Dolgu malzemesi cemaatler ve gölgede kalan diyanet
Genel bir kural vardır ki; nerede olursa olsun, hangi kulvardan bahsedersek bahsedelim insan tabiatı boşluk kabul etmez. Eğer siz bir insanı ahlaki yönden...
Genel bir kural vardır ki; nerede olursa olsun, hangi kulvardan bahsedersek bahsedelim insan tabiatı boşluk kabul etmez. Eğer siz bir insanı ahlaki yönden geliştirmezseniz başka bir gayri ahlaki durum o boşluğu doldurur. Eğer siz bir ortamda sevgi eksikliği oluşturmuşsanız şiddet ya da öfke gelir ve bu boşluğu doldurur. Dedik ya tabiat boşluk kabul etmez. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kademeli olarak yasaklanan din eğitimi, medreselerin de kapatılmasıyla artık kocaman bir boşluk haline geldi. O dönemlerde kendilerini rahmetle andığımız birçok büyüğümüzün kişisel gayretleri bir süre boşluğu doldurur gibi olmuş ve onların dar-ı bekaya göç etmeleriyle tamir edilemeyecek hasarlar oluşmaya başladı. Örneğin Süleyman Hilmi Tunahan. Kur’an-ı Kerim okumanın, öğretmenin ve öğrenmenin yasaklı olduğu dönemlerde ilerlemiş yaşına rağmen şehirlerarası trenlerin kompartımanlarında Kur’an öğreterek o dönemin din kahramanlarından olmuştu. O ve onun gibiler döneminin sokak lambalarıydı karanlık gecede insanların yolunu aydınlatan. Ya bugün… Kendilerini O ve O’nun gibilerinin öğrencisi olarak tanıtanlar dünyalık menfaatler için İslam’a aykırı partilere oy vermek, İslam’ın farzlarını kendilerince kısıtlamak gibi tamamen batıl uygulamalara yöneldiler. Aslında Süleyman Hilmi Tunahan’ın, Bediüzzaman Sait Nursi’nin bir cemaat olmak gibi kaygısı yoktu, tek kaygıları Allah’ın kelamını yüceltmekti. Her şeyin tahribatı gibi onların da arkasından gelenler davalarını tahrip ettiler. İnsanların manevi duygularını sömürüp onlardan para toplamak, din işleriyle dünya işlerini kendilerince bir birinden ayırmak, sen ocu sen bucusun diyerek Müslümanların arasına tefrika sokmaktan başka işleri olmadı. Bir cemaat kendi mensuplarına kardeşlerim derken diğer Müslümanları zikir halkasına bile sokmadı. Bir cemaat şeyhinin fotoğraflarını yayarak rabıta(!) yapmak suretiyle Allah’a ulaşma(!) çabasına girdi. Şeyh ve şeyhe yakın olanlar ya da cemaatin lideri ve ona yakın olanlar parsayı toplayadursun; ilahi dinleyip vecde gelen gariban halk kendini Allah’ın kopmaz ipine bağlanmış zannediyordu bid’atlere sımsıkı bağlanırken. Peki; ne oldu da biz bu hale geldik? Az önce de söylediğimiz dinin yasaklı zamanları, İslam’ı yok etmek isteyenler için zaman kazandırmaktan başka bir şey değildi. İslam’ı tahrip ettiler, din diye bir ucubeyi pazarladılar körpe dimağlara ve sonuç ortada! Tarih, kendisinden ders çıkarıldığında çok iyi bir nasihatçidir. Geçmişi değiştirme ihtimalimiz yoksa bugün ne yapmalıyız onu konuşalım. Türkiye’de din işlerinin legal hali Diyanet İşleri Başkanlığı. Zaman zaman hatalarını eleştirsem de içinde olmaktan memnuniyet duyduğum bu kurumun artık atıl halden kurtulup daha aktif ve işlevsel olma vakti geldi de geçiyor bile. Hakkını yememek lazım son yıllarda DİB ciddi çalışmalar yapmış, birçok