Dil-sahne sanatlarının tacıdır (2)
Tiyatro sanatında olduğu gibi, Opera sanatında da diksiyonun önemi fevkalade büyüktür. Pek çokları yanlış anlıyorlar, opera sanatçıları da aktörlerdir, ama çoğu zaman yanlışlıkla “Şancı” ve ya “Şan” sanatçısı diyoruz? Doğru Şan sanatçısılar, fakat sahneye makyaj yapıp çıkıyorlar ve tıpkı tiyatrodaki aktörler gibi rollerini yaratıyorlar; karakterin dahili ruhuyla birleşiyor, oynadıkları şahsın iç yapısıyla bire-bir özdeşleşirler, doğal olarak yaşıyorlar; ağlıyorlar yer-yer, gülüyorlar ve rolün talebi ışığında sonuçta rol yaratıyorlar, yeni bir tip, yeni bir karakter tipinin farklı yönleriyle yaşamaktalar. Demektir ki onlar da rol yaratıyorlar. Öte yanda Şancı - konserlerde sadece şarkı söylerler. Operada ise şan sanatçıları farklılar, gerçek Aktörler. Tiyatroda rol oynayan kişiler-“Aktörlerdir”; Opera sahnesinde şan söyleyen Şan sanatçıları da “Aktörler” sayılıyor. Her iki sanatçılar sahnede rol oynuyorlar, doğru demiş olsam “Karakter” yaratıyorlar. Fark sadece şudur: Tiyatrodaki aktör “Sözleri” söyleyerek karakterlerini incelikleriyle, doğal yaşayarak seyirciye sevdiriyorlar. Opera sahnesinde ise sanatçı “Şan” sesiyle karakterinin doğal yaşamını yaratmaya gayret ediyor. İki fark vardır “Söz” ve “Ses”. Her iki sanat adamı karakterinin özel kostümlerini giyer, makyajlarını yapıyorlar ve perde arkasında çıkışlarını bekliyorlar ve yardımcı rejisörün işaretiyle sahneye çıkıyorlar... Fakat Halk korosu ve RTR Korosu sanatçıları da sahneye çıkıyorlar, ama Opera ve Tiyatro temsillerindeki gibi karakter, roller yaratmıyorlar. Ama onlara da “Şan Sanatçısı” diyorlar. Doğrusu onlar “Şan söyledikleri için şancılar”, bu kadar.
HER AKTÖR SÖYLEDİKLERİNİ İŞİTMELİDİR
Klasik operalarda yoğun duyguları ifade etmek için aktörlerin saf, güzel diksiyona, dil bilgisine, telaffuz tekniğine sahip olmaları zorunlu sayılıyor. Telaffuzda çoğu zaman opera aktörlerinin ciddi noksanları olur. Ayrı-ayrı “a”, “u”, “s”, “ş”, “z”, “p” harflerinin telaffuzu bozuk olan öğrenciler için tiyatro ve şan bölümlerinde hocalar özel program uyguluyor ve ferdi çalışmaları devamlı hocaların denetimi altında tutuluyor. Aynı yöntem aktörlük bölümleri öğrencileri için de geçerli sayılır. Fakat ne yazık ki, “Aktörlük” ve “Şan” bölümdeki Hocaları bu noksanların giderilmesinde cömertlik, titizlik, göstermiyor ve serilemiyorlar. Bunun defalarca şahidiyimdir, Hocalar şöyle diyorlar: “Zamanla düzelecek, geçecektir, öğrenecekler…” Eğer birinci sınıfta, ya da en son ikinci sınıfta öğrencinin bozuk aksanı, artikülesi, yukarıdaki harflerin doğru telaffuz etmeleri devam edecekse, mutlaka doktora gönderilmesi gerekiyor: Doktor Logoped, mütehassıs karar verecektir – tıp yöntemiyle ses telleri üzerinde temrinler vasıtasıyla bu kusur giderilmesi şarttır. Hayır, tıp yapamıyor ise, o zaman gerçeği öğrenciye bildirmeleri gerekiyor: “Yavrum, kızım diyecekler, sen başka bir uzmanlık alanını seçmelisin. Sen şancı ve ya aktör olamazsın. Bu iş olmuyor”, bu kadar net.
