Zevk içinde olma

Bahattin Demiray

Efendimiz, “İnsanlara bir zaman gelir ki Kuran-ı Kerim bir vadide, insanlar başka bir vadide olurlar.” [Hakim, Tirmizi]” buyurarak, Bizlerin Kur’ân kültüründen uzaklaşacağımızın delilleri olarak, her işimizde takvayı göz önünde bulunduramayacağımızı ve tövbeye sadık olamayacağımızı bizlerin negatif görüntüler  ve günahlar içinde mutlu olacağımızı ve böylece ahrete gideceğimizi dile getirir.

Araf Suresi 179. Ayetinde: Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. Onların kalbleri vardır. Kendilerine duyacak bir kalb verilmemiş ve fıtrattaki misaka bağlanmamış değillerdir. Lâkin bu kalblerle fıkıh etmezler, yani işi derinden derine anlamazlar. Kendi vicdanında duyulması ve farkına varılması gereken şeye dikkat etmezler, gereği gibi duyup anlamazlar, gözleri de vardır. Lâkin bunlarla görülecek şeyi görmezler, kulakları da vardır. Lâkin bunlarla işitmezler, işitilecek şeyi dinleyip duymazlar. Hasılı Allah'ın akıl ve duygu kuvvetlerini insan gibi ve gerektiği şekilde kullanmazlar. İşte bunlar en'âm (hayvan) gibidirler. Gönüllerinde, gözlerinde ve kulaklarında insanlığa mahsus olan mânâ ve şuur bulunmaz. Hayvan gibi sadece bir gövde ve ses ile insan olunur sanırlar ve yalnızca görünüş ile ilgilenirler. Veya bütün duyguları ve idrakleri münhasıran bu dünya hayatındaki geçim sebeplerine yöneliktir. Belki bunlar hayvandan da daha aşağı, daha şaşkındırlar. En'âm denilen aşağı canlılar, yaratılıştan ve doğuştan gelen amaçlarından sapmazlar, seçebilecekleri kadar menfaat ve kendi ruhlarının helakını seçerler, Gelişmeye ve ebedi mutluluğa aday olan yaratılışlarından gereği gibi yararlanmazlar, yararlanmak şöyle dursun onun bozulmasına sebep olurlar da ebedi azaba götüren bir yola girerler. Onlar o gafillerin ta kendileridir. Zira beyinleri ve kalbleri var, fakat şuurları yoktur. Nefislerine karşı şahit olmuşlardır da kendi özlerinden haberleri olmaz, fıtratlarındaki misak ve taahhüdü duymazlar, aldırmazlar. Kendi iç gözlemleriyle, fıkh-ı nefsî denilen kendi iç dikkatleriyle duymadıkları gibi, dışarıdan gözlerine sokulan âyetlerin, kitabın ve kulaklarına okunan hak kelâmının verdiği haberlerin şahitliğiyle de duymazlar. Vücud var, vicdan namına bir şeyleri yoktur. Dini, bir vehim; kitabı, bir eğlence; ilâhî kelâmı, bir musıki diye karşılarlar. ilâhî işlerle dünya işleri arasındaki inceliğin farkına varmaz, kimin kulu olduklarını, neye veya kime tapacaklarını bilmezler. Gönülleri boş heva, gözleri şekil ve resim, kulakları anlamsız sesler, müsemmasız isimler peşinde dolaşır durur. Kendilerine kalb, göz, kulak verip yaratan, yaratılıştan kendilerini rablık mîsakına taahhüt ettiren, Semî (işiten), Basîr (gören) ve eşi-benzeri olmayan Allah Teâlâ'ya türlü türlü şirkler koşarlar, gafletlerinden dolayı Allah'ı anmazlar, anarlarsa bile O'nun münezzeh şanına layık olmayan isim, sıfat ve özelliklerle anarlar.

Dünyevî zevkleri tatma ve lezzetleri yaşama açısından onlar, hayvan gibi veya onlardan daha aşağıdırlar. Cenâb-ı Hakk insanlara neyi emretmiş ve onları neden menetmişse bunların hepsi bu prensip çerçevesi içinde olmuştur.