alana el atmıştır ama bu yeterli değil. Çünkü yıllarca Diyanetin boş bıraktığı yerlerde cemaatler dolgu malzemesi oldu. Diyanet’in kursları öğrenci bulmanın derdine düşmüşken cemaatler “kafir diyanet“ deyip halkı kendine çekip sadece Kur’an-ı Kerim’i hatalı öğretmekle kalmayıp bir çok yalan yanlış bilgiyi de insanların zihnine boca ettiler. Halk, tıpkı pervanelerin ateşe koşması gibi onlara koştu çünkü onlar çok göz alıcıydılar. Birçok cazip unsur vardı. Diyanetin kurslarında öğreticiler kışın yakıtı nasıl halletsek de öğrenciler üşümesi diye kendini helak ederken, cemaatlerin dergahları tüm lüks koşulları içinde barındırıyordu. Biz kurslarımızın daha cazip hale gelmesi için herhangi bir ödenek alamadığımız için kendi maaşlarımızdan ya da ailelerimizden aldıklarımızla bir şeyler yapmaya çalışırken, cemaatler halkın duygularını sömürmek suretiyle desteğini alıyor ve ev yahut kurslarını güzelleştiriyorlardı. Biz öğrencilerimizi bir yere götürmek için bin kapıyı çalıp, her kapıdan eli boş döneduralım cemaatler o şeyhin kabri, bu şeyhin kapısı diye insanları kendilerine bağladılar. Yani aslında ne oldu biliyor musunuz? Diyanet, cemaatlere yenik düştü. Neler yapmak lazım diye başımızı ellerimizin arasına alıp düşünelim. Diyanet İşleri bir kere devlet nezdinde kuvvetlendirilmeli. Başkanlık olarak kalmamalı bakanlık haline dönüştürülmeli. Uzmanlaşmış kişilerle masa başı çalışmak yerine uzman kişiler ve sahada olanlarla ortak çalışıp uygulamalar konusunda sahada olanları fikri alınmalı. Çünkü fil dişi kulelerde oturarak evinde çocuğu, eşi, evinin işi diye bin parçaya bölünmüş hanımları anlamaları mümkün değil. Okullarla birlikte açılan Kur’an Kurslarına öğrenciler en erken iki hafta önce başlıyor çünkü çocuklarını okula yerleştirmeleri ve uyum sağlamalarını beklemeleri gerekiyor. Onlar uyum sağladığında biz çoktan iki haftayı geride bırakmış oluyoruz başlayan öğrencilerle ve ben geride kalırım korkusuyla hanımlar kurstan soğuyor. Günde yarım saat gidip Kur’an öğreneceğini zannettiği cemaat kapısına dayanıyor. Netice… Yine cemaat 1- diyanet 0. İmamlar içinde bu tarz sıkıntılar söz konusu. Bu aralar cemaatten imamları puanlandırmalarının isteneceği duyumunu aldım. Bu kesinlikle hatalı bir uygulama olur. Eğer personeli birisi denetleyecekse bu yine Diyanet olmalı ve Diyanet kendi personeli halk nezdinde kıymetli bir yere koymalı. Sizin kıymet vermediğiniz personele halk hiç kıymet vermez. Sözün özeti Diyanet İşleri Başkanlığı’nın durumu düzeltilmeli ve bünyesindeki kurs, cami gibi yapıların güzelleştirilmesine ve cazip hale getirilmesine özen gösterilmeli. Siz buraları sevimli hale getirmezseniz başkaları sizin dininizi oyuncak yapar onu da halka altın tepside sunar. Ardından bu din bu bidatlere nasıl bulaştı, din adına birleştiğini söyleyen insanlar nasıl darbe yaptı, tevhid dininin içine bu kadar put nasıl girdi diye yakınır durusunuz. Sizin boş bıraktığınız yeri, dolgu malzemesi olarak cemaatler doldurur. Ne demiştik, tabiat boşluk kabul etmez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.