Bu memlekette tartışılması en vahim ve zararlı husus kimlik meselesidir. Bin yıl önce fethedilmiş Anadolu’da kadim millet anlayışımız sürmüş, etnik kökenler ayırt edilmeksizin yekvücut bir iklim oluşmuştur. Türk milleti bu yekvücutluğun adı olmuş ve tefrika çanları çalana dek bu husus üzerine hiçbir ihtilaf vuku bulmamıştır.
Batı emperyalizmi etnik kökenleri kaşımak suretiyle bu yekpare millet anlayışımızı baltalamak için profesyonel çalışmalar sürdürdü. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Türk milletinin öz evlatlarına başka bir ulus mahiyeti yükleyerek bölge insanımızın zihnini bulandırdı. PKK terör örgütü bu projenin kirli ve alçak bir maşası oldu ve yıllarca devletimizin enerjisi bu bela ile iştigal etti.
Açılım süreçleri de dâhil olmak üzere geçmişten bugüne uygulanan “farklılık” vurgulu politikalar bu ayrılıkçı hareketlere ve düşüncelere su taşımak dışında bir işe yaramadı. Çadır mahkemeler hakkaniyeti değil hendekleri doğurdu.
Nihayet hükümet bu çizgiyi terk ederek tarihi ve kültürel anlayışımızın gerektirdiği üsluba geçiş yaptı. Hiçbir ırkçılığa pirim vermeyen, İslamiyet’in ahlak ve kaideleri ile birliğimizin tek adı olan “Türk milleti” ruhunun anlayışına uygun bir lisan kullanarak etnik kökenleri kaşımayan, kışkırtılmasına zemin oluşturmayan bir metot, devlet ricaline yerleşti. Bölücü şebekelere yönelik de hak ettikleri dilden bir mücadele başladı ve bunun hayırlı sonuçları aziz şehitlerimizin hakkı sayesinde müşahede edildi.
Gelgelelim bu hususlar devlet katında hiç tecrübe edilmemiş gibi eski aktörlerden oluşan yeni kurumların yeni heveskârlığına şahit olmaya başladık. Hiçbir alt yapısı olmayan ve zehir enjekte edilmiş cümleler şirin bir kalıba dökülerek kamuoyuna işleniyor ve siyasi menfaat elde etme adına milli birliğimizi derinden sarsacak tevessüller sahne almaya başlıyor.
Bunlardan birini Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Vahdettin İnce’de gözlemledik. Kendisi; “Tek ulus dayatmasına karşıyız” şeklinde bir demeç verdi. Ona göre “tek millet” kavramı bu dayatmayı meydana getiriyormuş. Türkiye’nin birden fazla milletten müteşekkil olarak hayatiyetini sürdürdüğü iddiasını taşıyan bu yaklaşım kimlik meselelerine dair fitne tohumları ekmekten başka ne işe yarar? Onlarca asırdan beri bir ve beraber yaşayan etnik kimliklerin; Türk milleti kavramına dair hiçbir husumeti yok iken, kök ve köken kaşıyıcılığı ile başka uluslara dönüştürülmesine yönelik ithal projelere hizmet etmek neye alamettir. “Türk milleti” mevhumunun tek ulus dayatması değil, binlerce yılın kardeşlik bağının vücuda getirdiği birlik çağrısı olduğunu bu klişe zihinler ne zaman idrak edecekler?
Bu mesele tazeliğini korurken bir çıkış da Ali Babacan’dan geldi. Kendisi, şayet muvaffak olur ise; düşünce suçlularını derhal cezaevlerinden çıkaracağını vaat ve taahhüt etti. Babacan’ın düşünce suçlusu olarak tasvir ettiği kesimden kastı nedir? Türk Ceza Kanunu’nun hangi maddesini “düşünce suçu” tarifi olarak görmekte ve algılamaktadır. Barış Atay, Canan Kaftancıoğlu, Barbaros Şanal gibilerin rahat rahat sözde Ermeni soykırımı propagandası yapmayı, devlet ve millet düşmanlarının huzurla değerlerimizi aşağılaması mıdır amaçlana? Eğer T.C.K 301. Maddeye yönelik bir planı var ise vay halimize.
“Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” hükmü kanunumuzda açıkça yer almaktayken “düşünce suçu” diye bir suç tarifiyle hangi soruşturmalar ve kovuşturmalar izah edilmek isteniyor? Babacan bu lafzı açıkça izah etmelidir. Terör propagandasını suç olarak tarif eden kanun maddesi mi düşünce suçudur, devleti ve milleti aşağılamaya yönelik ilgili müeyyideleri içeren kanun maddeleri mi düşünce suçudur, yoksa görmediğimiz ve bilmediğimiz bir düşünce suçu var da, biz mi gözden kaçırıyoruz? Sözlerinizin altını doldurun ki; neyi amaçladığınız ve neye hizmet ettiğiniz de netleşsin.
Velhasıl Türk milleti kavramını tartışmaya açmak, devleti ve milleti aşağılamayı meşrulaştırmak ve yeni açılımlara yelken açmak tefrikayı filizlendirmekten başka hiçbir sonuç doğurmaz.
Bereket ki; yüce dinimizin ahlak ve kaidelerini esas alarak tarihi ve kültürel değerlerimizle harmanlanan ve birliğimizin tek adı olan “Türk milleti” anlayışını korumayan, bu mevhumu ve ruhu batı emperyalizminin söylem ve metotlarıyla irdelemeye teşebbüs eden yaklaşımlara pirim vermeyecek güçlü bir millet geleneğimiz var.
Yoksa –Allah korusun- bu güçlü gelenekten mahrum siyasiler bu zamana kadar bu memleketi paramparça etmişti.
Asırlarca İslamiyet’e bayraktarlık yapan, ırkçılık, bölücülük, ayrılıkçılık nedir bilmeyen necip Türk milleti, Kürdüyle, Zazasıyla, Türkmeniyle, adından ve namından memnun ve bahtiyardır. Siyaset mi yapmak istiyorsunuz, buyurun yapın. Ancak hangi vasıf ve makamda olursa olsun kimsenin kendi öz evladı haricinde başka bir insana ve millete bir “ad koyma” hakkı ve yetkisi yoktur!
Dolayısıyla yeni açılımlara yelken açmak isteyen gemiler bu coğrafyada demir atacak bir liman bulamayacaklardır!