Takvaca en üstün namaz kendinde buluna tüm kötülükleri ve ayetleri yalan sayan durumlarına cihat eden inanan kardeşlerine ve şeytanın adımları ve tarafı olan yolları  yaptığı  kötülükleri uygun bir dille güzel bir şekilde anlatma sorumluluğumuzu (ali İmran 104 İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.- Hud 116 Sizden önceki devirlerden bakıyye sahipleri (kitap ehli) yeryüzünde bozgunculuktan vazgeçirmeye çalışsalardı ne iyi olurdu. Fakat onların içinden kurtardığımız pek az kimse bunu yaptı. O zulmedenler ise şımartıldıkları refahın peşine düştüler ve hepsi de suçlu oldular.) ayetleriyle farz olarak bildiriyor.  Düşmanımız olan Şeytan nelerden hoşlanırı kendimize daima sormamız gerekir. Organlarımızı harap lamamızı birbirimize düşmemizi, nefsin hastalıklarıyla, haramlarla, günahlarla  mutlu olacağı birkaç örnektir.

Dinimiz temizlik dini olup, akıl, kalp ile çevre temizliği ve öncelikle vücut temizliği olan boy abdesti ve namaz abdestindeki suyun kokusu, rengi ve tadı da temizlikte aranan şarttır. Su bulunmuyorsa veya suya kavuşmak onun takatini aşıyorsa, o insanın teyemmüm etmesinde hiçbir sakınca bulunmadığını bildiriliyor.

Efendimiz döneminde, ashaptan biri kafasından yara almıştı. Gusletmesi gerektiğinde arkadaşları ona gusül etmesini söylediler. O da boy abdesti aldı. Hastalığı birden şiddetlendi ve vefat etti. Dönüşte durum Efendimiz (sav)’e anlatılınca Allah Rasûlü, ona bu teklifi yapanlara karşı ciddi şekilde celallendi ve “Arkadaşınızı öldürdünüz” buyurdu. Çünkü dinî ölçüler içinde onun gusül abdesti almaması lazımdı. Ve o teyemmümle iktifa etmeliydi.

İslâm hiç kimseye gücünün üstünde bir yük yüklemiyor ve her şeyi insan gücüne göre sistemleştiriyor. Hatta, “Zaruretler mahzurlu şeyleri mübah kılar” prensibiyle bu duruma esneklik de kazandırıyor. Ancak zaruretinin çerçevesini de yine bizzat kendisi belirliyor. Durum böyle olunca, şahısların kendi heva ve heveslerine göre zaruret icad etmeleri ve kendi icad ettikleri zarurete binaen bazı emir ve nehiyler karşısında gevşek davranmaları da asla söz konusu değildir. Su-i istimale açık bu türlü durumlarda ferd kanaat-ı vicdaniyesiyle yanlışlıkları aşar.

