işte. Ben, o benim dayım diyordum, o ise benim dayım diyordu. Kadir dayı çok sevecen bir adamdı ama bize karşı tabi ki. Ankara’da onun yanına destursuz kimse yaklaşamazdı. E nede olsa Deli Kadir neyse biz konumuza dönelim. Kadir dayı ikinizden dayısıyım dedi. Ve tartışmaya son noktayı koydu. Bir gün de tekerlek şeklinde ay çekirdeği getirmiş birer tane verdi. Kadir dayı bana büyüğünü vermiş. Bizde onun üzerine kapıştık. Kadir dayı durun dedi, her iki ay çekirdeğinin tekerini ikiye böldü bir ondan bir ötekinden birer parça verdi bize. Sonunda adalet yerini bulmuştu vesselam. Birde Ömer dayı vardı. Oda aynen Ankara’nın dayılarındandı. Milletin korktuğu adamlar bizim sevdiklerimizdi. Onu da çok severdim. Her ikisine de Allah rahmet etsin.
Babam Almanya’ya gittikten sonra benim bir küçüğüm olan kız kardeşim babaanneme babamın nerede olduğunu sormuş. Allah rahmet etsin. Rahmetli babaannemde hüzünlenip, kız kardeşimi kucağına alıp sarıp sarmalarken ‘‘sana da yok, bana da yok’’ demiş. Kız kardeşim çok içerlemiş ikisi de çok ağlamışlar.
En küçük kardeşim de dayılarımın çocuklarına baba derdi. Sanırım aramızda babamın yokluğunu yaşı çok küçük olduğundan dolayı acısını içinde fark etmeyen bir o vardı. Çünkü henüz bir yaşınaydı.
Büyük dayımın Thames marka yeşil bir kamyonu vardı. Arkasına biner İncesu deresinin yukarılarına pikniğe giderdik. Hatta bir gün kamyonun üzerine çıkıp düşmüştüm. Başım kanamıştı ama önemli bir şey olmamıştı, sonuçta. Ancak herkesin yüreğini ağzına getirmeyi başarmıştım. Aslında uslu bir çocuktum ama yine de çocukluk işte.
Babam Almanya’da iken nihayet hasretimize dayanamadı, sekiz ay sonra kesin dönüş. Ve o muhteşem gün, babamın dönüşü. Hep beraber Esenboğa havaalanına babamı karşılamaya gittik. Işıkların dans ettiği ortamda babamın bize doğru yürüyüşü ve benim küçüğüm kız kardeşimle babama doğru koşmamız. Babam ikimize birden sarıldı. Bir kucağına ben, bir kucağına kız kardeşim oturduk. Tahta çıkan padişah gibiydim, o an. Ve babam küçük kız kardeşimize gel kızım dediğinde, babama sarılmadı. Doğru ortanca dayımın oğluna baba diye sarılmıştı. Acı ama gerçek. Gerçi birkaç gün sonra babama alışmıştı. Gelen oyuncaklar, çikolatalar daha neler, neler.
Babam Almanya’dan gelir gelmez, Ankara’da Türk Traktör fabrikasına girdi. Bir sene fabrikada çalıştı. Çalıştığı süre içerisinde Türk traktörü üzerinde üç tane buluş yaptı. Bir buluşunda hem yapım süresini dörtte bire düşürmüş hem de bir yerine iki tane ürün üretmişti. Başarılarından dolayı babama fabrikadan özel hediyeler verirlerdi. Hatta bir gümüş kupa ile demirden oyuncak traktör vermişlerdi, süperdi ama.
O zamanlardan hatırladığım, şeylerden beni üzen kaybettiğim şeylerden bir tanesi ise babamın Almanya’dan getirdiği demirden yapılmış toplu tabancamdı. Gerçek silah gibiydi. Bir başka üzüldüm şey ise annem bir keresinde bana kızmış bana tekme atmaya çalışmıştı. Ancak ben, annemin ayağının altından hızlıca kaçınca ayağını gardıroba vurup ayağı şişmişti. Keşke bana vursaydı da ayağı şişmeseydi. Elbette analar yavrularına kıyamaz. Hatta anne kızar iki tokat atar. Bir iki de kötü söz söyler ama çocuk yine anasının bacaklarına sarılır ağlar, anne, anne diye. Sonra anne ve çocuk beraberce ağlarlar. Garip ama gerçek, budur.
