Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan 128 milyar dolar açıklaması!
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda 128 milyar dolar tartışmalarıyla ilgili konuştu.
TBMM'de AK Parti grup toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP'liler tarafından dillendirilen “128 milyar dolar nerede?” iddialarına cevap verdi. Erdoğan, “‘128 milyar dolar nerede?' kampanyasını siyasi muhalefet saikiyle açıklamak mümkün değildir. Ortada bu ülkeye ve millete yönelik aleni bir ihanet, aleni bir saldırı, aleni bir hançerleme vardır” açıklamasında bulundu.
Bir bakanlığın ikiye bölündüğünü ve toplamda 3 yeni bakanın atamasının yapıldığını belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanımız Zehra Zümrüt Selçuk ile Ticaret Bakanımız Ruhsar Pekcan'a bugüne kadarki hizmetleri için teşekkür ediyorum. Kabinemizde birlikte mesai yürüteceğimiz Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanımız Derya Yanık'a, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız Prof. Dr. Vedat Bilgin'e, Ticaret Bakanımız Mehmet Muş'a başarılar diliyorum” diye konuştu.
“Çıkmış bir ahlaksız benim akıbetimin de Menderes'in akıbeti gibi olacağını söylüyor”
Türkiye'nin sanayide dışa bağımlı olduğu dönemlerde tedarikteki en küçük bir aksiliğin savunma dahil her alanda ülkenin tökezlemesine sebep olduğunu hatırlatan Erdoğan, “Vidasını bile üretemeyen, çivisini bile üretemeyen Türkiye'den biz bugün savunma sanayiinde yüzde 70'ini üreten bir ülke haline geldik. Bu vida, bu çivi kimlerin döneminden miras kaldı? CHP döneminden miras kaldı. Böyle bir üretim, böyle bir üretkenlik bunların kitabında, zihninde yok. Ticaretimizin derinliğinin sığ olduğu dönemlerde, distribütörlük dışında yatırıma ve üretime dayalı uzun vadeli girişimlere cesaret edilemiyordu. Tarımımızın sadece kendimize yeterli olmasıyla övünürken, niçin bu alanda dünyanın önde gelen ihracatçıları arasında yer almadığımız sorusu akıllara dahi gelmiyordu. Turizm potansiyelimizi gerçek anlamda ancak bizim teşvik ve destek politikalarımızla, bölgesel ve küresel kültür diplomasimizle değerlendirebildik.
Ülkemizin, çok küçük dalgalanmalar karşısında bile hem siyasi hem ekonomik krize girme riskiyle karşı karşıya kaldığı dönemler geçirdik. Milletimizi çeşitli sosyal fay hatları üzerinden bölme, birbiriyle çatıştırma girişimlerine şahit olduk. Mesela 1970'li yıllarda ideolojik kamplaşmalar, meşrep farklılıkları üzerinden kardeşi kardeşe kırdırmaya kalktılar. Aynı şekilde 1990'lı yıllarda aynı oyunu kökenler üzerinden tekrar sahneye sürdüler. Bu arada ekonomiyi de hiç boş bırakmadılar. Sadece birkaç milyar dolarlık bir spekülasyonla, üstelik de dünyada bunu tetikleyecek herhangi bir gelişme yokken, 1994 yılında ülkemizi büyük bir krize sürüklediler. Aradan çok geçmeden bu defa 2001 yılında kendi iç dinamiklerimizi kullanarak yeni bir krizi başımıza musallat ettiler. Ey Kılıçdaroğlu, şöyle bir hafızanı yokla bakalım varsa.
Gecelik faizlerin yüzde 7 bin 500'e çıktığı, 20 bankaya el konup milyarlarca dolarlık zararın tamamının millete fatura edildiği bu dönemin baş aktörleri şimdi bize karşı kampanya yürüten CHP yöneticileriydi. AK Parti olarak işte böyle bir Türkiye'yi devraldık. Ülkede güven ve istikrar iklimini tesis ederek, tarihimizin en büyük demokrasi ve kalkınma hamlesini başlattık. Bu tarihi hamleye yönelik kriz tehditleri de hiç eksik olmadı. Kasım 2002'den beri neler görmedik, neler yaşamadık ki. Arkası karanlık cinayetlerden cumhuriyet mitinglerine kadar sayısız siyaset ve toplum mühendisliği taktikleriyle karşılaştık. Partimize yönelik kapatma davasından gece yarısı bildirilerine kadar pek çok haksız, hukuksuz, çirkin tezgâha maruz kaldık. Şimdi de çıkmış bir ahlaksız, bir edepsiz, benim akıbetimin de Menderes'in akıbeti gibi olacağını, olabileceğini ümit ettiğini söylüyor. Be ahlaksız, be edepsiz.
