Mükellefler bazen vergi borçlarını ödemek istememekte veya ödeyememektedirler. Bu ise sorunların daha fazla büyümesine neden olmaktadır. Tahakkuk etmiş vergi borçları, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun kapsamında tahsil edilmektedir. Bu Kanun vergi idaresine tahsil için geniş yetkiler sağlamakta ve mükelleflerin ticari hayatını zora sokabilmektedir. Bunun dışında gecikme zammı da işlemeye devam etmektedir.
Vadesi geçmiş bir vergi borcunda vergi/ceza ihbarnameleri ve ödeme emirleri çoktan tebliğ edildiği için dava açma süresi de haliyle kaçmış olmaktadır. Bununla birlikte vadesi geçmiş vergi borcu olan mükelleflerin atabileceği bazı adımlar vardır. Bunlardan birisi zaman zaman çıkan yapılandırma kanunlarıdır. Ancak bu, mükelleflerin her zaman başvurabilecekleri bir yol değildir.
Yapılandırma dışında bir yol daha bulunmaktadır. O da tahsil zamanaşımıdır. 6183 sayılı Kanun’un 102. maddesindeki düzenleme şu şekildedir: “Amme alacağı, vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zamanaşımına uğrar.” Madde ile alacağın ne zamana kadar tahsil edilebileceği düzenlenmektedir. Buna göre vadesi 12.08.2018 olan bir vergi borcu, en geç 31.12.2023’e kadar tahsil edilebilir. Borç, 01.01.2024 itibariyle tahsil zamanaşımına uğramaktadır. Bu durumda vergi idaresinin 6183 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tahsil yetkileri sona ermektedir. Mükellef kendi rızası ile ödeme yapabilir. Ancak diğer taraftan borç halen kayıtlarda gözükmeye devam etmektedir. Hatta vergi idaresi tahsil zamanaşımına uğramış borca yönelik ödeme emri tebliği, haciz gibi işlemler yapabilmektedir.
Tahsil zamanaşımına uğrayan bir borcun terkini (silinmesi) için doğrudan dava açılması mümkün değildir. İdari yargıda idari işlem veya eylemler dava konusu edilmektedir. Bunun için ortada bir idari işleme ihtiyaç bulunmaktadır. Çözüm ise 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu madde 10 kapsamında terkin talebiyle yapılacak başvurudur. Başvuru sonrasında dava açılabilmesi mümkündür.
Ancak bu dava, basit bir parmak hesabı ile beş yıllık tahsil zamanaşımının hesaplanıp çözülebileceği bir dava değildir. Olayda 6183 sayılı Kanun madde 103 ve 104’te yer alan, zamanaşımını durduran ve kesen nedenler bulunabilir. Örneğin banka hesabına koyulmuş bir haciz ile zamanaşımı kesilmiş olabilir. Bu durumda 5 yıllık süre tekrar başlayacaktır. Ancak zamanaşımını durduran ve kesen nedenlerin hukuka uygun olup olmadığı mutlaka titizlikle değerlendirilmelidir. Örnek olarak şirket borcu için şirket ortağına ait araca haciz uygulanmış olabilir. Bunun gibi birçok örnek söz konusudur.
Yargı kararlarına baktığımızda, bu konuda henüz bir içtihat birliği bulunmamaktadır. Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu yakın tarihli bir kararında, davacının ortağı ve müdürü olduğu şirketten kaynaklanan tüm borçların terkini için yaptığı başvurunun reddi üzerine açılan davada, başvuru üzerine verilen red kararının davacının hukuki menfaatini etkilemediğine karar vermiştir.
Mükellef lehine verilen kararlar da söz konusudur. Danıştay 3. Daire yakın tarihli bir kararında, İYUK madde 10 kapsamında yapılan başvuruların vergi hukukunda uygulanacağına, zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle terkin talebine ilişkin yapılan başvurunun davacının menfaatini etkilediğine karar vermiştir.
Bir başka lehe karar da Ankara Bölge İdare Mahkemesine aittir. Davacı hem şahsi hem de şirket ortağı olması nedeniyle kamu borçlarının terkinini talep etmiş, reddedilmesi üzerine dava açmıştır. İlk derece mahkemesi şahsi borcun zamanaşımına uğramadığı gerekçesiyle davayı kısmen reddederken, şirket ortağı olması nedeniyle henüz ortak hakkında takip safhasına geçilmeden ortağın malvarlığına haciz konulmasının zamanaşımını kesmeyeceği gerekçesiyle kısmen davayı kabul etmiştir. Karar Ankara Bölge İdare Mahkemesi tarafından onanmıştır.
Kişilerin vergi borcu tehdidi altında olmaları, ticari hayatlarında ekonomik belirsizliğe neden olmaktadır. Bu durumda bu borcun silinmesi için başvuru yapılmasında ve dava açılmasında mükelleflerin tabii ki hukuki menfaati bulunmaktadır. Borcun zamanaşımına uğradığı anlaşıldığında ise mahkemenin mükellef lehine karar vermesi hukukun gereğidir.