Yağmur yağıyor.
Seller akıyor.
Arap kızı;
Camdan bakıyor.
Çocukken yağmur yağarken bu tekerlemeleri söylerdik. Bu tekerlemeleri söylerken yağmurun altında sırılsıklam olurduk. Sırılsıklam ıslanmış saçlarımızın arasından sular süzülerek, tozun toprağın atıklarıyla çamurlaşıp yüzümüzden aşağı akarken çehremiz değişir. Sanki bir coğrafi bir haritaya dönerdi. Annem kapının önüne çıkar. Bize seslenirdi. Sırılsıklam ıslanmış çamurlaşmış bir halde alelacele yerden rengârenk misketlerimi toplar sonra elimi cebime sokar. Avucuma alır, şıkırdatırdım. Bu sese bayılırdım.
Bakın lafa daldırdınız beni sizin yüzünüzden eve geciktim görüyor musunuz? Şimdi fırçanın bini bir para, geldim ana geldim. Koşarak eve geldiğimizde anam bizi sıraya sokar, bizi sırayla yıkardı. Ben hariç iki de kız kardeşim vardı. Banyo sırası bana geldiğinde anamın tüpte ısıttığı bir kazan su ile banyo yaptırırdı. Savunmasız kaldığım o anlarda arada bir şaplak yerken bazen de lifin içindeki sabunla kafama vururdu. Rahmetli babamda çocukluğunda yaptığı yaramazlıklarla ilgili konuşurken annem bizi hafta da bir yıkar, her yıkamasında yaptığımız yaramazlığın hesabını banyoda keserdi; demişti. Hatta babamın başını da sabunlayınca sumsuğu yapıştırırmış babaannem.
O zamanlarda oturduğumuz ev inşaat halindeydi. Evin çatısı bile yoktu. Kiradaydık kendi evimiz değildi. Sanırım yeterince paramız yoktu ki, o evde oturuyorduk. Yağmurlu günlerde evin içine tavandan su damlardı. Babam annem havluyu tavana fırlatır. Damlayan su damlacıklarını engellemeye çalışırlardı. Oyun oynarcasına bende tavana çok havlu attığımı hatırlıyorum. Hatta çok fazla damlarsa altına leğen falan koyardık. Evin önüne kum geldiği zaman bir üst kata çıkar, oradan kumun üzerine atlardım. Çocukluk işte.
Birkaç sene sonra apartman dairesine taşımıştık. En küçük kız kardeşim başına, beline başörtüsü falan bağlardı, çok süslüydü. Benim küçüğüm olan kardeşim ise sanki biraz daha haylazdı. Bir gün yeşil soğanla yumurta pişirmiş sonrada bu yemeği ilk defa biz icat ettik demiştik. Çocukluk işte hatta kendimize has birde şarkı yazmıştık. O bana hayalimdeki erkeksin diye şarkı söyler, bende hayalimdeki kadınsın diye düet yapardık. Evcilik oynardık ben evin babası benim küçüğüm annesi en küçüğümüz ise evin küçük kızı olurdu. Sonradan bir kız kardeşimiz daha oldu. Hatta bir tekerleme söylerdi.
Tavşan bana baksana
Tiki, tiki yapsana
Bak tilki geliyor
Çabucak kaçsana
O zamanlar hayatımızın tadı, rengi, ahengi bir başkaydı. O günlerde hayat belki siyah beyazdı. Eski resimler, eski televizyonlar gibi ama huzurluyduk vesselam.
Mahalle aralarında saklambaç oynar top koştururduk. Hatta ben topumu çıkartmazsam benimle oynamak istemezlerdi. Sebep benim futbol topum vardı. Amaç o futbol topuyla oynamaktı. Ne gezer o zamanlarda futbol topu.
Daha ne oyunlar oynardık, ne oyunlar. Gazoz kapaklarıyla bile, misket gibi oynardık. Eskiden tenekeden yapılmış kamelya çay kutuları olurdu. Annemin kullandığı boş çay kutusunu alır. O çay kutusunun içini gazoz kapağı ile doldurdum. Birde onları tek tek sayardım. İleride dizili gazoz kapaklarına atarken savrulmasın diye; gazoz kapağının bir tanesinin içini çamur doldururdum. Bu iş benim gözümde bir sanattı. Gazoz kapağı açılırken üstü bükülmemiş olanın içini çamurla kaplardım. Atışları onunla yapardım. Kazandığımda mutluluk, kaybettiğimde buruk bir hüzün olurdu. Ama ertesi gün için umudumu hiç yitirmezdim. Kazanmak umudu yitirmezdim. Oyunlarda bazıları kavga ederdi. Ben kavga etmezdim. Hayatım boyunca hiç kavga etmeyi sevmedim. Hala da sevmiyorum.
Rengi çok güzel misketleri toplardım. O misket çok güzelmiş onu bana ver sana iki tane şu misketten vereyim gibi pazarlıkları çok yapardık.
Kitaplardan en çok Kemalettin Tuğcu. Ömer Seyfettin, Jules Verne, Dede korkut masallarını okurdum. Nadiren de Teksas, Tommiks, Zagor gibi kitapları okudum. Kütüphaneye üye olduğum için oradan da kitaplar alırdım. Hatırlıyorum da çok mülayim bir kütüphanecimiz vardı. İstese bile sesli konuşulmaz ki kütüphanede.
Şimdilerde oyun şekilleri değişti. Şimdiki çocukların elinde bir telefon, bir tablet, bilgisayarlar. Daha küçükler içinde marketlerin parayla çalışan içinde üzerine bindikleri, ışıkları yanıp sönen çeşitli hayvan figürleri şeklindeki cicili bicili oyuncaklar. Hatta kum havuzları var. Çocuklar pırıl, pırıl beyaz bir kum lekesi izi, hatta çamuru bile yok. Bu işletmeler açıldığına göre o kumların sağlığa uygun olduğunu düşünüyorum. Yoksa izin verilmez herhalde. Şu ana kadar tespit edilen bir sakıncasını duymadım. Hani eskiden alüminyum tencerelerde yemek yerken sakıncasını bilmediğimiz gibi. İnşallah sakıncası yoktur ne deyim. Psikologlar kumla oynamanın çocuk psikolojisi üzerinde iyi olduğunu söylüyorlar.
Dedim ya! Eski çocuklarla şimdiki çocukların oyun kültürleri çok farklı, eskiden çocuk bir yerden düşüp yaralanacak diye korkulurdu. Şimdi bilgisayarlarda yanlış yerlere girecekler diye korkuluyor. Mesela MOMO diye bir oyun çıkmış oynayan çocukların psikolojisini bozup, kendilerine veya başkalarına zarar vermelerini sağlıyormuş. Bir arada ben Süpermen’im uçarım diyerek yüksekten betona çakılanlar. Örümcek adamım deyip düşenler oldu maalesef.
Zaman ne olursa olsun yaşadığımız dünyada mutlaka çocuklar için tehlikeler mevcuttur. Bu tehlikeler biz büyükler içinde geçerli olduğu gibi yaşlılarda tehlike atlatabilirler. Kısacası her zaman tehlikelere karşı uyanık olmak zorundayız. Eski oyunlar daha güzeldi. Şimdilerde artık yağmur yağarken bile o eski nakaratları duyamıyoruz.
Yağmur yağıyor.
Seller akıyor.
Arap kızı;
Camdan bakıyor.