Çalışma hayatında mülakat sorunu
Anadolu’nun her köşesinden geleceğin mimarları, bilişimcileri, öğretmenleri, mühendisleri, doktorları, akademisyenleri, mucitleri, yöneticileri, devlet adamları, işadamları, işçileri, memurları, teknisyenleri, şoförleri, hâsılı ihtiyaç duyulan her mesleğin mensupları iyi yetişsin diye anne ve babalar başta olmak üzere devletin ilgili kurumları ne büyük fedakârlıklara katlanıyorlar, anlatmakla bitmez.
Gece yarılarına kadar dirsek çürüten, tüm zevklerini ileride yaşarım düşüncesiyle askıya alan, akrabalık ve sosyal ilişkilerini gelecek uğruna ihmal etmek zorunda bırakılan, daha iyi okullarda okumak için ailesinden uzak şehirlerde devletin yurt, yemek, burs ve kredi desteğine rağmen yarı aç-yarı tok yaşamak zorunda kalan, mevcut seçme sistemi nedeniyle seçeneklere odaklanıp münazara ve muhakeme yeteneklerini adeta kaybetmiş bir gençliği yazmaya çalışıyorum. Bizim gençliğimiz, evlatlarımız, yarınlarımız. Ne büyük fedakârlık!
Kamu kurum ve kuruluşları işe alım ön şartı olarak, “Kamu Personeli Seçme Sınavı” (KPSS) sonuçlarına göre ve ihtiyaçlarının 4 ile 10 katına kadar belirtilen puan barajını geçenler arasından aday davet ederek “mülakat” adı altında ikinci bir seçme sınavı (!) yapılmaktadır. Sınavlar; somut, adil, şeffaf, ölçülebilir kriterlere göre yapılıyorsa elbette ki fırsat eşitliği açısından bir mahzuru yoktur. Ancak, mülakat için günlerce heyecan yapıp acaba ne giysem, bu bana yakıştı mı, yok o değil bunu giymelisin gibi telaşların havada uçuştuğu gençlerimiz, yarınlarımızdan söz ediyoruz. Mülakat yapılacak yere zamanında yetişmek için bir koşuşturma ve nihayet kazasız-belasız yetişme mutluluğu. Mülakat bekleme salonunda sırasını beklerken inci tanesi gibi buram buram terler dökülüverir. Mülakat salonundan çıkanın başına üşüşüp size ne sordular, nasıl geçti gibi sorulara verilen cevaplar ile vaziyet alma çabaları devam eder ancak, zaman bir türlü geçmez! Ve nihayet sıra kendisine gelir. İçeri girerken kalp çarpıntısı ve yükselen nabız nedeniyle ayakta durmakta güçlük çekilir!
Mülakat heyetinin tecrübesi ve kişilik yapılarına göre adayın heyecanı azalır veya çoğalarak adeta bayılacak duruma gelebilir. Bazen bayılmalar da olur. Ve merakla beklenen soru sorma anı geldiğinde ortada oturan mülakat komisyon üyesi genellikle heyetin başkanı olduğundan sormaya başlar: Adınız nedir? Nerelisiniz? Hangi okul mezunusunuz? Bu kurumu niye istediniz? gibi masum sorular sonunda teşekkür edilerek mülakat biter. Aday şaşkındır ve mutludur. Bu sorulara göre eleme yapmazlar herhalde diye düşünür. Ama bir süre sonra kazananlar listesinde adını göremez. O anda adalet, hakkaniyet, güven, sadakat, dürüstlük adına inandığı ne kadar değer varsa yerle bir olur! Hani devletin dini adalet idi?
Bazı mülakatlarda ise cevabını kendilerinin dahi bilemeyeceği soruları sorabilmekteler. 40 yıllık kurum çalışanın ya da yöneticisinin dahi bilmeyeceği sorular seçilerek adaylara özenle sorulması sonucu bilemediniz diyerek elendiniz cevabı adil olur mu? Siz, ben veya onlar gençlerin yerinde olsaydık bunu zulüm olarak görmez miydik? Gençler, kendilerine bıraktığımız kayırmacılık, haksızlık ve adaletsizlik mirasını haklı olarak kabullenmek istemiyorlar ve bize kötü örnek gözüyle bakmaktadırlar. Haksızlar mı?
Edirne’den Hakkâri’ye, Ardahan’dan Manisa’ya, Samsun’dan Mersin’e yurdun her bir yanından gelen gençlerin üst düzey tanıdık bulma imkânları yoktur, olamaz. Bu nedenle mülakatlarda referans bulma şansları da yoktur. Ben ısrarla ve önemle iddia ediyorum ki mülakatlar Anadolu çocuklarının iş bulma, yükselme, kariyer sahibi olma önündeki en büyük engeldir. Kast sistemine hizmet etmektedir. Referans bulmak için adayların veya ailelerinin sarf ettikleri çaba, peşinden koşturdukları falanca dayı-emmi-teyzeyi anlatmak bile istemiyorum. Çünkü saatlerce, günlerce, aylarca randevu vermemeleri, verince de kapıda bekletmeler, içeriye alındıklarında tepeden bakarak kibirli konuşmalar ve daha neler neler!...
Devletin ciddi boyutlara ulaşan işsizlik sorunu ve eşitlik ilkesi gereği KPSS gibi sınavlar ile aday seçimini kısmen adil bulmak mümkündür. İşe alınacak adayların güvenlik soruşturmaları da gereklidir ancak, aylarca bekletilerek ayrı bir zulme dönüşmemelidir. İşe yerleşecek adayın geçim sorunu olmasına rağmen her an çağrılabilirim düşüncesiyle başka bir iş yapamamaktadır.
Milli İstihbarat Teşkilatı, askeri birimler, emniyet, bilişim, uygulama gerektiren meslekler gibi devlet için özel ve kritik öneme sahip kurumların yaptıkları ölçülebilir, somut ve özel kriterleri devletin güvenliği ve kurumların işleyişi için (Anayasa Md.5, 14, 38’e özellikle uyan) istisna tutulabilir. Bunun dışındaki mülakatlar toplumsal rahatsızlıklara yol açmaktadır. Gençliğin ve ailelerinin adalet duygularını zedelemektedir. Güven duygusu nedeniyle referans ile alınanların akıbetini 15 Temmuz’da acı çekerek gördük ve yaşadık. Üst düzeylere ulaşabilenler referans bulabilmektedir, ya diğerleri!...Referans olunan kişileri ne kadar tanıyorlar? Tanıyor olmaları onları üstün kılabilir mi ya da devlete faydası nedir? Bu ve benzeri soruları çoğaltmak mümkündür.
Devlet, her konuda öncü ve örnek olmalıdır. Vatandaşının güven ve adalet duygusunu zedelememelidir. Liyakat, ehliyet, emanet ve adalet ilkelerine (detaylı bilgi için, “Tüm Yönleriyle Mobbing ve Siber Mobbing” kitabı-İsmail Akgün) uymak en başta kamunun olmak üzere hepimizin görevidir. Kamu, takdir yetkisini Anayasa gereği kamu yararı şartıyla kullanabilir. Kişisel menfaat kamu yararı değildir, olamaz. Haksızlık kimden gelirse gelsin; kabul edilemez, edilmemelidir.