Biz bu yola çıkarken kefenimizi giyerek çıktık. Bizim imanımızın gereği ölümü korkutmaktır. Bu yolculuğumuzu da böyle devam ettireceğiz. Ama siz zaten ölüm dendiği zaman kaçacak delik arayanlardansınız. Yani Menderes'in akıbetinden hoşnut mu oluyorsunuz, memnun mu oluyorsunuz? Çünkü o akıbeti hazırlayanlar da sizdiniz. Şimdi bize de aynı akıbeti mi hatırlatıyorsunuz? Boşuna gayret etmeyin, evvel Allah biz bunların hepsine hazırız. 15 Temmuz'da bunu gördük, 15 Temmuz'u hazırlayanlara bu ülkeyi mezar ettik. Senin genel başkanın tankların arasından kaçıp Bakırköy Belediyesine giderken biz orada milli irade ile beraber sadece ülkemize değil, tüm dünyaya selam verdik. Biz dik durduk, asla geri durmadık. Ama siz hemen kaçtınız, Bakırköy Belediyesinde çay, kahve sohbetine daldınız.
Oradan seyrettiniz, daha çok seyredeceksiniz. Biz bu yolda aynı kararlılıkla yürüyeceğiz. Yaptığınız basın toplantılarıyla falan benim akıbetimin öyle olacağından hiç bahsetme. Biz şuna inanmışız, her nefis ölümü tadacaktır. Bitti. Ama senin değerlerinin içinde böyle bir şey yoksa onu bilmem. Ama sende tadacaksın, onu bil. Bu yolculuk bir vatan yolculuğudur, bu vatanı ayağa kaldırma yolculuğudur. Nefsimiz bu yolda feda olsun dedik ve yola çıktık. Avrupa Birliği tam üyelik sürecinde verilip tutulmayan sözler başta olmak üzere uluslararası riyakârlıkları da bunlara eklememiz gerekiyor. Rabbimize olan teslimiyetimiz ve milletimizden aldığımız güçle, bu baskıların hiçbirine boyun eğmedik, dik durduk, çareyi hep milli iradeye gitmekte aradık. Hamdolsun, her seferinde de milletimiz bizi bağrına bastı, daha güçlü bir şekilde ‘yola devam' dedi” şeklinde konuştu.
Vesayet güçlerinin 1950'den beri uyguladıkları yöntemler işe yaramayınca bu defa daha sinsi, daha alçakça yöntemleri devreye soktuklarını belirten Erdoğan, “Gezi olaylarıyla sokakları kaosa sürüklemeye, 17-25 Aralık emniyet-yargı darbesiyle milli iradeyi hançerlemeye kalktılar. Bunlar yetmeyince PKK'dan DEAŞ'a ve FETÖ'ye kadar iplerini ellerinde tuttukları tüm terör örgütlerini üzerimize saldılar. Ardından da tarihimizin en acı hadiselerinden biri olan 15 Temmuz darbe girişimini yaşadık. Her saldırıya cevabımızı geriye çekilerek değil, daima ileriye atılarak verdik. Meclis'te cumhurbaşkanı seçmemizi engellemek istediler, cumhurbaşkanının seçimini doğrudan halka devrettik.
Bürokrasiyi ve mevzuatı kullanarak elimizi kolumuzu bağlamak istediler, yönetim sistemini değiştirerek milli iradenin üstünlüğünü güçlendirdik. Ülkenin meşru idaresini yıkmaya kalkan darbecileri, milletimizle birlikte kısa sürede bozguna uğrattık. Şimdi de emekli amirallerle kol kola vererek, oradan aldıkları güç ile ne diyor Kılıçdaroğlu, ‘emekli olanlar darbe yapabilir mi' diyor. Onlar sizin akıl hocanız. Darbeyi de sizin yapmanızı bekliyorlar, ‘ne duruyorsunuz' diyorlar, ‘hadi bakalım dökülün sokağa' diyorlar 15 Temmuz'da olduğu gibi. Siz o akıl hocalarınızla birlikte yürüyorsunuz. Bu ülkede her şey bitmiş, tükenmiş olan bu akıl hocalarına yer ve yol kalmayacak. Terör örgütlerinin başını sadece sınırlarımız içinde değil, sınırlarımız dışındaki asıl kaynaklarında da birer birer ezdik, eziyoruz” ifadelerini kullandı.