Allahü teâlâ bizleri severek överek ahseni takvim olarak yarattığını ve onun yarattığı sevdiği, sevilmez mi hiç? Hem de çok sevilir. Bu sevgi, imanın şartıdır İnsanın güzelliğinin en güzel biçimde olması, duygusuz olan şekil ve suretinde değil, duygusunda ve özellikle "güzellik" denilen mânâyı anlamasında ve o duygudan güzellerin güzeli, en güzel yaratıcıyı ve onun mutlak güzellikle en güzel olan kemal sıfatlarını tanıyıp, bizlerinde gönderdiği Peygamberinin ahlâkıyla ahlaklanmamız gerekmektedir. İnsan yaratılışını öğrenmesi ve aday olduğu olgunlaşma budur. İnsan ilk doğuşunda bu olgunlukta olarak değil, fakat bu kıvama, bu olgunluğa, bu güzelliğe doğru ilerleme yeteneği verilen ömür içinde zamanla günah denilen ve günden güne atılması gereken bir derdi bulunduğu ve bu şekilde beden yükünü ata ata ruhların temizliğe ve kurtuluşa gittiği ve böyle bazılarının yükselmesine karşılık diğer birçoklarının da hiçbir güzellik hissesi kalmayarak en alt tabakalara kadar yuvarlanıp durduğu görülüyor En güzel biçimde yaratılan insanı aşağıların en aşağısına kötülenmiş en sefil bir halde cehenneme veya cehennemin en aşağı tabakasına doğru gittiği ayetle belirtilmektedir. Temizlik yerine eğrilik, güzellik yerine çirkinlik, ilerleme yerine gerileme, sıhhat yerine zayıflık ve hastalık, gençlik yerine ihtiyarlık, akıl ve bilgi yerine bunaklık ve cahillik, çalışma ve gayret yerine tembellik, bolluk yerine darlık, güçlük yerine zelillik, lezzet yerine elem ile bunaklık dönemine, ondan hayata karşılık ölüme, çürüyüp kokmaya, ondan kıyamette dünyaya karşılık cehenneme veya cehennemin en alt tabakasına doğru kaktık, "Cehennemin en alt tabakasında" (Nisâ, 4/45) olacak kadar geri çevrilmiş kıldık. Diye Yüce r;abımız buyurmaktadır.

İman edip iyi ameller işleyen,, Allah'ın rızasına uyarak ilerisi, ahireti için hayra yarar güzel işler yapan kimseler aşağılık çukuruna düşmez, görünüş güzelliğini, maddi kıvamı kaybetseler bile ona karşılık kurtuluşa, en güzel olan mutlak güzelliğe, daha çok sevimliliğe, o iman ve amelin meyvelerini koparacak güzel sona doğru giderler. Onlar için öyle bir ecir vardır ki kesilmez, tükenmez veya başa kakılmaz, başa kakılmadan sonsuza kadar devam eder. O bedenler amel edemez olduğu, yokluğa gittiği halde de o ecir, bir başa kakma olmadan, sonsuza kadar sürer. Yüce yaratıcının lütuf ve ihsanına ve emir ve hükmüne, bu cezalandırma ve ödüllendirme kanunu ile sorumluluğa inanıp gereğince Allah için güzel ameller işleyerek o en güzel biçimlendirmeyi olgunluk zirvesine götürmeye çalışanların kesilmez bir ecir ve mükafata ermeleri, bunların dışındakilerin, yani iman ile iyi ameli olmayanların da aşağıların aşağısına yuvarlanmaları önermesidir. İmanı olmayanların veya imanlıyım deyip, nefsin arzularına, yasaklarına haramlara duyarsız olanlar ile gurura-kibire-cimriliğe kapılanların ve ayetleri yalan sayanların her ne yapsalar o sefillik ve aşağılığa düşecekleri ayetlerde bildirilmektedir.

Umut verip , Güven aşılayıp , Yarı yolda bıraktığınız insanın gönül sadakasını iki cihanda da veremezsiniz ” (Hz. Muhammed (s.a.v) )

Cenab-ı Hak biz kullarını hakiki ve kamil Müslümanlardan eylesin. Yüce kitabımızda azap ayetleriyle ahrette nurundan mahrum ve celal sıfatlarından korkmanın önemini anlamaz ve burada yapacağı ibadet, amel, zikir ve dualarını önemini kavrayamaz ve karşılarındaki insanların halini anlayamazsa, Yüce Allah'ın nurundan mahrum ahrette karşısına çıkmak olur. Ahseni takvim olarak yaratılan ve meziyetlerini, şehvet, nefis, kibir, gibi duygular ile şeytanın taraftarı olma yarışı içinde, her günâh, imanı tehlikeye sokmaya sebep olabilir, bu nedenle, İmân nimetine şükretmeme, imanın gitmesinden korkmama, müminleri incitme ve kalplerini kırmadan kaçınalım. Onun için Allah'a yalvaralım da bizleri de sevdiği ve razı olduğu nurlu kulları arasına kabul etmesi için hal ve gidişimizi düzeltelim. Selam ve duayla…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.