DÜNYA ÜNLÜ GARA GARAYEV BANA SİPER OLDU (3) Garayev, beni oğlu gibi seviyordu…
“Ama ben müziği dinlemeden nasıl sergileye bilirim ki? Bir de diploma temsilimi bitirmeden hiç bakamam. Lütfen, Sayın Bakanım, beni savunun, rica ediyorum, şimdi hiç bakamam”.
“Sen hiç endişe etme. Ben konuşurum. Hadi provalarına. Provalarında bulunmak istiyorum. Çok sıcak, tempolu çalışıyorsun, diyorlar”.
“Zakir muallim, benim büyüğümsünüz, nazirimsiniz, şeref duyarım. İstediğiniz zaman gelin, oturun ve izleyin provalarımı. Çok memnun olurum. Beklerim sizi. Gide bilir miyim?”
Kalktı, nezaket ve ihtiramla beni kapıya dek yine yolcu etti, elimi sıktı ve gülerek “Provalarda buluşmak üzere”. Çok yüksek terbiyeli insandır.
Arabaya atladım, bir başa Operaya, Rauf’un odasına geldim. Azer de odadaydı. Sanki geldiğimi görmüştü. Oturduk ve uzun-uzun konuştuk. Çantayı açtım, prova Planımı masaya koydum.
“21- 25 Mart (1975) tarihinde bir değişiklik olmazsa ilk Prömiyer olacaktır. Biz Rauf’la iyi anlaşıyoruz, Azer muallim. Ciddi bir problem olacağını düşünmüyorum. Sadece provalarım zamanında ve eksiksiz olmalıdır. Bunu lütfen siz denetleyin, yeter. Dekorların çalışmaları Leningrad’da başladı, kostümler de dikiliyor. Poloves ve askeri kostümler için Eyyup Fataliyev ile Leningrad’a gideceğiz. Hocalarım söz verdiler. “Lenfilm”de “Prens İgor” filminin kostümlerini alacağız. Ressam Hanımı da kostüm dekoratörü olarak davet edeceğiz. Hocalarım söz verdiler. Resmi yazı getir, yeter, dediler. Bu kadar. Bakana söyledim, yazı yarın hazır olacaktır”.
“Bakan başka neler söyledi? Çok acildir, dedi de? – Azer inatla sordu. “Sadece operanın organizasyonu ile ilgili sorular sordu, bu kadar. “Lenfilm’e resmi yazı yazmasını rica ettim. Yazı yarın hazır olacak, dedi. Hemen gidin, kostümleri alın getirin” dedi.
Öğlen saati geldi ve Rauf “Yemeğe gidelim”, teklif etti. Azer muallim “Belki bize gidelim, yemeğe?”.
Rauf: “Yok, ben Eflatun’la bulvara gidiyoruz”. Kalktık. Azer muallim bizden ayrıldı. Rauf’la bulvarın yolunu tutuk. “Bakan başka neler söyledi?” “Başka şey söylemedi. Ben sadece kendisine Rauf’la birlikte programa bakıyoruz ve bakanlığa da sunacağız”, dedim.
“Menzil hakkında söyledin mi?”
“Söyledim, elbette”.
“Ne dedi?”
“Yazıyı yukarıya yazmışım, dedi. Bekliyoruz”.
“Bak, bu iyi oldu. Prömiyerde de gelecekler, görecekler. Allah koysa düzelir. Sen Eflatun, sabret biraz. Bekle. Kendileri söylerler”. “Azneft” taraflarda bir köşede oturup yemek yedik…
Tiyatroya döndüğümüzde Azer muallim aradı: “Tevfik Guliyev Eflatun’u acil istiyor. Gitsin, bekliyor kendisini”.
“Bu gün trafik gerçekten yoğun geçiyor”, dedim. Rauf güldü:
Garayev, beni oğlu gibi seviyordu…
“Belki seni müdür koyacaklar. “Allah göstermesin Rauf, ben hayatımda müdür olmayı istemem. Ben sadece rejisör gibi rahat ortamda çalışmak isterim, bu kadar Rauf”. Raug güldü, “Sana şaka yaptım. Git bakalım neler söylüyor? Ben buradayım. Bekliyorum”.
Gittim. Teyfik Guliyev beni kâh-kah atarak karşıladı. Tebrik etti.
“Borodin’in el yazısını bulmuşsun ay Eflatun? Aferin sana. Gara muallim dedi ki, Ruslar bulamadı, bizim Azerbaycanlı rejisörümüz buldu besteci elyazıyı… Aferin sana, ay Eflatun! He, Rusman’ı sabah çağırdım yanıma, dersini iyice verdim onun. Özür diledi ve kendisine, “Git Eflatun’dan da özür dile, sen ona mani olamazsın. Arkasında deha Garayev gibi onurumuz, şerefimiz duruyor. Ben varım, dedim. Çok üzgünüm, dedi.
