Dostum Elmar’ı hanımıyla barıştırdım… (4. yazı)
Daha başka kimlerin Konkurda iştirak edeceğini düşünüyordum ki, aniden bir gölge önümü kesti. Baktım yüzüne. Yüce kametiyle dostum Elmar gülerek bana bakıyordu:
-Yoksa Kemal Beyden geliyorsan, Eflatun? Kemal, ünlü şef, Rauf Abdullayev’in Ağabeylisiydi. Kendisi de aynı Caddede yaşıyordu… Evlerinde birkaç kere olmuşumdur… Moskova’daki Nemiroviç-Dançinko Müzikal Tiyatrosu’nun Genel Müzik Direktörüydü… -Eeee? Bana neden uğramadın? – Önce şaşırdım. Sesinde küskünlük vardı adeta. Kucaklaştık, iki kardeş gibi…
-Yok, Elmar… Hocam, Pokrovski’nin evindeydim. Provadan sonra beni evine davet etti, dedim.
-Hadi gel dolaşalım, dedi ve birlikte yürüdük. Sesinin amirane tonundan keyfinin yerinde olmadığını his ettim.
-Aileniz nasıl, çocuk nasıl?
-Bele de, yaşıyoruz… İstersen bize kalkalım. Evdekiler sevinecekler, dedi.
-Neden olmasın, hadi gidelim. Dur, önce Markete gitmeliyim… Çocuk için tatlı bir şeyler alıyım. Hemen karşıdaki Markete gittik ve çeşit-çeşit tatlı çikolatalardan aldım ve Elmar’la evlerinin yolunu tuttum. Kapını kendisi açtı ve içeri daldık…
Elmar’la çoktan dostluk ediyordum. Moskova Operet Tiyatrosu Genel Müzik Direktörüydü. Aslen Bakü’de doğulmuş hakiki Türk’tür. Bakü’deki yaşlı annesini tez-tez ziyaret ediyor, kendisini Opera temsillerine götürüyordum. Leningrad Devlet Konservatuarında Eğitim aldığım yıllarda dostum Elmar, trene biniyordu, haber vermeden yurtta ziyaretime geliyordu. Dostluğumuz kardeşçeydi, samimi ve saf niyetiyle bir-birimizi seviyorduk. Şimdi aniden onu gördüğüme içtenlikle seviniyordum. Elmar, yeniden evlenmiştir ve sevimli bir kızı vardı. Fakat Elmar çok sinirliydi ve bazen genç Hanımına el kaldırıyordu… Onu hep eleştiriyordum, sakince dinliyordu ve “haklısın… Ben aptalın tekiyim…” diyor gözyaşı akıtıyordu… Saf kalbi vardır, kövrekti, hemen de gözleri parlıyordu…
Evde Hanımı beni sıcak karşıladı ve yüzünde hüzün ve keder olduğunu sezdim… Elimdeki tatlıları kendisine verdim. Eşi sanki beni bekliyormuş gibi sarıldı bana ve hemen de ağlamaya başladı:
-Hiçbir sebep olmadan yine bana saldırdı, Eflatun Bey, dedi ve sinemde Svetlana’nın sıcak gözyaşları gömleğimi ıslattı. Onu kucakladım ve birlikte ağladık. Elmar balkona yürüdü ve sigarasını yaktı… Svetlana baya ağladı ve ben onun sırtını okşuyor, sakin olmasını diliyordum. Böylece sustu, kanepeye oturttum. Kendim de yanında oturdum. Ben şimdi bir daha o delinin dersini vereceğim… dedim ve balkona yürüdüm…
-Elmar, bak, dostumsun, seni seviyorum. Biz kardeş gibiyiz. Dinle, bu kız pırlanta gibi saf ve temizdir. Sen neden ona el kaldırıyorsun? Anlat ki, ben de biliyim? Neden? Zavallı kız seni delicesine seviyor. Pırlanta gibi kız coçuğunuz vardır… Ona göre sevinmelisin. Her geldiğimde onu gözü yaşlı görmek istemiyorum… Böyle davam etsen bir daha evinize gelmeyeceğim… Samimi sözümdür. Ya, sen deli misin nesin, ha? Neden dövüyorsun zavallı kadını? Ne yaptı sana? Elmar başını aşağı salladı ve içtenlikle ağlamaya başladı… Eflatun, aptalım, suçluyum, inan bana…Deliyim ben, evet, zır deliyim… Bir an kendimi kayıp ediyorum ve ne yaptığımı bilmiyorum… Sonra