Babam Almanya’dan geldikten sonra Demetevler’e taşındık. İkinci sınıfa orada gitmeye başladım. Öğretmenim Şerife İleri Hanımefendi idi. Günlerden bir gün, sınıfla beraber Anıtkabri, Eski Meclisi ve Müzeleri gezmek için okulca gittik. Şişman bir çocuk otobüste elimin üzerine oturdu. Kalk elim acıyor desem de kalkmamıştı. O akşam kolumda meydana sıkıntıdan dolayı çektiğim çile, ıstıraba dönüşmüştü. Akşamüstü annem komşu teyzeye götürüp sıcak sabunlu suyla ovsa da geçmedi. Babam işten gelince, beni hastaneye götürdü. Tabi ki doktorların çektiği film, yaptığı müdahale ve verdiği ilaçlarla iyi olmuştum. Meğerse kolum incinmiş.
Bana tebessüm ettiren şeylerde olmuştu, elbette. Demetevler’de otururken bir anda küçük kardeşim yanı başımızdan kayboldu. Babam sağa sola bakınırken gözü biran caddenin yukarısına doğru baktığında ise kız kardeşimi gördü. O an elindeki bir süpürge ile Ankara’nın sokaklarını süpüre süpüre caddenin yukarısına doğru gidiyordu. Babam peşinden koşarak ana caddeye çıkmadan yakaladı. O zaman kız kardeşime kızmadı bile. Sonuçta mutlu sona ulaşmıştık.
Eskiden bizim çocukluk zamanımızda kader kısmet oyunu yaparlardı. Bizim kuşak hatırlar elbet. Kader kısmet oyununu bazen bende oynardım. Şimdiki kazı kazan gibi ama hediye olarak para değil de çikolata, şeker, oyuncak olurdu. Büyük hediye beklerdik hep ama küçükleriyle avunurduk her zaman. Ya da bir daha oynardık, bir umut daha. Oyun bir kâğıt üzerinde yuvarlak sayıların üzeri alüminyum kaplı idi, bozuk para verip o alüminyumu kazırlardı. Bahtımıza ne çıkarsa o hediyeyi alırdık. Oyun bakkallarda satılır. Oyunu satın alan çocuk başka çocuklara oynatır. Çok para kazanırdı. Ama büyük hediye önce çıkarsa o zaman kimse almazdı. Bu sefer satan zarar ederdi. Hatta bir kerede bakkaldan bende alıp yapmıştım.
Her erkek gibi top oynama merakı bende de vardı, elbet. O zamanlarda bir gün, bir çocukla sohbet ederken mahallede biz futbol takımı kurduk sende oynar mısın? Deyince. Sevinçle ‘‘olur’’ demiştim. Oda, bana ‘‘kadromuz dolu yedek kalecimiz olur musun?’’ dedi. Bende ‘‘Tabi olurum’’ dedim. Takımımızın adı da Galatasaray dedi. İşte o zaman Galatasaraylı olmuştum. Laf aramızda fanatik değilim. Hiçbir zamanda olmadım. O zaman büyükler maçlardan konuşurdu. Hele bir abi o kadar hararetli konuşurdu ki, fanatik Vefa sporluydu. Öyle heyecanla maç anlatırdı ki hayranlıkla seyrederdim.
Bir keresinde de babamın Almanya’dan getirdiği saati bizimkilere kızıp suya sokmuştum. Bir daha çalışmadı tabi ki!
Artık babam yanımdaydı. Fabrikada bir sene çalıştı daha sonra babam esnaflığa yeniden başladı. Bende okula gitsem bile okul harici işyerimizden çıkmazdım. Özlemim bitmiyordu babama, özlemim bitmiyordu. Zaman geldi, babam emekli olup Aydın, Didim’e yerleşti. Gün geldi, lanet sigara yüzünden babamı kaybettim. Babamı 21 Haziran 2017 yılı (üç yıl önce ) ramazan ayı kadir gecesi günü toprağa verdik. Ben hala babamı özlüyorum, biliyor musunuz? İnanıyorum ki, babam şimdi cennette. Babacığım bugün 21 Haziran 2020 senin ölüm yıldönümün bu sene babalar günüyle taçlandı. Babamın ve bütün babalarımızın babalar günü kutlu olsun.
Bakın, bakın gökyüzüne bakın. Yine uçak geçiyor, görüyor musunuz? ‘‘Uçak, babama selam söyle, olur mu? Babalar günün kutlu olsun, babacığım.’’