“Ne karışıyorsun rejisörün işlerine, dedim, Hocalarının tümü Rus ve Yahudiler, onlar bu işleri senden ve benden daha iyi biliyorlar, dedim. Sen bu işleri anlayamazsın. Ayrıca genç rejisöre mani oluyorsun, tiyatroda dedi-kodu yaratıyorsun? Gara muallim söyledi ki ipini çekiyim senin. Gara muallimin dilinden konuşuyorum, dedim. Aynen böyle dedim kendisine, şaşırdı, durdu. Özür diliyorum, dedi. Seni sevdiğini ifade etti bana. “Tak çto”, sen işinle meşgul ol ve keyfine bak. Provalarına başladın mı?”
“Yarın kaldığım yerden devam edeceğim…”, dedim. Kalktı, başarılar diledi. “Ne sıkıntın olsa bana gel, sana başarılar”. Ayrıldım Rauf’a geri döndüm, her şeyi anlattım. Sonra Azer de bize katıldı, konuştuk, güldük, çay içtik. Böylece Risman’ın fitilini patlattım ve yerinde oturttum.
Ertesi günü saat onda provam olacaktı. Dokuz buçukta tiyatronun önünde şef Risman beni karşıladı: “Eflatun Neymatoviç, sizden özür dilerim, yanlış anlama oldu, lütfen af edin beni. Siz genç ve yetenekli adamsınız, sizi seviyorum. İzin ver de provanızı izleyim, olur mu?”
“Neden olmasın, buyurun gidelim. Fakat provalarda konuşma falan olmasın”. “Hiç merak etmeyin, kimse konuşmayacaktır”. Koluma girdi ve içeri girdik. Kafamda mizanları düşünüyordum, onu hiç ciddiye almadım bile. Gelsin otursun, ne var yani. Prova salonuna girdik. Aktörler hala yoktu. Risman benden döne-döne özür diledi ve yanlış bir anlaşma olduğunu vurguladı. Üzerine gitmedim. Provaları düşünüyordum.
“Bu gün müsait iseniz sizi evime davet etmek isterim”, dedi.
“Doğrusu çok işler vardır, inşallah başka bir zaman, olur?”
“Olur, sonra gideriz…” Asistanlarımla provayı konuştum. Önemli aksesuar ve dekor parçaları ile ilgilendim. Bu arada aktörler de geldiler ve provaya başladım. İkini Perde, II. Tabloda Galitskiyle kız kardeşi Yaroslavna ile olan sahneyi çalıştım. Ali Hakverdiyev ve İgor Kazlov vardı. İlk önce Hakverdiyev ile başladım. Yeni mizan, yeni hareketler gösteriyordum. Ali’nin mimiği güzel idi, başarılı oyun sergiliyordu. Her söylediğimi derhal icra ediyordu. Tekrarında Kazlov daha kibar, daha gösterişli ve Rus tipini oynuyordu. Bu arada Risman aralıklarla, “Bravo…”, “Çok güzel bir mizandır…”, “Bu hareketler yenidir, ne güzel mizanlardır vallahi. Yeni şeyler öğretiyorsunuz, iyi çalışıyorsunuz…” diyor, yerinden fırlıyordu piyanistin yanına. “Ah, nasıl da güzel çalışıyor aktörlerle…” gibi güzel şeyler söylüyordu. Böyle ya, Gara muallimin tek kelimesiyle, Teyfik Guliyev’in tenkidi ile bülbül gibi ötüyor, yalakalık ediyordu. Nasıl da iğrenç adamdır… Kendi-kendime “zavallı adam, rüzgâr nereye, Risman da oraya”, düşündüm.
Rauf piyanolu sahne provalarına geliyordu. Sonra akış provalarında devamlı oturuyordu:
RAUF, BİR DÜNYA ŞEFİDİR
“Çok iyisin, güzel bir temsil olacağını görüyorum”, diyor aktörlere musiki ile bağlı hataları söylüyordu. Faydası çok oluyordu. Prova benim olsa da şefin sahne provalarında bulunmasının faydaları çoktur. Keşki bütün şefler piyanolu sahne provalara gelsinler diyorum. Genelde gelmeyi tercih etmiyorlar. Bunu çok yanlış biliyorum. Rauf geliyordu sahne provalarına, çok verimli oluyordu.