Gezi olaylarından en son Karabağ'da Azerbaycan'a verilen desteğe kadar tüm bu süreçlere hep ekonomiye yönelik tehditlerin de eşlik ettiğinin altını çizen Erdoğan, “Faizden döviz kuruna, borsadan enflasyona uzanan pek çok sorun, bu süreçle paralel olarak can yakıcı hale gelmiştir, getirilmiştir. Türkiye, makroekonomik dengeleri gerçekten sağlam olduğu için, son 8 yıldır yaşadığı tüm gizli-açık saldırılara rağmen ayakta kalmayı, istikrarını korumayı başarmıştır. Allah göstermesin, 2002 öncesi Türkiye'sinin siyasi, sosyal ve ekonomik ikliminde bu tür saldırılarla karşılaşmış olsaydık, ülkemizin nasıl bir duruma düşeceğini tahayyül etmek bile istemiyoruz. Ülkemizin ödediği bedellerin sebebi; egemenliğini, istiklalini, istikbalini, milli iradenin üstünlüğü ilkesini, bölgesindeki hak ve menfaatlerini koruma azmini, aksi yöndeki dayatmaların önünde tutmuş olmasıdır. Şayet vesayete teslim olsaydık, darbelere boyun eğseydik, terör örgütlerine eyvallah etseydik, dış telkinlere kayıtsız şartsız uysaydık, belki bu baş ağrılarının hiçbirini çekmeyecektik. Ama o zaman da başımız dik şekilde yaşayamaz, milletimizin yüzüne bakamazdık. Ben huzurunuzda Dışişleri Bakanımıza Yunan dışişleri Bakanı ile yaptığı görüşmede vermiş olduğu cevaplar sebebiyle de teşekkür ediyorum. Asla baş eğmeyecek ve dik durmaya devam edeceğiz.
Çünkü bizim milletimiz asla, boynunda böyle bir esaret zinciriyle yaşayabilecek bir millet değildir. Gerekirse baş verip baş eğmeyen bir millet olarak, tarihimizin her dönemi gibi, bugün de önceliğimiz istiklalimizdir. Sahada terör örgütlerine, uluslararası alanda müstemlekecilere karşı verdiğimiz mücadeleyi, ekonomide de faiz-kur-enflasyon şer üçgenine karşı yürüttük. Bu mücadeleden dolayı bizi suçlayanlara soruyorum, ne yapacaktık, böyle davranmayıp da, başımıza gelenlere rıza mı gösterecektik?
Şanlı 15 Temmuz kıyamını adeta cezalandırmak için başlatılan ekonomik saldırıya seyirci mi kalacaktık? Suriye sınırlarımızı güvenli hale getirmek için yürüttüğümüz ve haklılığımız konusunda en küçük bir şüphemiz olmayan harekâtlarımızın ardından maruz kaldığımız ekonomik tuzaklara seyirci mi kalacaktık? Ağustos 2018'de Amerikan yönetiminin açıkladığı haksız yaptırım kararının ardından yaşanan kirli gece yarısı saldırılarına seyirci mi kalacaktık? Son olarak, dünyayla birlikte ülkemizi de etkileyen korona virüs salgınının yol açtığı sıkıntıları ekonomik virüsle taçlandırma gayretlerine seyirci mi kalacaktık? CHP'nin ve onun peşine takılıp gidenlerin bir süredir sanki hazine bulmuş gibi sarıldıkları 128 milyar dolar meselesini, işte bu fotoğraf içinde okumak gerekiyor” dedi.
“‘128 milyar dolar nerede' yalanına sarıldılar”
Ortada 128 milyar doların akıbetini anlama arayışı olmadığı için söylenen sözlerde doğru olan hiçbir şeyin olmadığını söyleyen Erdoğan, “Ne rakam doğru, ne rakama yüklenen anlam doğru, ne bu rakam üzerinden yürütülen kampanya doğru. Baştan sona yanlış, baştan sona cehalet. Tabii cehalet deyip geçmemek lazım. Biliyorsunuz, üç çeşit cehalet vardır. Birincisi, ‘cehli basit'tir, yani bir şeyi bilmemektir. Güzel tarafı bilmediğini biliyor olmaktır. Cehli basit, konunun ne olduğunu bilmediği için mazurdur, öğrenmeye de açıktır. İkincisi, ‘cehli mürekkep'tir, yani cehaletin karesidir. Cehli mürekkep, öğretim gördüğü için konunun ne olduğunu bilir, ama eğitimi olmadığı için nasılını bilmez. Bunlara ‘gafil' denir, ihtiyaçları da iyi bir eğitimdir. Üçüncüsü ise, ‘cehli mikap'tır, yani cehaletin küpüdür. Cehli mikap, öğretimden geçtiği için konunun ne olduğunu bilir, eğitimli olduğu için nasılını da bilir.