yaptığıma bin pişman oluyorum… Ben doktora gitmeliyim, ben Hastayım Eflatun, kardeşimsin, ama gerçek diyorum ki, ben hastayım. Onun hiçbir suçu yoktur… Sandalyeye oturdu, başını iki elin arasına bıraktı ve hönkür-hönkür ağlamaya başladı… Ben onun samimi itirafına inandım. O gerçekten de hastaydı… Yaklaştım, onu sakinleştirmeye çalıştım… Sen psikiyatra gitmelisin. Mutlaka. Böyle olmaz ki, suçu olsa bile o zarif kıza nasıl el kaldırıyorsun? Şimdi rahat ol, toparlan ve bana söylediklerini ona da mutlaka söyle. Benim yanımda söyle ve onu sakinleştir, özür dile… Hadi kalk ayağa. Elmar hemen kalktı ve koluna girdim… Svetlana’nın yanına, kanepeye götürdüm.
ELMAR’LA EŞİNİ BARIŞTIRMAKTAN MUTLUYUMDUR…
Elmar onun önünde durdu. Ve karşısında diz çöktü. Kucakladı ve her ikisi yüksek sesle ağlamaya başladılar. Benim de gözlerim yaşarmıştı ve üçümüz de resmen ağlıyorduk. Elmar’ın sırtını okşadım ve hadi, dedim. Elmar Svetlana’nın önünde ağlaya-ağlaya:
-Beni affet, Sveta, ben hastayım, evet, ciddi hastayım. Beni psikiyatra götürmeni senden rica ediyorum. Birlikte gidelim. Seni incittiğim için beni af etmeni rica ediyorum. Senin hiçbir suçun yoktur. Suç sadece bendedir. Evet. Kendimi kayb ediyorum, ne yaptığımı bilmiyorum. Seni çok incittim, af et aşkım… Af et beni, dedi, kendini kanepeye bıraktı ve her ikisi birbirlerine sarıldılar, ağlamaya devam ettiler. Böylece ağladılar ve sustular… Sevgilim, şimdi Eflatun Leningrad’a gidecektir, bize çay demler misin? Hadi, lütfen, birlikte çay içelim… Eşini yeniden kucakladı, okşadı, okşadı… Svetlana hemen kalktı, gözlerini temizledi, “Şimdi”, dedi ve mutfağa yürüdü…
-Eflatun, iyi ki karşıma çıktın, Tanrı seni yardımıma gönderdi sanki…-Svetlana bizi masaya davet etti: -Lütfen gelin masaya, dedi. Hemen kalktık. Çay içtik, kucaklaştık ve ben evimin yolunu tuttum…
Hocam Pokrovski’nin bana: Yanımda kalıp çalışacaksın, - demiş olması taze haberdi. Bu sözleri düşünürken Moskova Otel’indeki odamda iyice yıkandım ve yatağıma uzandım…
Bu günün güzel buluşmalarını yeniden düşünmeye başladım… Unutulması mümkün olmayan hoş anılardı… Hocam Pokrovski’nin Sahne provasındaki güzel konuşmaları, Öğrencisini göklere yüceltmesi anı… Daha sonra aziz dostum Elmar’la tesadüfü buluşmalarım, evine davet etmesi, eşiyle kendisini barıştırmam hadiseleri hafızamda cereyan ediyordu ve ben o günün güzel, unutulamaz ve hoş geçtiğini hey düşünüyordum ve ne zaman uykuya daldığımı bile hatırlamıyorum…
Ertesi sabah Otelde kahvaltımı yaptım ve Elmar’ın daveti üzerine Orkestralı Provasını dinlemeye gittim. Operet Tiyatrosu hemen Bolşoy’un arka sokağındaydı. Prova saat 11’de başladı. Elmar, yüce boylu, fevkalade yakışıklıydı, tıpkı Türk Oğuz kahramanlarını hatırlatıyordu bana. Hala o uzun elleriyle müzisyenlere doğru dönüşü, işaret vermesi, parmaklarıyla sağa-sola yön değişmesini izlerken dostuma yeniden hayran kalıyordum.. Salonda, arkada Başrejisör Anisimov, yardımcıları, dekoratör ve Atölye çalışanları oturmuş, provayı izliyorlardı. Anisimov beni gördü ve kalkıp bana doğru adımladı. Ben de hemen kalktım, kendisine doğru adımladım, buluştuk, el verip görüştük.
