Yelsiz pilsiz ceryansız!

Cemal Kayı

Halis Emmi, kuşluk vakti (öğleden önce) karısıyla tartışarak çıktığı eve ancak öğleden sonra dönebildi. Güldeniz Hala, HALİS Emmi’nin çıktıktan sonra başlattığı ev işlerini temizliği, bulaşığı, ufak tefek çamaşır yıkama işlerini anca bitirdi, teneke sobayı da borusundan ayırarak, külünü döktükten sonra Ahırsekisi’nde istiflenmiş tezekle doldurup odaya getirerek borulara takıp ateşledi. Soba her yeni yakılışında oda duvarlarının toprak boya kokusu hafif bir nemle içeri yayılır,  içerde sanki bir yoksul huzurluğu sağlardı. Sobanın alt ağzının kesik yerlerinden çat pat sesleriyle kıvılcımlar çıkar bu kıvılcımlar her seferinde önce önünde yatan kediyi sıçratarak kaçırır, sonra cılız ışığını odanın kuytu köşesine göndererek renk oyunlarına girişirdi…

Güldeniz Hala, çaydanlığı suyla doldurup sobanın üstüne yerleştirdi. Sofra bezini sobanın hemen ön tarafına serdi. Sofra bezinin üstüne bir kasnak, kasnağın üstüne de yemek sinisini koydu. Sobanın alt tarafında bulunan yerindeki minderine oturdu. Sinide iki çay bardağı, bakır bir tas içinde biraz çömlek peyniri, paket içinde ise yarısı kullanılmış Sanayağ vardı…

Halis Emmi, dışardan soğukla birlikte girdi. Dışardan getirdiği soğuk sanki vücuduna, elbiselerine, üstüne başına yapışmış gibiydi. Ellerini birbirine sürterken ağzıyla da bırr bırrr diye sesler çıkarıyordu. Sobanın borusuna kucaklar gibi sarıldı… Güldeniz Halaya döndü;

“Ne bakıyon lan GIRTIL! Heç duymadınmı? Kürt GIÇINDAN, TÜRKMEN GÖZÜNDEN, KÖYLÜ DÖŞÜNDEN GIZINIRMIŞ” (Isınmak) dedi sırıtarak…

Sobanın üst tarafında gene sobaya yakın köşesindeki keçi postu minderine oturdu. Güldeniz Halanın sobanın üstünde gevreterek verdiği peynirli dürümlerden üç tane yedi, bardak bardak çay içti. Sobanın sıcaklığıyla birlikte içtiği çayın sıcaklığı vücudunu ısıttı, üstüne bir ağırlık çöktü. Köşesinde gözleri yavaş yavaş kapanırken uykuya daldı…

Karışık rüyalar gördü. Rüyasında borçlarına karşılık Ilımanın önündeki elinde kalan son tarlasını dayısının dükkanıyla değiştirmesi isteniyordu… Yüzünü tam olarak seçemediği kişiler “Ticaret, çiftçilikten iyidir”, Ağustos sıcağında tarlada çalışmak ta neymiş, ticarete başla “RIZKIN ONDA DOKUZU TİCARETTEDİR” diyorlardı. Yüzünün şekli değişti, bacaklarını karnına doğru çekip yattığı yerde biraz daha büzüldü. Başını koyduğu kolunun üstüne ağzından sarı su aktı. Gülümsedi. Üstündeki örtü kaydı. Güldeniz Hala Halis Emminin üstünden kayan örtüyü düzeltirken; “GENE ÜRÜYE (Rüya) GÖRÜYO ELLAM,YAŞI GARAĞELESİ (Kara gelesi)!” diye söylendi.

Halis Emmi uyandı. Hala gülümsüyordu. Kapının arkasında asılı paltosuna doğru yürürken, Güldeniz Halanın kinayeli, kinayeli; “O NE HERİF, SÜTLEĞEN YEMİŞ TOSBAĞA GİBİ NE IŞILIYON?” Sorusuna cevap verme gereği bile duymadan paltosunu omuzuna alıp; “Öoo Gırtı”, ben dükkanın önüne gidiyom diyerek kapıyı çekip dışarı çıktı.

Dışarı ayazdı. Ayağını merdiven basamağının hemen önündeki kütüğe dayadı. Arkaya doğru gerneşti. Ellerini beline koydu, vücudunu beliyle beraber önce sağ tarafa sonra sol tarafa bükerek “GULUNÇ”larını kırdı. Hafif eğildi sağ elinin işaret parmağını burnunun sol tarafına bastırıp sol tarafa, sonra sol elinin işaret parmağını burnunun sol tarafına bastırarak sağ tarafa sümkürdü. Ellerini paltosunun eteklerine sildi. Kırşehir tarafına, ta uzaklara ufuk çizgisine doğru bakarken kendi kendine; “Hayırlı olsun ya bu sene bu kar Nisan’a kadar erimeyecek ellam” diye söylenerek dükkanın önüne doğru yürürken ayağının altında dolaşan tavuğa bir tekme sallayıp, sövdü…

Tarlayı dayısının, dükkanıyla değişti. Raflarda kalmış son malları da veresiye verdi, alacağını toplayamadı. Sattığı malın yerine yenisini koyamadı. Battı… Güldeniz Hala çocukları toplayıp, babasının evine gitti… Halis Emmi o kışın baharında bir gün öğleden sonra eşeğini dükkanın önüne çekti. Elinde kalan son bir avuç akide şekeriyle çocuk oyuncaklarından üç beş adet FIRILDAK’ı da heybesine koydu. Eşeğini harmanyerine doğru sürdü.  Köyün çocuklarıyla köpekleri bağırıp çağırarak, gülüp oynayarak peşine takıldı. Heybesinden bir fırıldak çıkardı.