Bu kesimi tehlikeli kılan ise, bilerek ve isteyerek konunun nedenini ve niçinini karıştırmak, doğrularla yanlışları harmanlayarak sürekli senaryolar peşinde koşmalarıdır. Herhalde bu cehli mikap kesimi size tanıdık gelmiştir. Erdoğan düşmanlığı, AK Parti düşmanlığı, Cumhur İttifakı düşmanlığı bu cehli mikap kesiminin gözlerini öyle bir kör etmiştir ki, ülkenin ve milletin felaketinden medet umar hale gelmişlerdir. Nedir bu diledikleri felaket?
Bunların artık gizlemeye dahi ihtiyaç duymadıkları temennileri, Türkiye'nin önce, tıpkı 1994 ve 2001 yılında olduğu gibi çok derin ve keskin bir ekonomik kriz yaşaması, ardından da siyasi değişime maruz kalmasıdır. Hatta artık temenniyle de yetinmeyip, böyle bir felaket yaşanması için fiilen beşinci kol faaliyeti yürütmeye de başlamışlardır. Öyle ki uluslararası sermayeye ‘Türkiye'ye yatırım yapmayın' çağrısında bulunacak kadar muvazeneyi yitirmişlerdir. Her sosyal ve siyasi çalkantıda ‘ekonomiyi durdurun' çağrıları yapan bu yıkım ekibini milletimiz çok iyi biliyor, çok iyi tanıyor.
CHP'nin etrafında kümelenen bu ekip son günlerde yine yurt dışındaki ve yurt içindeki yatırımcıları ürkütmek, milletimizin moralini bozmak, girişimcilerimizi tereddüde sürüklemek için dört bir koldan çalışıyor. Diğer konularda dikiş tutturamayınca, şimdi ‘cehli mikap' olarak yanlış ve yalan olduğunu en iyi kendilerinin bildiği ‘128 milyar dolar nerede' yalanına sarıldılar” diye konuştu.
“Türkiye bu muhalefet anlayışını, bu muhalefet üslubunu kesinlikle hak etmiyor”
“Şimdi CHP'nin yalan stratejisini ve bu meseledeki gerçekleri bir video ile izleyelim. Video CHP'nin 128 milyar dolar yalanı” ifadelerini kullanan Erdoğan, salondakilere bir video izletti. Videonun ardından Erdoğan, “Bir yalan nasıl aşkla, şevkle, heyecanla söylenir gördünüz değil mi? CHP'nin başındaki zata sorsanız, ‘hesap uzmanıyım' der, ama geçmişte bilinen tek yönetim hikâyesi SSK'yı batırmasıdır. Başbakanlığım döneminde görevi devraldığımızda Merkez Bankasının döviz rezervi 27,5 milyar dolardı.
Görevden ayrıldığımda bu rakam 135 milyar dolara çıktı. Ondan sonraki süreci de izledik. Bırakınız 128 milyar doların ne olduğunu, nasıl yönetildiğini, 128 tuğlayı üst üste koymuşluğu dahi yok olan Kılıçdaroğlu kalkmış bunları konuşuyor. Orada bayan diyor ya, ‘yalanı büyük konuşacaksın, büyük söyleyeceksin' diyor ya, işte Kılıçdaroğlu'nun rehberini öğrendiniz mi? O bayan. ‘Büyük söyleyeceksin' diyor, o da ‘emredersin' diyor ve büyük söylüyor. Bu kişinin sözcüsü olan kişi ise, önce BDDK'daki göreviyle, sonra Hazine Müsteşarı olarak, 2001 krizinin en önemli sorumlularından biridir. Şayet bu kişi ‘128 milyar dolar nerede?' sorusunu Merkez Bankası bilançolarını okumayı bilmeden soruyorsa, geçmişte kendisine tevdi edilen görevlere yazıklar olsun. Yok, bunu bildiği halde aynı soruyu soruyorsa, cehli mikap olduğunu kabulleniyor, ülkesine ve milletine taammüden ihanet içine girdiğini de ikrar ediyor demektir.
Meselenin önüne arkasına bakmadan bu kampanyanın peşine düşenlerin bir kısmını üzülerek, bir kısmını gülerek seyrediyoruz. Hele hele sağa sola pankart asarak, sosyal medya trollerinin peşine takılarak, koca koca unvanlarından utanmadan bu yalan kampanyasına figüranlık yapanları görünce, içimizde bir acıma duygusu uyanmıyor da değil. AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı olarak bu meseleye doğrudan girmemek için epeyce sabrettik. ‘CHP'nin yeni bir yalan kampanyasıdır' diyerek, konuyu çok da önemsemedik.
