Uzlaşma kültürü ve bunun sonucunda toplumda huzurun sağlanacağına, hoşgörü ve tahammül ortamının herkesin hayrına olduğuna dair onlarca köşe yazım ve görüşlerimi yayınladığım kitap ve makalelerim mevcuttur. Ülkemizde uzlaşma kültürünün ve hoşgörünün olmamasından kaynaklanan en büyük zulümler darbeler sonrasında ve post darbeler sırasında yaşandı. 28 Şubat döneminde de yaşanmıştı. Tekrar o günlere dönmek isteyenler ve o günleri özleyenler var. Ancak bu Ülkede vergisini veren ve vatandaşlık ödevlerini yerine getiren herkes saygındır ve birinci sınıf vatandaştır. Kimse dışlanmamalıdır. Kimse inancı ve kıyafeti dolayısıyla vatandaşlık haklarından ve okuma özgürlüğünden mahrum bırakılmamalıdır.
Şimdi diyeceksiniz ki, “o zor ve ayrımcı günler geride kaldı, bakın Ülkemizde başörtülüler artık Vali de oluyor, kaymakam da ve hatta asker, subay ve polis de oluyor” diyebilirsiniz. Evet, evet oluyor. Çok da güzel oluyor. Ancak eski günlerin özlemiyle ellerine fırsat geçmesini bekleyenler de yok değil.
İnsanlar da uzlaşma kültürü ve tahammül ve hoşgörü iklimi dalga dalga her tarafa ve her bireye kadar ulaşmazsa, rüzgarın ters dönmesiyle tekrar eski günlere de dönebiliriz, maazallah.
Ülkemizde durumu ve son gelişmeleri bu şekilde kısaca açıkladık.
Ancak tesettürlü Müslümanlar yalnızca Ülkemizde mi dışlanıyor? Müslümanlar Dünyanın birçok yerinde dışlanıyor, horlanıyor ve saldırıya uğruyor. Almanya’da, Hollanda’da, Fransa’da, Avusturya’da, ABD’de, Avustralya’da ve Dünyanın birçok Hristiyan Ülkesinde aşırı sağcılar Müslümanlara büyük düşmanlık uyguluyorlar. Hristiyan Ülkeler yanında, Çin’de de Uygur Türkleri zulüm altındadır. Myanmar’da Budistler, Arakan Müslümanlarını katlediyorlar. İsrail’de Siyonist Yahudiler Filistinli Müslümanları katlediyor.
Ne olacak bu gidişat? Hepimiz kaygılıyız.
Yurtdışında olsun, yurtiçinde olsun Müslümanlara uygulanan ya da herhangi bir din mensubuna uygulanan zulmün ve baskının tek bir açıklaması var. Uzlaşma kültürünün, tahammül fikrinin ve hoşgörü ikliminin olmamasıdır.
Uzlaşma kültürü, tahammül anlayışı ve hoşgörü iklimi nedir?
Bu noktada şunu belirteyim. Uzlaşma kültürü, tahammül anlayışı ve hoşgörü iklimi yayılıcıdır. Aynen bağnazlığın, dar kafalılığın ve ayrımcılığın yayılıcı olduğu gibi. Bir toplumda uzlaşma, tahammül ve hoşgörü yaygınsa ve hakim konumdaysa herkes bu duruma riayet eder ve herkes bu ahvalin tesiri altında birbiriyle uzlaşma, tahammül ve hoşgörü içerisinde olur. Tersine durum yani bağnazlık dar kafalılık ve ayrımcılık yayılıcı ve hakim ise aynı bir salgın hastalık gibi tüm toplumu etkisi altına alır.
Uzlaşma kültürü, tahammül anlayışı ve hoşgörü iklimi demek, Ülkede adalet, eşitlik, hakkaniyet, iyilik ve doğruluk içerisinde toplum fertlerinin tümünün birinci sınıf vatandaş konumunda ve geleceğe umut ve güvenle baktığı bir ahvalde olması demektir.
Uzlaşma kültürü, tahammül anlayışı ve hoşgörü iklimi Yunuslar, Hacı Bayram-ı Veliler, Hacı Bektaş-i Veliler ve Mevlanaların fikirlerinin her tarafta yaygın olması demektir.
Ülke ve içinde bulunduğumuz topraklar hepimizindir. İster o Ülkenin vatandaşı olalım, isterse başka bir Ülkeden o topraklara gelelim. Sonuçta herkes aynı Dünya’da yaşıyoruz ve hepimiz bir Allah’ın kuluyuz.