İyi hatırlıyorum, Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bölümünde Hocalık yaptığım yıllarda(1988) bir gün kıymetli rektörümüz, Prof. Dr. Sayın, Ali Doğramacı beni telefonla aradı. Aynan şöyle dedi: “Eflatun Hocam, size bir öğrenci namzedi gönderiyorum. İlla aktör olmak istiyor bu kızımız. Siz tanış olun, denemeler yapın, bu kızımızı aktörlük bölümüne ala bilirsiniz, sevinirim. Çünkü bize yakın ailenin kızıdır”, dedi. “Olur, lütfen adayı bana gönderin. Yarın beklerim.”, dedim. Kızımız geldi ve hemen sahneye götürdüm. Temrinler, ödevler, görevler verdim; piyeslerden parçalar okuttum. Rol gereği sahnede sağa-sola kovdum. Duygusuz, içten kuru ve isteksizdi, söylediklerimi yapamadı. Üzerine gittim-gittim, yoruldu ve “yapamıyorum”, dedi. Açık konuştum kendisiyle, “bu çalışmalar yeteneğe bağlıdır kızım; yetenek olmadan zor oluyor. Sen başka uzmanlık alanını seçeceksin. Aktörlük – yetenek işidir. Ama kusura bakma, yalan söyleyemem, beni doğru anla, sen aktör olamazsınız kızım…”. Önce üzüldü, gözleri ıslak oldu., sustu… Sonunda benimle razılaştı. Alnından öptüm, gülerek yola saldım, gitti. Hemen rektörü aradım: “Sayın rektörüm, bu kızın yeteneği yoktur, bölüme alamayız. Çok çalıştık, ama olmadı, kendisi de razılaştı benimle…”, dedim. Bana çok-çok teşekkür etti, “Beni rahatlattınız, teşekkür ediyorum, sağ olun Hocam”, dedi. Evet, her rektör Ali Doğramacı olamaz, rektörler genelde baskıcı oluyorlar, “alacaksınız, ben bilmem”, derler. Böyle rektörlerle de karşılaşmışım ve onlara da tavrımı sergilemişim. Sayın Ali Doğramacı fevkalade uygar ve dürüst bir insandır, ona olan sevgim ve saygım büyüktür.
Her halkın tarihinde millî tiyatrosu mutlaka olmuştur, tiyatro bu halkların edebi dilinin güzelliklerini daima korumuştur. Aktörler sahnede telaffuz çerçevesinde halkların milli kültürlerini geliştirmiş, daha da zenginleştirmiştir. Çünkü sözlerin düzgün telaffuzu sadece Tiyatrolarda çalışan yetenekli aktörler tarafından korunup saklandığını biliyoruz. Örneğin, ünsüzlerin fazlaca vurgulanması hatalıdır ve ölçü, genel ritim bozulacaktır. Vurgulanması gereken ünlülerdir ve aktörlük okullarında öğrenciler Diksiyon derslerinde ünsüzlerin vurguladıkları zaman ünlüler de orantılı olarak vurgulanacaktır.
Bazen “çağdaş” kelimeler halkların millî diline dâhil oluyor ve düzgün telaffuz kurallarına zarar verir. Dil, genelde halkın konuştuğu dil sayılır, ama sahne dili o halkın konuştuğu dilin edebî güzelliğini, güzelliklerini, “orfoepik” kuralları muhafaza ediyor. Fakat saf dilimizi jargonlar, ukala ifadeler, sokak sözleri ve yabancı sözlerle “bezemek”, yabancılaştırmaktan korumak görevi Sahne Sanatlarına, özellikle aktörlerin üzerine düşmektedir. Şu acı gerçektir ki Dilin, telaffuzun bozulması son zamanlar özel televizyon kanallarının üzerine düşmektedir. Türkiye’de olduğu gibi Azerbaycan’da da Özel TV kanallarında Azerbaycan edebi dili tahrif olunur ve çiğnenir. Yerli şiveler, argolar ekrana taşınır. Bu hakta ayrıca konuşacağız.
Burada istisnai teşkil eden durumlar vardır: aktör sahnede sadece düzgün telaffuz kurallarına bazen bağlı kalmıyor, aynı zamanda yazarın yarattığı çeşitli sosyal yapılı piyeslerde ihtiyar adamla, hastalarla, köylü çiftçilerle karşılaşır, onların konuşma tarzıyla, diyalektlerle, şivelerle yüz yüze durur, onların diliyle de konuşur. Fakat bu yazarların yarattıkları tiplerdir ve aktör çeşitli janr ve tarzlarda yazılmış piyeslerde görevi gereği bunu yapmak zorundadır.