-Eflatun Neymatıç, Provamıza hoş geldiniz, buyurun oturalım, dedi ve bana yanında yer gösterdi. Anisimov, Hocam Pokrovski’nin Öğrencisi olmuştur. Moskova GİTİS Devlet Tiyatro Üniversitesinde okumuştur ve beni de Bolşoy’dan tanıyordur. Ayrıca, Moskova Tiyatro Hadimleri İttifakında Hocam, Pokrovskinin “Sanat Gecesi”nde birlikteydik. Orada Sovyet Opera Tiyatrolarında çalışan, Hocamın bütün rejisör Öğrencileri iştirak ediyorlardı. O anlamlı gecede hepimiz kaynaştık, eğlendik ve Hocamızın etrafında zincir gibi kilitlendik... O anlamlı buluşmadan sonra Hocamın bütün Öğrencileri zaman-zaman ya Moskova’da, yahutta Saint-Petersburg’a da bir araya geliyorduk ve düşüncelerimizi paylaşıyor, yeni opera temsillerini tartışıyorduk. Bu sıcak ilişkimiz son günlere dek devam ediyordu.
Fakat günümüzde pek çokları dünyasını değişmiş oldular, kimisi yurt dışına gitti… Sovyetler dağıldı, pek çokları da Rusya’dan ayrıldılar, kimi Almanya’ya, kimisi Amerika’ya, İnğiltere’ye, başka-başka ülkelere yerleştiler… Ben de Türkiye Kültür Bakanı, Sayın, Namık Kemal Zeybek tarafından Ankara Operasına davet olundum, operalar müzikaller sergiledim (1991).Daha sonra Mersin Devlet Operasının kurucu Başrejisörü görevinde bulundum. Ankara Bilkent Üniversitesi’ne davet olundum. Orada Türkiye’de ilk defa Rejisörlük Fakültesini kurmuş oldum, uzun yıllar “Müzikli Sahne” ve “Aktörlük Sanatı”, “Opera Rejisörlüğü” derslerini vermiş oldum. Sonra Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Müzik Eğitimi Ana Bilim Dalına Öğretim Üyesi olarak atandım. Böylece günümüze dek Baba vatanı Türkiye deyimdir.