Ama sonra baktık ki, birileri bizim önemsememekten kaynaklanan sessizliğimizi korku sanarak, yalanların ve iftiraların dozunu artırıyor. Artık bunlara bir cevap vermek vacip oldu diyerek, bugün etraflıca meseleye girme kararı aldık. Öncelikle şunu söylemek isterim ki, Türkiye bu manzarayı hak etmiyor. Türkiye bu muhalefet anlayışını, bu muhalefet üslubunu kesinlikle hak etmiyor. Türkiye, yalanı su içer gibi söyleyebilen bu karikatür tipleri de hak etmiyor. Hep dediğimiz gibi, biz karşımızda projede yarıştığımız, hizmette yarıştığımız, eserde yarıştığımız, vizyonda yarıştığımız bir muhalefet görmek istiyoruz. Sağlıktan eğitime, ulaşımdan enerjiye, tarımdan spora her konuda bizim yaptıklarımızdan daha fazlasını milletimize taahhüt eden bir muhalefet görene kadar huzur bulmayacağız. Küresel senaryolara payandalık etmek yerine kendi ülkesinin siyasetinde başrole soyunan bir muhalefet görene kadar bu yalan ve iftira kumpanyasının gerçek yüzünü deşifre etmeyi sürdüreceğiz” açıklamasında bulundu.
“Sanki bu para yok olmuş, çalınmış, çırpılmış gibi bir hava estirmeye çalışıyorlar”
128 milyar doların kayıp olduğu iddialarına açıklık getiren ve konuyu en ince ayrıntısına kadar anlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan şu ifadeleri kullandı:
“Gelelim, 128 milyar dolar mevzusuna. Aslına bakarsanız ortada 128 milyar dolar diye bir rakam, gerçekle ilişkisi olan bir rakam yok. Merkez Bankası işlemleriyle ilgili analizi hangi tarihten başlattığınıza ve hangi tarihte sona erdirdiğinize bağlı olarak pek çok farklı rakamla karşılaşabilirsiniz. Piyasa dediğimiz dinamik sistemde, şu anda bile, belki yüz milyonlarca dolar el değiştirdiği, bunların önemli bir kısmı da Merkez Bankası üzerinden gerçekleştiği için rakam her an yenileniyor, büyüyor. Yine de madem onlar böyle bir rakam telaffuz etmişler, değerlendirmeyi onun üzerinden yapalım. Her ne kadar Merkez Bankası Başkanımız da, Hazine ve Maliye Bakanımız da, partimizin bu işlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı da meseleyi etraflıca anlattı ise de, tabii bunlar ancak, duymak isteyen kulaklara ulaşıyor.
Hatta kendi arkadaşlarının doğruyu söylemelerine bile tahammül edemedikleri için hemen meseleyi kendi mecralarına çektiler. Sayın Kesici bir şey söyledi. Aradan bir gün geçti, Sayın Kesici talimatı aldı, ‘Genel Başkanımın söylediğine katılıyorum' dedi. Bayın ne dedi, ‘yalan söyleyeceksiniz, büyük yalan söyleyeceksiniz.' Bunların hepsi figüran, hepsi rahatlıkla bir saat önce farklı, bir saat sonra farklı. Gözleri olup görmeyenler, kulakları olup duymayanlar, dilleri olup söyleyemeyenler, bilhassa da vicdanlarını kiraya verenler aynı teraneyi tekrarlayıp duruyor. Bu soruyu soranların amacı gerçekten Merkez Bankası rezervlerindeki değişimi öğrenmekse, bunun yolu çok kolay. CHP'nin içinde, az buçuk bilanço okumayı bilenler varsa, Merkez Bankası, BDDK ve Strateji-Bütçe Başkanlığımızın herkese açık olan internet sitelerindeki verilere bakarak, bu hesabı kolaylıkla çıkartabilirler. Eğer CHP içinde bilanço okumayı bilen kimse yoksa partimizden, grubumuzdan veya bürokrasiden bir uzman göndererek kendilerine yardımcı olabiliriz. Ama biliyoruz ki bunların derdi hakikate ulaşmak, hakikati öğrenmek değil.