Dünyada halk dilinin edebi kurallarını ve edebi dilin konuşma kurallarını, özellikle sahne telaffuzu kurallarının öğrenilmesinde aktörlerin, şan sanatçılarının ve özel TV kanal spikerlerinin rolü müstesnadır. Eğer bir oyuncu bir sözcüğü yanlış boğumlarsa onu düzeltmemeli ve metnin diğer bölümlerdeki diğer sözlüklerde de aynı hatayı yinelemelidir. Böylece izleyici bunu rolün yapısı gereği kullanılan bir etki olarak algılayacaktır. Doğal olarak bu teknik bir doğaçlama yetişini ve refleksler üzerinde bir denetimi gerektirir.
Örneğin, bir Çehov kahramanlarının konuşmalarındaki dinamiklik, ritim ve melodik bakımdan dildeki özellikler; onun piyeslerindeki sakin zadegân Saraylarında yaşayan hayatın aynı ölçüde devam etmesi; yaşamlarından memnun olmamalarını ifade eden yüzlerdeki hüzün, keder ve üzüntü yazarın üslubunda ayrıcalığı teşkil ediyor. Yunan tiyatrosu denilince Aristofanes, Euripides, Sofokles, Azerbaycan Türk Şairleri Nizami, Fuzuli, İngiliz Shakspeare, Fransız Moliere, İspanyol Lope de Vega, Alman Gote, Schiller’in tiyatro dili, Dostoyevski’nin tiyatro dili, Mevlana’nın dili de farklı üslûba sahiptir. Fakat bunu iyi anlamalıyız ki bu diyalektler, şiveler ve dildeki çeşitlilik, özellikler yazarın yazmış olduğu eserin tecessümüne yardım ediyor. Ama yanlış tonlamalar, sözün yanlış telaffuz edilmesi temsilin seyirciler tarafından düzgün idrak olunmasına zarar vermemelidir. Yani konuşulan sizler tipleri ve onların yaşamış oldukları dönemi yansıtmalıdır, dil bakımından ise çağdaş seyircilerimiz için de anlaşılmalıdır.
SAHNEDE DÜZGÜN, SELİS TELAFFUZ ŞARTTIR
Dil insanlarla iletişim vasıtası gibi kabul ediliyor, ama aynı zamanda her hangi bir halkı dünyada tanıdan önemli siyasi ve sosyal faktör olduğu da unutmamalıyız. Bu gün bazı Devlet Tiyatrolarında, özellikle de özel Tiyatrolarımızda, özel TV kanalları programlarında, deneyimsiz ve eğitimsiz spikerlerin, program sunucularının bozuk, yapay konuşma üsluplarında halka iletilmesi vahim olaydır. Çünkü Ulu Önder Mustafa Kemal’in hâlâ yetmiş yıl önce söyledikleri uzun yıllar sürecinde gerçekleşmediğinin şahidi oluyoruz. Bu gün gözümüzün önünde dilimizin güzelliği yok oluyor, düzgün fonetik kuralları çiğnenir, mantıklı konuşma üslubu vahşice tahrik ediliyor ve buna yol vermemeliyiz. Dilimizi korumak görevi aslında devlet işi olmalıdır, çünkü Atatürk’ün kurmuş olduğu Dil Tarih Kurumu vardır. Burada bizler de Devlet kadar sorumlu olmalı, Türk vatandaşı olarak güzelim Türk dilinin saflığını, bakireliğini, güzelliklerini her fırsatta korumalı, çağdaş dünyamızın ufuklarına taşımalıyız.
Konuşmamı bir düşünürün sözleriyle bitirmek isterim. O şöyle diyor: “Tabiat öyle yaratmıştır ki, başkaları ile iletişim zamanı biz hakkında konuşulanları önce dâhilî nazarla görüyor, sonra gördüklerimiz hakkında konuşuruz. Eğer biz başkalarına kulak asıyorduksa, önce bize söylenenleri görüyor, sonra işittiklerimizi görüyoruz”.
Bizim dilde kulak asmak, hakkında konuşulanları görmek, konuşmak ise görülen karakterleri resim yapmak demektir.
Aktör için söz sadece ses değil, karakterler yaratıcısıdır. Ona göre de sahnede iletişim zamanı güzel Türkçemizle sözü işitmek için yok, daha fazla görmek için söyleyin. SON!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.