…Elmar’ın Orkestralı Provası bitti, makam odasına gittik. Yeniden dün akşamı hatırlattı ve beni yeniden kucakladı, gözleri aniden sulandı…
Prof. Dr. Sovyetlerin Devlet Sanatçısı, dünya rejisörü, Boris Pokrovski ve Öğrencisi, Prof. Dr. Eflatun Neimetzad. Yer: Bolşoy Operası
ELMAR GERÇEKTEN CİDDİ HASTALANMIŞTIR
-Eşimle gece uzun-uzun konuştuk. Hep özür diledim ondan, inan… Eflatun, son günler çok yoruluyorum, kalbim ağrıyor, fazla stresli oluyorum. İşteki sorunları çoğu zaman eve taşıyorum… Elbette ki, doğru yapmıyorum, anlıyorum. Fakat stres, stres, stres… içinde çalışıyor, yaşıyorum. Tiyatromuzu iyi biliyorsun, zaman-zaman tekleniyorum, Bu hain Ruslar üzerime çok geliyorlar. Özellikle zayıf olanlar üzerime geliyorlar, bize rol vermiyorsun, diye. Hem zayıflar, hem de Başrolü oynamaya kalkıyorlar. Buradan da kıskanmalar, sıkıştırmalar başlıyor… Zaten Tiyatrolarda sorunlar bitmiyor ki…
-Senin hemen doktora gitmen lazım, dedim. Tiyatronun tatillerinde mutlaka Kislavodsk ve ya Yesentukiye, ya da Bulgaristan’daki sağlık-tatil merkezlerine ailece gidin. Hem dinleneceksin, hem de tedavi olacaksın. Ama lütfen, ne yapıyorsun yap, eşine kesin el kaldırma. O kızının annesi ve seni de delicesine seviyordur… Çok zarif ve samimi insandır. Senden ve annesinden başka kimseleri yoktur. Sen hem evin kişisisin, aynı zamanda iki ailenin de Babası sayılıyorsun. Lütfen, iş-iştir, ailen ise baş Tacındır. Bunu kesin unutma.
-Haklısın kardeşim, çok haklısın. Yarın mutlaka Doktora, Psikiyatra gideceğim. Mutlaka, hemen de tedaviye başlayacağım… Yaz ayında da Tedavi-Merkezlerine ailece gideceğim, söz. Çok haklısın kardeşim. Anlıyorum ki, kötüyüm, iyi değilimdir…
-Şimdi dinle beni, Hocam akşam Provasında beni bekliyor. Lütfen, evde sakin ol ve doktora gitmeyi de ihlal etme. Kalktım, Elmar’ı kucakladım. Provası vardı, azca da dinlenmesi gerekiyordu… Hadi dinlen, Provan vardır. Kucaklaştık, ayrıldık.
…Alış-veriş merkezine gidiyordum. Eşim için bazı ufak-tefek hediyeler almalıyım… Baya da güzel şeyler alıp otele döndüm, odamda dinlendim. Akşam Hocam Pokrovski’nin provasına gideceğim, diye azca dinlendim…
Provaya erken geldim. Bolşoy Operasının Birinci Giriş Kapısında Güvenlik Görevlisi bana: Boris Aleksandroviç sizi makam odasında bekliyor, dedi. Hemen Başrejisörün odasına kalktım. Hocamın kapısı açıktı, beni gördü:
–Hadi, içeri gel, sana göre erken gelmişim. Gel otur. Eee, nasılsın?
-Sağ olun Boris Aleksandroviç, çok iyiyim, sağ olun. Siz nasılsınız?
HOCAM BANA KONKURA HAZIRLAN, DEDİ
-Eh, iyiyim. Provaya hala zaman vardır, bir az konuşalım. Bak, Eflatun Neymatıç, Bolşoy Operası çok ciddi Kurumdur. Biliyorsun, iki büyük sahnesi vardır. Burası ve Kremlin sahnesi. Bu iki sahnede her gün temsiller sergileniyor. Ve bu temsillerde zaman-zaman sanatçılardan gecikenler oluyor, çıkışlarını bazen aksatıyorlar gibi haberler alıyorum yukarılardan… Burada Hocam elini Kremline doğru yöneltti. Pek çokları benden gizletiyorlar, bana söylemiyorlar. Asistanlarım da geri zekâlılar, çünkü hataları bana söylemeleri gerekiyor ve Deftere bile yazmıyorlar. Bu kişiler çok yüksek maaş alıyorlar, devletin bütün imtiyazlarından faydalanırlar, ayrıca görev yerlerine de geç kalıyor, ciddi makyaj yapmıyorlar, bazen de kostüm bile