Hubbu Cah
Dünya hayatını taçlandırıp, insanları iye güzele götüren, peygamberler, ehli beyt, sahabeler, veliler, Allah c.c. dostları ve güzel huylu kadın ve erkekler, şükürle, ibadetle, zikirle, sabırla, kadere rıza içinde Allah c.c. teslim olmuşlardır.
Doğal mesire ve eğlence yerleri, ormanlar, parklar, cadde ve sokaklarda tarihi yapıtlarda, bıraktıkları çöplerle, ilahi emirlerden gafil ve cahil olarak yaşam sürdürmek Peygamber sevdasına uyar mı?
Camiden çıkarken ayakkabıyı yukarıdan pat diye atanla usulca koyan bir midir? Usulca koyan atıldığında, kalkan tozlardan, kul hakkı olur endişesiyle yanındakinin solunum yoluna zarar veririm korkusu vardır. Sigara ile ortama verdiği zehirli gazdan ve 4000 zehirli maddeyle organları görev yapamaz hale getirme sonucunda, organların konuşacağı bir ahret ortamında duyarsız olmak olur mu? Ahret ve dünyada yaşama aşkı içinde olmak her müminin ve müminenin en başta görevidir.
Hz. Ömer’in yanında bir misafiri vardı. Kandilin yakıtı tükenmişti. Misafir dedi ki: - Hizmetçiyi uyandıralım da kandilin yağını koyuversin.
- Hayır, bırak onu uyusun. Ben ona iki ayrı işi yaptırmak istemem.
- Öyleyse ben kalkıp kandile yağ koyayım.
- Amel etmek varken, misafire iş gördürmek olmaz.
- Kalktı, kandilin yağını koyup yerine döndü ve şöyle dedi:
- Ben kalkıp iş yaparken de Ömer'dim; gelip oturdum, yine aynı Ömer'im!
Hubb-u câh, makam arzusu ve şöhret düşkünlüğü rahat huzurlu yaşama arzusu olup, kalbin üzerine zift gibi karartıp, ruhu felç eden kötü hasletlerdir. Hz. Ömer'in (radıyallahu anh) ifadesiyle, "Allah, bizi diniyle şerefli kılmıştır." Bunun dışında başka bir şeref aramak boşunadır. Zaten irade insanları, Allah'a intisap etmenin dışında herhangi bir şan şerefe de iltifat etmezler. Bu hastalığın tedavisi ancak, nefsin terbiyesi adına nefis, hastalılarına, haramlara, şüphelilere güçlüklere, sıkıntılara, görev ve işlerde sabretme şükretme zikretme dua ve ibadet ile infak etmekten geçer.
Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) Dayalı döşeli evini terk ederek Medine'de "Sunh" isimli bir kenar mahallede oturarak, tam on yıl izzet, gurur, şan ve şeref demeden komşularının koyunlarını sağarak geçimini sağlamış. Sevgili Peygamber Efendimizden sonra halife olarak seçilmiş; Ülkemizin üç dört kat büyük bir ülkeyi yönetirken, Sunh'daki evinde kalmış ve komşularının koyunlarını sağmaya devam etmiştir. Gerçek izzet ü şerefi, geçimini el emeği alın teri ve helal kazanç kazanarak sürdürmekte bulmuştur.
Hz. Ömer r.a.dünyevî şan u şerefi her işinde ayakları altına almış, bir gün hutbe okurken kendine, "Haydi be sen de! Dün Mahzumoğulları'nın koyunlarını güdüyordun." demiş ve hutbeden ve Namazdan sonra Abdurrahman b. Avf, Hz. Ömer'in hutbe de söylediği sözlerin sebebini sorması üzerine Hz. Ömer r.a.: Çarşıda dolaşırken "Emirü'l-Mü'minîn geçiyor." Dediklerini işittim. Bir an nefsime bu söz hoş geldi. Bu sebeple hutbede bütün halkın huzurunda mazimi şerh etmek, nefsimin hoşuna giden bunu ayaklarımın altına almak şan ve şerefin bu olmadığını, gerçek şan ve şerefin Kur'ân'a uymak ve ve Resûlullah'a itaat ile sünnetine uymak olduğunu, bu yüzden geldiğim Mahzumoğulları'nın koyunlarının çobanıydım, Allah (celle celâluhu) beni bu konuma getirdi. Şımarmak büyklenmekten ona sığınırım dedi..
Miras ile paylaşma içinde olanlar, Nisa suresi 2-7-8-9-10-11-12-19-33-176- maide 106-107-108 ( fecr 19 - Oysa mirası öyle bir yiyorsunuz ki, haram-helal gözetmeden buradaki ayetleri okuyup, duanın kabul olması, ahretin ziyan olmaması ve ibadette feyz için çok önemlidir.
"Mekke'nin fetih gününde, bir adam Resulullah'ın yanına yaklaştı. Korkudan, heyecandan titriyordu.
Resulullah da gördü adamın bu halini ve dönüp seslendi: " Titremene lüzum yok, ben kral değilim "
Ve ardından dedi ki; " Kureyşli kuru et yiyen bir kadının oğluyum ben." Dünya malına pek önem vermemiş. Yemede ve giymede zaruret kadarıyla yetinmiş, elde edilen ganimetlerden kendisine geçinebilecek kadarı dışında, diğerlerini ihtiyaç sahiplerine dağıtıp, mevcut mallarının gelirleri yolculara, misafirlere, ülkeye gelen yabancı ülkelerin elçilerine, fakirlere, muhacirlere tahsis etmiş. Vefat ettiği zaman zenginlik sembolü sayılan altın ve gümüşü kalmamış, üzerinde "Muhammedün Resulullah" yazısı bulunan bir gümüş mührü, zaruri olarak kullandığı elbisesi, birkaç su kabı, içinde yıkandıkları tekne, iki adet kilim, bir çarşaf, makas, tarak, misvak gibi eşyaları, kılıç, ok, zırh, mızrak, miğfer'den oluşan silahları, “Düldül” adındaki bir devesi, savaş ganimeti olarak payına düşen ve devlet reisi olarak bundan ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını gidermekle yükümlü olduğu; “Fedek” arazinin yarısı, Ümmü’l-Kura’nın üçte biri, Hayber’den kendisine düşen beşte biri olan payı ve Ben-i Nadir’den bir kaleden ibaret olan arazî ki bunların tamamını Müslümanlara tasadduk etmiştir. (bk. Tirmizî, Şemail, s.149)
Arazi olarak aldıkları payları Enfal Suresi'nin 41. ayeti ile, Haşir Suresi'nin 6, 7. ayetlerinde Allah’ın ortaya koyduğu hükmü çerçevesinde gerçekleştirmiş, bütün tasarrufları Kur’an’ın buyruğu doğrultusunda cereyan etmiştir. Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre Peygamberimiz (a.s.m): “Biz miras bırakmayız; bizim geriye bıraktığımız her şeyimiz sadakadır.” Buyurmuştur.
İnsanlar, hangi görevlerde bulunursa bulunsunlar, helal yolla kazançları ve sonunda mirasları olacaktır. Oluşan mirası ilahi çerçevede geciktirmeden paylaşmak kulluğumuz gereğidir. Selam ve duayla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.