Karşımızda, yalan ve iftira üzerinden yürüttükleri kirli kampanyaya, ülkenin ve milletin geleceğini ilgilendiren en hayati meseleleri bile meze etmekten çekinmeyen, gözü dönmüş, kalbi kararmış bir güruh var. Peki, buna rağmen biz bu açıklamalara niçin ihtiyaç duyuyoruz? Ola ki bu sefil kampanya karşısında tereddüde düşen, yüreği yaralanan, kafası bulanan vatandaşlarımız varsa, işte onların kafalarındaki soruları birinci elden gidermek istiyoruz. Temel başlıklarıyla özetleyecek olursak, ‘128 milyar dolar nerede?' diye yaygarası kopartılan meselenin aslı şudur: Merkez Bankası 2019 ve 2020 yıllarında, küresel ekonomide yaşanan gelişmeler ve özellikle salgının yol açtığı zorlu süreci yönetmek için çok ciddi döviz işlemleri yürütmek mecburiyetinde kalmıştır. Bilhassa 2020 yılı dünyayla birlikte ülkemizde de gerçekten sıkıntılı geçmiştir. Çeşitli ülkelerin salgınla mücadele için aldıkları mali tedbirlerin toplamı 16 trilyon doları, merkez bankalarının bilanço genişlemeleri de 10 trilyon doları bulmuştur. Bu çalkantılı ekonomik iklim, elbette ülkemizi de olumsuz etkilemiştir. Cari açığımız negatif yönde artarken turizm gelirlerimiz düşmüştür. Yabancı sermaye çıkışı ve reel sektörün döviz cinsinden borcunu azaltma gayretleri döviz talebini artırmıştır. Böyle dönemlerde vatandaşlarımızın tasarruflarını döviz ve yine dövizle alınan altına yönlendirmeleri de ilave bir talep ortaya çıkarmıştır. Bu çerçevede son iki yılda, Merkez Bankası kaynaklarından 30 milyar dolar cari açığın finansmanı için kullanılmıştır. Yabancı sermaye çıkışı için kullanılan rakam 31 milyar doları bulmuştur. Reel sektörün döviz cinsinden borcunu azaltmak için talep ettiği kaynak da 50 milyar dolara ulaşmıştır. Vatandaşlarımız da 54 milyar dolar karşılığı döviz ve altın alarak, tasarruf tercihlerinde değişikliğe gitmiştir.
Gördüğünüz gibi, sadece 4 kalemde 165 milyar dolarlık bir rakam ortaya çıktı. CHP Genel Başkanı dün çıkmış, ‘bu 128 milyar dolarla şunlar yapılırdı, şunlara şu kadar para dağıtılırdı' diye kürsüden atıp tutuyor. Bu zat herhalde bu 128 milyar doların kendi cebindeki bir para olduğunu, istediği yere istediği gibi keyfince dağıtabileceğini sanıyor. Aslında bu sözler, bu şahsın çapsızlığı yanında, kar eden SSK'nın genel müdürlüğü döneminde nasıl iflasa sürüklendiğini de oraya koyuyor. Merkez Bankası rezervlerinin her kuruşunun ne olduğu, neye karşılık geldiği, nasıl toplandığı ve niçin kullanılabileceği bellidir. En basit ifadesiyle Merkez Bankası rezervleri, çeşitli yöntemlerle piyasadan sağlanan emanet paralar ile altın varlığının ve şayet varsa cari fazlanın toplamından oluşur.
Rezervin amacı, ithalatçısından yatırımcısına, reel sektöründen vatandaşına kadar dövize ihtiyaç duyulan işlemlerde ortaya çıkan talebi karşılamaktır. Merkez Bankamız bu işlemleri bir süredir, ihale yoluyla değil, Asya piyasalarında ülkemize yönelik gece yarısı operasyonlarının önüne geçmek için 24 saat esasına göre çalışan piyasa yapıcısı bankalar eliyle yürütüyor. Piyasa döviz talebini kendi içinde karşılayabiliyorsa Merkez Bankasına ihtiyaç kalmaz. Nitekim geçtiğimiz haftalarda, yaklaşık 15 milyar dolarlık böyle bir işlem, Merkez Bankasına ihtiyaç kalmadan piyasanın kendi dinamikleri içinde gerçekleşmiştir. Ama bu talebi piyasa karşılayamıyorsa, o zaman görev Merkez Bankasına düşer. Zaten Merkez Bankasındaki döviz rezervlerinin amacı da budur. Merkez Bankası bu görevini yapmazsa ne olur? Öncelikle arz-talep dengesizliğinden dolayı döviz kuru istikrarsız bir şekilde yükselir. Şayet buna rağmen talep karşılanmazsa, uluslararası piyasalarda ülke olarak temerrüde düşersiniz.
Türkiye son iki yılda, daha önce eşi benzeri görülmemiş bir döviz talebiyle yüz yüze kalmıştır. Buna rağmen ülkemiz, talebin hepsini de karşılamayı başarmıştır. Evet, bu bir başarıdır. Hem de Türkiye'nin sadece siyasette ve diplomaside değil, aynı zamanda ekonomide de öyle kolay yıkılamayacağını gösteren tarihi bir başarıdır. ‘Nereye harcandı' diye yaygarası yapılan 128 milyar dolar ne buhar olmuştur ne de haksız ve hukuksuz yere herhangi birilerinin cebine girmiştir. Bu para ve çok daha fazlası, ekonominin aktörleri ve vatandaşımız arasında dolaşıma girmiş, yani yer değiştirmiş, ama sonuçta çoğu yine ülkemizin değeri olarak yurt içinde kalmıştır. Günün sonunda ise, ekonomik işleyişin tabii sonucu olarak, bu paranın çok önemli bir kısmı yeniden Merkez Bankası rezervine geri dönmüştür.