Herkes birinci sınıf vatandaştır ve Devlet’e ödevlerini yerine getirdiği, toplum içerisinde kimseye zarar vermediği müddetçe herkes saygındır.
Uzlaşmanın ve hoşgörünün hayatta yer bulması ve tüm toplumlar genelinde yayılması için esas bakış açısı işte bu iki noktadan olmalıdır.
Allah’ın kuluyuz ve Devlet’in ya vatandaşıyız ya da o Ülkenin misafiriyiz.
Bu bakış açıları içerisinde olan herkes uzlaşma kültürüne ve hoşgörüye sahiptir. Bu kültüre ve bu düşünceye sahip insan sayısı ne kadar çok olursa, bir toplumda o kadar çok huzur olur. Aksi halde de o kadar çok huzursuzluk olur.
Bakın nasıl da güzel sesleniyor ve en hoş mesajı veriyor Yunus Emre, ta asırlar öncesinden:
Elif okuduk ötürü,
Bazar eyledik götürü,
Yaradılanı severiz,
Yaradandan ötürü.
İşte uzlaşma kültüründe Yunus Emre’ler, Hacı Bayram-ı Veliler, Hazreti Mevlanalar, Hacı Bektaş-ı Veliler gibi düşünenlere ihtiyaç vardır.
Hepimiz bir Allah’ın kuluyuz.
Bunun yanında her insan şunu da kendisine sormalıdır. Neyi paylaşamıyoruz?
Bu Dünya hepimize yeter. Bu Ülke hepimizin yuvasıdır.
Fikirlerin, insanların başka başka olması bir mahzurlu şey değil, bilakis bir zenginliktir, bir çeşitliliktir.
“Ey insanlar, şüphe yok ki biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve sizi, aşiretler ve kabileler haline getirdik ki, tanışasınız diye. Şüphe yok ki Allah katında sevabı en çok ve derecesi en yüce olanınız, en fazla çekineninizdir; şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat Suresi, 13)
Kafanızı arkaya koltuğunuza yaslayın ve gözlerinizi kapatarak bir dakika düşünün.
Tüm Dünya aynı ırktan, mesela Almanlardan, tüm insanlar aynı dinden mesela Hristiyanlardan oluşsa idi, hayat ne kadar sıkıcı olurdu. Değil mi?
Herkesin kendi görüşünden olması, herkesin senin Milletinden olması belki hayalin, belki hedefindir. Ancak, hiç de hoş, hiç de iyi bir hayal ve hedef değil.
Evet, tüm insanlar bu yazıda belirttiğim çerçeve içerisinde kalırsa, hem uzlaşma kültürü ve hem de hoşgörü yaşanır ve bu ikisi ile birlikte toplum huzuru ve daha da ötesi, Dünya huzuru sağlanır.
Gelin tüm yaratılmışlara bu belirtiğim açıdan bakalım. Gelin tüm insanlara tahammül, hoşgörü ve uzlaşma kültürü anlayışıyla Kuran ve Hadisler çerçevesinde bakalım.
Sevgili Peygamber Efendimizin şu tavsiyesi ve şu nasihati dahi tek başına her şeyi anlamaya yeterdir: “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, korkutmayınız” buyurmuştur.
Yüce Rabbimin (cc) merhamet, rahmet, şefkat ve cemal sıfatları tüm kainatı kaplamıştır. Sevgili Peygamberimizin (asm) ve tüm Peygamberlerin (as) insanlara bu hususta örnek oldukları ve barış ve kardeşlik üzere bir hayat için rehberlik ettikleri çok açık bir gerçektir.
Neyi paylaşamıyoruz? Şeytan aramızda düşmanlık ve kin yaymak istiyor. Nefsimiz de ona yatkın. Ancak aklımız bizlere Allah’ın ve Peygamberlerinin buyruğunda ilerlemeyi gösteriyor ve onu uygun buluyor.
Temel meseleye ve en mühim soruya esasında burada varıyoruz. Aklımıza uyup da hoşgörü, tahammül ve uzlaşma içerisinde mi olacağız, yoksa şeytan ile nefsimize uyup da kin, öfke ve sevgisizlik içerisinde mi olacağız? Akıl her daim nefis ve şeytandan güçlüdür. Yeter ki aklımızı besleyelim, okuyalım ve öğrenelim. O takdirde aklımıza uyarız.
Bu en son noktada, yazımın başlığında yer alan, “Uzlaşma Kültürü, Tahammül Fikri ve Hoşgörü İklimine Nasıl Varırız” sorusunun cevabı açığa çıkmıştır. Vesselam…