Rauf gerçek bir opera şefidir ve uzun yıllar, yirmi yıla yakın operada Genel Müzik Direktörlüğü yapmıştır. Daha sonralar Ankara operasında da aynı görevi sekiz yıl sürdürdü. Fakat ne yazık ki Rauf’tan sonra operada orkestra seviyesi doruğa yükselemedi. Rauf aynı performansını senfoni orkestrasında da gösteriyordu. Dünyanın hemen-hemen bütün ülkelerinde konserler veriyor, daim yükseklerdedir. Hazırda Azerbaycan Filarmoni Orkestrasının Genel müzik direktörüdür. Onunla çalışmak büyük bir zevktir. Tanrı onu korusun diyorum.
“PRENS İGOR’ OPERASI OLAY YARATTI
…Dekorlar Leningrad’dan getirildi. Eyyup’la ben de Leningrad’a gittik ve Lenfilm’den beş yüzün üzerinde kostümleri bedavaya alıp getirdik. İlk orkestra provaları başladığında gazeteler, Az. TV ve radyo her gün haber ve röportajlar yayınlıyordu, bütün basın yeni temsilimizi övmeye devam ediyordu.
Beklenen gün gelip çattı. İlk Genel Provaya Bakan Zakir muallim ve yetkili kurumlardan temsilciler, Devlet Komisyonu da Genel Provayı izlediler. Her kes hayranlıkla ilk defa yeni musikili redaktenin başarılarını konuşuyor, temsili göklere kaldırıyorlardı. Her şey güzeldi, ışığı kendim kurdum, kostümler harikaydı, orkestra Rauf’un sayesinde yüksek profesyonellikle tümünü hayran bırakıyordu.
İlk temsilde harika bir sürprizle karşılaştık. Prolog için buhar istedim sahneye burakmaya, yoktur dediler. Amaç – İgor sabah erkenden Kiliseye gelir, askerlerle dua ediyor ve sabahın erken saatinde savaşa yola düşecektir. Hava tutkundur, çiskindir, şem vardır, az dumanlıdır hatta hafif yağmur da yağıyor. Fakat bu efekti yapamadık, operada teknik imkânlar yoktu. Buharın sahneye verilmesini de yapamadık. Cihaz yok idi. Sanki Tanrı sesimi duydu ki, tam İgor’un Kiliseden çıkışında ve askerlerin sırayla dizilerek savaşa gitmeleri anında sahne arkasından gurultulu bir ses duyduk. Ne olduğunu önce anlayamadım. Seyirci salonunda devlet adamları, bakan ve yardımcıları, memurlar, resmi kişiler, gazeteciler ve pek çok insanlar vardı. Çünkü ilk Promiyer hakkında her gün gazeteler, radyo, Az TV haber yayıyordu. Son Genel Provaydı ve bütün şehirde afişler asılmıştı.
Arkadan gelen sesi anlayamadım. Sonunda uvertürün sonuna doğru Perde açıldı… Tanrım, neler görüyordum? Sahne tam ben istediğim şekilde ala karanlıktı, sahneyi beyaz duman sarmıştı. Zayıf el fenerlerinin ışığı zor gözüküyordu. Bulut muydu, buhar mıydı bilmiyorum, duman ve sis sahne ağzından orkestraya doğru aşıyordu. Bulut parçaları gibi aşağıya doğru inmekteydi. Sanatçılar sahnede bulutlar arasındaymış gibi net gözükmüyordu. Ben neler olduğunu şimdi anlıyordum.
Aynı gün güçlü yağmur vardı, akşama doğru Kuzeyden şiddetli rüzgâr sahne kulislerini oynatmaya başladı. Evet, sahne üstü Tavan, rüzgârın vızıltısından kopup sahneye düşmüştü. Üzerindeki toz, kum yığını sahneyi sarmıştı… Kimin aklına böyle şey gele bilirdi, ilahi? Bir de zaman önemliydi, tam benim istediğim anda, Perde açılmadan beş nota ölçüsü öncesinde, kalın toz yığımı yere yuvarlanmıştı. Bu kadar da oluyormuş demek ki. Hayret şey. Ben hayatımda böyle bir olaya rastlamadım. Benim hayal ettiğim efekti Yüce Tanrının gücü sayesinde hakikaten gerçekleşmiş oldu. Ah Tanrım, ben senin sadık kulunum, dedim o anda. Varlığına ve yaptıklarına baş eğiyorum, dedim. Sahneyi toz öyle sarmıştır ki, göz-gözü görmüyordu. Ala karanlıkta askerler, başta İgor safere çıkıyorlardı…
Devamı Vardır!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.