Üstelik Merkez Bankası bu işlemleri yaparken zarar bir yana, son iki yılda 98 milyar lira kar etmiş ve bunu da hazineye aktarmıştır. Merkez Bankası rezervini 27,5 milyar dolardan 135 milyar dolara çıkartan bizdik. Bu rezervi turşusunu kurmak için değil, ülkemizin ihtiyaç duyduğunda kullanması için büyütmüştük; o günler geldiğinde de kullandık. Hâlihazırda Merkez Bankamızın 90 milyar dolara yakın rezervi vardır. Bu rezerv ihtiyaç duyulduğu anda yine kullanılabilir veya rezerv yarın-öbür gün 100 milyar doların üzerine de çıkabilir. Bunların hepsi de ekonominin kendi dinamikleri içinde yürüyen işlerdir. Elbette bu bir ekonomi politikası tercihidir.”
Türkiye'nin serbest piyasa ekonomisi olarak ifade edilen bu tercihi çok önceden yapmış bir ülke olduğunu kaydeden Erdoğan, “Biz bu kritik dönemde sergilediğimiz güçlü duruşla, Türkiye'yi hem içeride hem dışarıda sıkıntıya düşürmeden bir büyük dalgayı göğüslediğimize ve etkisiz hale getirdiğimize inanıyoruz. Üstelik bununla da kalmadık. Toplamda 60 milyar liranın üzerinde bir kaynağı sosyal koruma kalkanı başlığı altında her kesimden insanımıza hibe şeklinde dağıtarak, vatan toprakları içinde hiç kimseyi sahipsiz bırakmadık. Ayrıca 311 milyar liralık bir kaynağı da üretimi ve istihdamı desteklemek için harekete geçirerek, reel sektörün bu zorlu dönemde ayakta kalmasını, işini yürütmesini sağladık.
Bu sayede, gelişmiş ülkeler dahil dünyadaki diğer devletler çok ciddi ekonomik daralmalarla başa çıkmaya çalışırken, Türkiye geçtiğimiz yıl yüzde 1,8 büyümeyi başardı, istihdamını büyük ölçüde korudu, üretimini artırarak sürdürdü. Hatta döviz talebinin önemli bir kısmı da kapasitesini artıran fabrikalarımızın makine, hammadde ve ara mamul ithalatından kaynaklanmıştır. Nitekim, bu yılki büyüme hedefimiz yüzde 5'in üzeridir. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Birliği, Türkiye'nin salgın döneminde ekonomik durgunluğu önlemek için yaptığı harcamaların olumlu etkilerinden övgüyle bahsetmektedir. Eğer biz döviz üzerinde yoğunlaşan talebi tereddütsüz karşılamamış olsaydık, yani kontrolü ele almasaydık, işin ucunun nereye kadar varabileceğini, 1994 ve 2001 krizlerine bakarak az-çok görebiliyoruz. Şu anda ‘128 milyar dolar nerede?' yaygarası kopartanların tüm amaçları da zaten ülkenin böyle bir duruma düşmesidir. IMF komiserleriyle otel lobilerinde yaptıkları gizli görüşmelerin gayesinin de Türkiye'yi eksi günlerinde döndürmek olduğunu biliyoruz.
Bugüne kadar vesayetten darbeye, terörden uluslararası baskıya kadar her konuda heveslerini kursaklarında bıraktık, inşallah ekonomide de heveslerini kursaklarında bırakacağız. Gerçi, bunlarda yalan da bitmez, iftira da bitmez. Sadece son birkaç yılda yüzlerce yalanlarını çürüttüğümüz, belgeleriyle yüzlerine çarptığımız halde; hiç utanmadan, arlanmadan, en basitinden bir düzeltme bile yapmadan, hemen öteki yalana geçtiler. Dikkat ederseniz önce ‘128 milyar dolar nerede?' diyerek, sanki bu para yok olmuş, çalınmış, çırpılmış gibi bir hava estirmeye çalışıyorlardı.
Sonra böyle bir şeyin asla olamayacağı gerçeği, bizzat kendi arkadaşları tarafından bile dile getirilmeye başlanınca, işi bu defa ‘128 milyar dolar kime satıldı?' yaygarasına çevirdiler. Dolar satılır mı? Bunların ceddi de, rahmetli Menderes'in 12 uçak dolusu para ve altınla kaçmaya çalıştığı iftirasıyla darbeyi meşrulaştırmanın gayreti içindeydiler. Kimdi onlar? CHP'nin ceddi. Çünkü bunları üzerimize salan akıl, ‘yalanı ne kadar büyük söyler ve ne kadar ısrarla devam ettirirseniz, inandırması o kadar kolay olur' diye kendilerine telkinde bulunuyor. Ama gerçeklerin er-geç ortaya çıkmak gibi bir huyu var. İşte biraz önce 4 ana kalemde açıkladım.