değişmiyor, aynı takımla oyunu bitiriyorlar… Elbette, yaptıkları hoş değildir. Bu haberler yukarıdan bana iletiliyor, hatta Bakan Yardımcısı evime telefon etti ve noksanları aktardı bana… Ben Genel Müdürle konuştum, onun razılığını da almışım. Öğrencilerimden bana sadık olanlardan bir kişiyi özel Asistan alacağım. Ve kararımı vermişindir, bu kişi de sen olacaksın. Seni daha iyi tanırım, iyi de bir rejisörsün. Bunu da “Prens İgor” ve sergilediğin başka orijinal temsillerinle kendini ispatlamış birisin. Şimdi bunları sana mutlaka söylemem gerekiyordu. Sovyet Kültür Bakanlığından ödüller bile almışsın. Uluslararası Konkurda Bakü Temsilin Sovyet Ödülü aldığını her kes gazetelerden okumuştur. Bolşoy’da bunu her kes biliyordur. Ve benim öğrencimin temsili Sovyet Kültür Bakanının Özel Ödülünü almıştır. Bütün bunlar senin lehinedir, evet. Amma, burası Bolşoydur deniliyor ve buraya Konkurla olsa bile genelde Rusların alınmasına üstünlük veriliyor, bunu da bilmen lazım. Fakat senin başka bir üstün yönün şudur ki, sen aynı zamanda bilim adamısın. Bu fevkalade benim için önemlidir. Başka adaylarda bu özellik bulunmuyor. Kısa zaman diliminde sergilediğin temsillerin hakkında Politbüro Gazetelerinde bile kritikler yazılıyor ki, bunlar fevkalade önemli kanıtlardır. İşte bu yönden seni bizzat savunacağım. Benim Öğrencimsin, ne olsun diyorlar bana. Nikiforov da sizin öğrencinizdir, diyorlar. Ama Nikiforov içkiye başladı, yeteneği küçüldü, düşünemez oldu ve oyun sergileyemiyor bile. Çünkü yorum getiremiyor, bağımsız hiç düşünemiyor ve saire. Şimdi sadece temsilleri yönetiyor, Perdeyi açıyor ve kapatıyor, bu kadar. Sen, “Karmen” diyorsan, neden olmasın, olabilir. Bolşoy Operası Konkur ilan edecektir. Hala zamanı belli değil. Sana Haber vereceğim. Buna hazır olmalısın. Ama ben daha çok “Prens İgor” üzerine soracağım. Nedeni de açıktır. Besteci El Yazısını sen bulmuşsun ve Sovyet Operalarında da ilk defa besteci orijinalinde muhteşem bir temsil sergilemişsin. Leningrad, Kiyev turnelerinde temsillerin büyük başarıyla gösterilmiştir. Sovyet kritikleri senin temsilini bir ilk olarak alkışlıyorlar. Eh, bu başarı hiç de az değil Eflatun Neymatoviç. Bunu sen başarmışsın… Ayrıca peş-peşe yeni yazılan orijinal opera temsillerin Sovyet Kültür Bakanlığı Ödülünü almış bulunuyor… Şimdiye dek hiçbir Öğrencim bu başarıya yükselemedi… Sana sadece aferin diyorum, çünkü sen hakiki rejisör gibi düşünüyorsun ve başarıdan başarıya yükseliyorsun. Bundan da kurur duyuyorum, elbette. Genel Müdüre de Bakan Yardımcısına da bunları söyledim. Toplantıda her kes söylediklerime olumlu yaklaştı. Bakan Yardımcısı, Kuharskiye açık söyledim: -Bana böyle bir Asistan-rejisör lazım, anlıyor musunuz? O da çok zarif insandır, bana büyük saygısı vardır. Zayıf sesiyle aynen:
-Sizin söylemiş olduğunuz her şeyi yapmaya hazırız, Boris Aleksandroviç, - dedi. Her kes bunu duydu. Toplantıdan sonra Genel Müdür bana: -Boris Aleksandroviç, ne zaman dersiniz İlanınızı vermeye hazırız... Sadece zamanını söyleyin yeterlidir. İşte böyle Eflatun Neymatıç, sen hazır ol. Sana İlan verileceği günü önceden söyleyeceğim ve sen gelip yanımda oturacaksın. Ve ne yapacağına da kararı ben vereceğim…
Devamı vardır…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.