Fırıldak yirmi santim uzunluğunda çocukların kuşlastik çalalının çatal olmayan plastik boru benzeriydi. El tutma yerinin hemen üst tarafında bir misina deliği misinayı orta göbekteki dört köşe göbek miline döndürerek bağlıyordu. Misinanın dış ucunda düğme büyüklüğünde bir çengel vardı. El tutma yerinin hemen üst tarafından borunun ucu açılıyor buradan çıkan göbek miline ise fırıldağın pervanesi takılıyordu. Sol elinize yerleştirdiğiniz fırıldak sapını göğsünüzden ilerde tutarken sağ elinizle misina ipini çekiyordunuz. İp boruyu, boru da üstteki pervaneyi döndürüp fırlatıyordu. Böylece basit bir hareketle yele, pile, ceryana gerek duymadan fırıldağı çevirip, pervaneyi fırlatmış oluyordunuz.

Halis Emmi eşeğinin üstünde fırıldağı kurdu. Bir yandan; “YELSİZ PİLSİZ CERYANSIZ, YELSİZ PİLSİZ CERYANSIZ!” diye bağırarak fırıldağın ipini döndürüyor, bir yandan da kahkahalarla gülüyordu…!

Muktedir de her seferinde “YAP İŞLET DEVRET” modelinde Halis Emminin yöntemini uyguluyor; “Bizim kesemizden bir kuruş para çıkmayacak. Biz sadece fırıldağın ipini çeker gibi BİSMİLLAH” deyip, “START” vereceğiz yani, “YELSİZ, yel yok, PİLSİZ pil yok, CERYANSIZ ceryan yok, derken ellerini sağ ve sol göğüs boşluğuna  bastırıyor, sesini biraz daha yükselterek bizim devletimiz kuruş para harcamayacak; bu firmalar bu tesisi yapıp işletecek sonra bize devredecekler”  BİSMİLLAH, deyip kırmızı kurdelayı kesiyordu…

Sondan başlarsak; Yavuz Sultan Selim Köprüsünü yapan ICA Firmasına yıllık 135.000 “ARAÇ” geçiş garantisi verilmiş, bir yıl içinde bu kadar araç geçmediği için sözleşme uyarınca aradaki boşluk devlet tarafından o da döviz cinsinden olmak üzere ICA Firmasına ödenmiştir.

Gazi Osman Paşa Köprüsü için yıllık 14 milyon 600 bin araç geçiş garantisi verildi. 2016-2019, arası 22 milyon araç geçtiğinden aradaki fark gene bu ülkenin yoksul bütçesinden dolar cinsinden ödendi.  Sözleşmeye göre üç yılda, 43 milyon 800 bin araç geçmesi gerekiyordu.

Şehir hastaneleri gerçekte hasta garantilidir. Şimdilik zarar saklanıyor. Medyadan izlediğimiz kadarıyla sorulan sorulara; “İT KILI ÇAM SAKIZI” cinsinden ilgisiz cevaplar veriliyor. Yakında şehir hastaneleri gerçeği de açığa çıkar…

Türkiyede ÖZELLEŞTİRME ya da YAP İŞLET DEVRET adı altında sürdürülen yağmalar, Turgut Özal’la başlar. 1980 öncesi, iki dünya blokunun çatışma alanı yapılan ülkemizde;  “kardeş kardeşe” kırdırılarak, 1980 darbesinin önü açılmış, darbe sonucunda muhalefet edecek, tepki gösterecek tüm demokratik oluşumlar bir bir kapatılarak mal varlıklarına el konulmuş, bu kurum ve kuruluşların yöneticileri zindanlara atılarak susturulmuş, ülkemiz KÜRESEL SERMAYE’YE, KÜRESEL PAZARLARA açılmıştır.

Zarar ediyor diye satılan KİT satışlarının öncesi olmasına rağmen asıl satışlar o dönemki Cunta hükümetinin önce müsteşarı daha sonra Başbakanı olan TURGUT ÖZAL’la başlayıp bu günkü hükümetle satışlar zirveye ulaşmış, artık satacak bir oluşum birikim kalmamıştır. Uyduruk enflasyon tabloları hayali büyüme rakamları tüketim mallarına, maddelerine yapılan zamlar karşısında inanırlığını iyice kaybetmiştir…

Halis Emminin zararı sadece kendisine ve ailesine oldu. Sattığı tarlalarla dükkan babasından kalma anasının ak sütü gibi helaldi. Bunların sattıkları batırdıkları, Türkiye Cumhuriyetinin doksan yıllık birikimi, tüyü bitmedik yetimin hakkıdır. Sonları Halis Emmi gibi olup; “YELSİZ PİLSİZ CERYANSIZ” diye harman yerinde fırıldak çevirseler bile, ülkeye verdikleri zararın telafisi onlarca yıl alacaktır…

Saygılarımla…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.