Merkez Bankası kaynaklarından finanse edilen cari açığımız, izaha ve belgeye ihtiyaç duymayacak kadar açık bir gerçek olarak zaten ortadadır. Türkiye'den bu dönemde hangi yabancı sermaye sahiplerinin, ne kadarlık bir meblağla çıktığı da bellidir. Bizim söylememiz olmaz ama onlar kendileri bunu açıklayabilir. Reel sektörden hepsi de ülkemizin ilk 500'ü, ilk bini içinde yar alan şirketlerden hangilerinin döviz borcu pozisyonlarını kapattıkları da bellidir. Bunları da bizim söylememiz olmaz ama o şirketler kendileri açıklayabilir. Vatandaşımızın aldığı döviz ve altına gelince, burada neredeyse ülkede yaşayan herkesi hedef alan kötü niyetli bir itham söz konusudur. Türkiye'de ticaretle uğraşan herkesin dövizle ve altınla işi vardır. Türkiye'de tasarruf edecek üç-beş kuruşu olan herkesin de dövizle ve altınla işi vardır. Dolasıyla, kim, ne zaman, ne kadar miktarda döviz aldı, altın aldı gibi bir soru, mantıksız olmasının ve hukuki olarak suç teşkil etmesinin ötesinde, doğrudan milleti suçlamaktır.
Merkez Bankasının döviz işlemleri, alıcı ve satıcı tarafın işlem gerçekleşene kadar bilinmediği otomatik platformlarda yapılmaktadır. Alış veya satış fiyatı da, işlem anında ortaya çıkan rakamdır. Yani hiçbir kişiye veya şirkete ayrıcalıklı işlem yapılabilmesi, sistemin işleyişi gereği zaten mümkün değildir. Geçmişte bunun örnekleri var mıdır? Evet, vardır ve o örnekleri en iyi CHP'lilerin kendileri, özellikle de o dönemlerde IMF'ye çantacılık yapanlar bilir. Bu çantacı şu anda CHP'nin parti sözcüsü, iyi çantacıdır. Mevcut sistem, hiç kimseye özel olarak fiyat ve miktar bakımından ayrıcalıklı bir döviz satışına imkân tanımaz. Biz her zaman tasarrufların Türk Lirası cinsinden tutulmasından yana olduğumuzu söyledik, söylüyoruz. Ama vatandaşımız dövizle veya altınla tasarruf etmek istiyorsa, onu da başka türlü davranmaya zorlayamayız” dedi.
Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Tüm bu hakikatler apaçık ortadayken Türkiye'nin itibarını düşürmek, kredibilitesine zarar vermek, yatırımcıların güvenini sarsmak için yürütülen ‘128 milyar dolar nerede?' kampanyasını siyasi muhalefet saikiyle açıklamak mümkün değildir. Ortada bu ülkeye ve millete yönelik aleni bir ihanet, aleni bir saldırı, aleni bir hançerleme vardır. Bu izahlarımıza rağmen hala aynı teraneleri tekrar eden hiç kimseyi masum kabul etmeyeceğiz. Türkiye'ye hayrı dokunmayanlardan tek beklentimiz şerlerini ülkeden uzak tutmalarıdır. Küresel sistemin siyasi ve ekonomik olarak yeniden yapılanma sancıları yaşadığı bu süreç ‘ya hayır konuş, ya sus' dönemidir. Bir başka ifadeyle bunlara, ‘gölge etmeyin başka ihsan istemez' diyoruz. Türkiye'yi inşallah 2023 hedeflerine ulaştıracağız.
Bu ülkede ekonomiyi şahlandıracak olan da, yatırımları artırarak sürdürecek olan da, demokrasiyi geliştirecek olan da, insanlarımızı hayallerine kavuşturacak olan da, velhasıl umudu yaşatacak olan da biziz. Milletimiz, şu sefil CHP zihniyetine, bırakınız ülkenin yönetimini, günahını bile emanet etmez. Halkımız müsterih olsun. Bu ülkenin 128 milyar doları ne birilerine peşkeş çekilmiş, ne de heba edilmiştir. Milletimizin her bir ferdinin hakkına, hukukuna, ekmeğine, aşına, geleceğine göz dikmeye kalkan her kim olursa olsun, karşısında önce bizi bulur.”
Erdoğan, konuşmasının sonunda Erzincan Havalimanı'na Yıldırım Akbulut'un adının verileceğini söyledi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.